Merhaba ben 40 yaşında bir işçiyim. 13 yaşından beri çalışıyorum. 27 senelik işçiliğimin 18-19 senesinde tekstilde çalıştım. Şoförlük, marangozluk, mağaza müşteri temsilcili yaptım, en sonunda da belediyede kaynakçı olarak çalışıyorum.
Çalıştığım tüm sektörlerde işçinin durumu aynıydı. Birinde işçi daha rahat, diğerinde daha zor çalışıyor diye bir şey yok. Nereye gidersen git, ne iş yapacaksan yap, işçiysen senden aldıkları o saatleri tam manasıyla alıyorlar. Biri gelip de, bugün bir derdin mi var diye sormuyor. Yani insan odaklı değil, tamamen bir alış verişten ibaret çalışmamız. Karşılığında para verdi mi, senden o saatleri söke söke alıyor.
Özellikle tekstil çok kötüdür. Çalıştığım hiçbir tekstil firmasında camlar insan gözü hizasında değildi. Ya daha yukarıdadır, ya da yoktur. “Ben sana bu saatlerde para ödedim, sen bana aitsin, güneşi bile görmeyeceksin Ben ne zaman uygun bulursam o zaman dışarıya gökyüzüne bakabilirsin” diyor patron bu yaptığıyla. İşçi gösterilerinin olduğu dönemlerde nezarete düşen arkadaşlar oluyordu. Diyordu ki “çok fark yok ki, orda da cam yukarda burada da cam yukarda.” Beyaz yakalılar daha rahat çalışıyor zannediyorlar, ama beyaz yakalıysan eve gittiğinde patron arayıp sana “bu ne oldu” diye sorabiliyor. Onların da o sıkıntısı var.
Bu düzen böyle devam ederse kurtulamayacağız. Para kazanmak için bu kadar hoyratça davranıldığı sürece kurtulamayacağız. Köylerde imece usulü dayanışmalar olurdu. Sen gidersin komşuna yardım edersin, o gelip sana yardım ediyor sonra hep birlikte kışın oturup yersiniz. Oysa belki de şu an insanların ölmemesi için formül arıyorlar, çünkü “bana daha çok çalışsın” istiyorlar. Ölmeyelim demiyorum, ama ecelimizle ölelim diyorum iş kazaları ile olmasın sonumuz.
Bizden sonraki nesiller işçi olabilecek mi diye düşünüyorum. Teknoloji o kadar gelişti ki, yapay zeka insanların rolünü bu kadar aldığı bir zamanda bundan sonraki nesiller, hayatlarını nasıl idame ettirecekler? Bugün vakitleri alınıyor, hakları gasp ediliyor, ama nihayetinde çalışıyorlar, üretimin içine girebiliyor. Yarın bu çocuklar ne yapacak. Ben ve benim yaşımda olanlar bugün o teknolojiye geçmiş olsak ve işsiz kalsak, gidip köyde çalışırız, çünkü o çalışma tarzını biliyoruz ve yapabiliriz. Ama bizden sonrakiler bilmiyor, onlar ne yapacak?
Bundan yirmi yıl önce sendikalı olan, hakkına sahip çıkan işçi sayısıyla bugünkü işçi sayısı aynı değil. Bugünkü tüm sendikalar o dönemki bir sendikanın topladığı üyeyi toplayamıyorlar. Hal böyleyken, bundan sonra başka şeyler olur mu bilmiyorum. O Davos Zirveleri gibi zirvelerde parayı ve gücü elinde bulunduranlar, aslında insanları nasıl kontrol edebileceklerini biliyorlar bence. Bizleri savaşlarla kontrol edecekler.
Teknoloji artık robotlara geçtikten sonra insanlara “git savaş” diyecekler. Eski yüzyıldaki gibi toprak işgalleri için savaş yapılmıyor. Bakın Suriye’de savaş galibi de belli değil, mağlubu da belli değil kimin kiminle savaştığı belli değil, ama o insanlar silah satıyorlar entrikalar çevirip yeni haritalar çiziyorlar. Başka ülkeleri savaşa çekmeye çalışıyorlar. Dertleri hiçbir ülkeyi yönetmek değil ki. Ortadoğu halkları savaşla meşgul olsun başka şey yapmasın, zaten tüketeceği her şeyi biz yapıp onlara satacağız diyorlar.
Aslında yapılması gereken birlikte olup ortak çalışmalı insanlar. Patrona değil kendilerine çalışmalılar. Düşünüyorum mesela merdiven altı bir sürü tekstil atölyesi var. Sabah 08.00’den akşam 20.00’ye çalışıyorlar. Mübarekler sizin çalıştığınız yer, öyle büyük işler yapan yer değil ki, her biriniz bir makine getirseniz sadece kendi makinenizle yaptığınız işin parasını alsanız oradan daha fazla para kazanacaksınız.
Bu zamana kadar ki edindiğim tecrübeler sonrası fark ettim ki, mesela iki arkadaşsınız, normal sohbet ediyorsunuz, vakit geçiriyorsunuz; ama işverenden zam isteyeceğiniz zaman kendi yaptığınız işin karşılığını değil, demin birlikte oturduğunuz arkadaşınızın maaşıyla eşitlenme zammı istiyorsunuz. Bu çok kötü bir durum. Bu işçilerde nasıl bir ışık göreceğim ben, ilerde bunlar birlik olacaklar da hak peşine düşecekler. İşçi diyor ki, “ona bu kadar zam verdiysen bana da bu kadar zam vereceksin.” Sen ne hak ettiğini düşüneceksin, hakkını isteyeceksin. Yanındaki adam bedavaya çalışmış ya da uçuk bir fiyata çalışmış, bu seni ilgilendirmez ki. Çünkü ona verdiğini senin cebinden vermiyor. İşverenin hangi amaçla verdiğini de bilmiyorum gerçi. Sen neyi ne kadar hak ettiğini kendin daha bilmiyorsan, sıkıntının kendisi burada başlıyor zaten.
Geçenlerde bir belediye başkan adayı bizim bulunduğumuz yere geldi, kendini tanıttı hizmetimize talip olduğunu anlattı. Dedim ki; “başkanım seçilince de böyle yakanız ilikli olacak mı karşımda. Çünkü olmuşları görüyorum, onlar yakalarımı ikilememi bekliyorlar da benden” dedim. Burada karşılaştığımız bir olayda, “bana karşı üslubunu düzelt, sen kimsin” dedi, dedim ki, “ben senin hem büyüğünüm hem de sana oy verdim benim hizmetime talip oldun sen”. “Ben işçi kültürünü bilirim dedim. Hizmete talim olmanın ne demek olduğunu biliyorum ben” dedim. “Dolayısıyla sen benim hizmetime talip olmadın mı arkadaşım yalansa yalan de” diye söyledim. Bizim seçim sistemimizde bir tezatlık var. Ciddi anlamda seçilenlerde bir sıkıntı yok, açık açık hizmete talip olduklarını söylüyorlar, ama seçilince biz onlara unvan veriyoruz, aman başkan geliyor diyerek. Başkan geliyor da biz niye onun karşısında yakamı ilikliyoruz.
Geçen derneğimize Küba Parlamento üyesi geldi, çok tatlı bir kadındı. Kadın diyor ki, “ne koruması, ne servisi. Ben gönüllü çalışıyorum, onun dışında bir işim varsa, gider onda da çalışırım, sonra toplantı zamanlarında buluşuruz ya da memleket adına görev alacağım zamanlar da görevimi yapar geri gelirim” diyor. Aslında olması gereken bu. Ama bizim ülkemizde her şeyde olduğu gibi, bunda da saltanat haline getiriliyor. Bu ülkenin bakanı “bir takla at inanayım ben sana” diyor. Gerçekten komik ya, işler acısı bir durum. Aklımızla, benliğimizle, duygularımızla her şeyimizle dalga geçiliyor. Ama biz hala insan olarak şey görüyoruz “aman o devlet büyüğüdür”… E devlet biziz ama. Ben her yerde söylüyorum, benden daha iyi devlet yok. Çünkü ben oy kullanıyorum, oy kullanıp seni seçiyorsam, vergi veriyorsam, hazır mekanizma içinde yapılması gereken her şeyi yapıyorsam, abi sen benden ne istiyorsun o zaman.
Asgari ücrete zam verecekler 2020’ye çıktı diye milli gün ilan edecekler, ama kendilerine zam yapıldığında bir bakıyorsun oranlara, telaffuz bile edilemiyor. Emeklilik meselesi… sen 25 sene çalışsan yetiyordu eskiden. Belli bir günü doldurunca emekli de oluyordun. Şimdi bağırıyor, “yok öyle bir şey” diyor. “Çifte maaş alamayacaksın” diyor. E baba 35 tane maaş alsam zaten seninkine yetişmeyecek, e madem adaletten bahsediyoruz, bunun neresinde adalet var. Hadi inanan var inanmayan var, inananlar açısından soralım, bu Allahtan reva mıdır. Sen öbür tarafta nasıl hesap vereceksin. İnandığını söyleyip beş vakit namaz kılıyorsun gideceksin orda bir hesap vereceksin bangır bangır bağırıyorsun meydanlarda cenneti var cehennemi var bu işin diye. E var da, benden hesap soracaklar da seni orda da mı kayıracaklar baba. E torpil yapılmayacaksa sen bu kadar çalmaya öbür taraftan geçmenin yolu varsa… Sen insanlara diyorsun ki o tarafta rahat etmek istiyorsan önce burada rahat edeceksin. Adam diyecek, o tarafta da bu rahatlığa alışkın geldi, burada sıkıntıya sokmayalım garibanı. Ama biz buradan gideceğiz, babam hep şunu söylüyor: cennet zenginlerin için. “Oğlum” diyordu, adam günah işler işler, bir gün kafasına eser biraz para dağıtır, bin kişi Allah razı olsun derse adam direk cenneti garantiliyor. Sen karnını doyuramıyorsun, kaç kişiye Allah razı olsun dedirtecen diyordu. “Onun için daha çok çalışman lazım” diyordu.
Babam işçilik yapmamış bir adamdı, sigortası da emekliliği de yok. Hoş sohbet bir insandır sorarım, baba niye çalışmadın bunca zaman bak muhtarlık yapmış bağkurunu yatırmamış, ticaretle uğraşmış halk getire. Diyorum ki “niye yaptırmadın”, “oğlum” diyor, “ben şimdi belli bir birikim yapsaydım ya da bir şeyi güvence altına almaya çalışsaydım 6 tane çocuğum vardı yetmeyecekti aranızda kavga çıkacaktı, şimdi ben yarın ölsem hiçbiriniz kavga etmeyeceksiniz, sadece bana üzüleceksiniz sonra hayatınıza devam edeceksiniz ama öbür türlü bana üzülmeyi de unutacaksınız. Öbür taraftan da acaba abim ne kadar alacak, ben ne kadar alacağım bunu tartışacaksınız”. Akıllılıktan mı, yapamadıklarını böyle mi telafi ediyor bilmiyorum. Öngörüsü güçlü bir insandır espriyle söylediklerinin bilinçli bir düşünce ürünü olduğunu düşünüyorum. Yaşadıkları ona bir bilinç katmış diyorum.
Bir İşçi