“Reform” adına, bugün yaşadığımız sağlık hizmetinin bizden uzaklaşmasını anlamak için biraz geriye giderek sırayla neler olduğunu hatırlayalım.
1-Sağlık ocaklarının ev ziyaretleri kaldırıldı. Aşamalı olarak önce Kürdistan bölgesinde “güvenlik” gerekçesiyle, sonra da tüm sağlık ocaklarında bu yükümlülük kaldırıldı. Sağlık hizmetine ulaşmak için ona gitmek zorunda kaldık. Oysa ev ziyaretlerinde hamileler, yeni doğanlar, kronik hastalar kendi gerçek koşullarında düzenli olarak takip edilir, toplumun büyük bir kesiminin sağlık sorunları sağlık merkezlerine gelmelerine gerek kalmadan çözülürdü. Bu sistemin sosyalizm sayesinde kazanıldığını hatırlatalım. Kaldırılışının da Sovyetlerin dağılmasına denk gelmesine dikkat çekelim. Kapitalizmin sosyalizm karşısındaki rekabetinin getirdiği zorunluluklar ortadan kalkmıştı ne de olsa.
2-1987 yasası ile sağlıkta taşeronlaşma başladı. Yine aşamalı olarak önce temizlik hizmetleri gibi hizmetler taşeron firmalara devredildi. İhaleler yoluyla en temel hizmetler sağlık hizmetinden kopartıldı. Hizmetler arası statü ve işleyiş farklılıkları hizmeti sekteye uğrattı. Çalışanları böldü. Sağlık hizmetinin başarısının ekip çalışmasında olduğunu hatırlatalım. Laboratuvar ve görüntüleme hizmetleri dış alım yoluyla ticarete açıldı. Sağlık merkezlerinin “zorunlulukları” ortadan kalktı. “Şunu yaptırmanız lazım ama bizde yok, şurada var” dönemi başladı.
3-1996'da ülkenin ilaç ihtiyacının % 70'ini sağlayan SSK ilaç fabrikaları kapatıldı. İlaçlarımızı dışarıdan almak ve Sağlık Bakanlığı’ndan onay çıkmasını beklemek zorunda kaldık. Tabii bu durum ilaç harcamalarını hem sağlık sunucusu, hem de alıcısı açısından kat be kat arttırdı. İlaç temini piyasanın insafına bırakıldı.
4-Yine 1996'da döner sermaye ek ödemeleri getirildi. Sağlıkçılar önce sağlığın ticarileştirilmesine karşı koyarken, kendilerini döner sermaye ek ödemelerinin hesabını yapar buldular. Burada önemli olan hastanenin gelirinin bir bölümünün çalışanlara dağıtılması değil, hastane yöneticilerinin “Maliyet, Risk, Fayda”, “Kar-ücret”, “Hız” kavramlarını sağlık çalışanlarına dayatması ve benimsetmesiydi. Hastaya yapılan her işlem, her malzeme bu süzgeçten geçirilir oldu. Hatta hastaya “değip değmeyeceği” düzeyine düştü.
5-Döner sermaye ek ödemelerine daha da tehlikeli bir uygulama olan negatif performans sistemi 2004 yılında getirildi. Sadece hekim grubunun alabildiği, diğer sağlık çalışanlarının döner sermayeden hekimlerin aldıklarından sonra kalanı paylaştıkları, çalışanlar arası rekabet ve bölünmeyi derinleştiren bir sistemdi bu. Çalışanların sağlık sisteminin ticarileşmesine yaptıkları itiraz, böylece bölünmeye başladı. Negatif performans sistemi, hekimin her yaptığı işlemin karşılığında belirli bir oranda ücret almasıdır. (İngiltere'de bu sistem pozitif performans sistemi olarak uygulanmakta. Hekimin hastanın tedavisinde başarılı olduğu durumlarda ek bir ücret alması sağlanıyor.) Negatif performans kötü niyetlere oldukça açık bir sistem olduğundan kötü niyetli, etik dışı uygulamalar astronomik oranda arttı. Muayene edilen, ameliyat edilen ya da uygulama yapılan hasta sayıları sorgulamaksızın arttı. Tedavi başarısı hızla düştü. “Kadınlara prostat ameliyatı” gibi haberlerden hatırlarsınız. Sağlıkta özen ve güven karşılıklı olarak bozuldu.
6-2005'de SSK hastaneleri Kamu'ya devredildi. Özel hastanelerle ve eczanelerle anlaşmalar yapıldı. “Sıra beklemiyoruz, istediğimiz hastaneye gidiyoruz” derken, özel hastanelerin ücret farklarını hesaplarken, başarılı doktorların reklamlarını takip ederken bulduk kendimizi. Kamu hastanelerinde yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden dolayı yoğunlaşan ve tıkanan sağlık hizmetleri hastaların özel hastanelere tüm varlıklarını dökmelerine neden oldu. Kar amaçlı kurulmuş olan eczaneleri tek tek dolaşıp “bulunmayan” ilaçları arar oldular. Daha pahalı ilaç satılsın diye -SGK'nın ödediği-ucuz olan muadilin piyasadan çekilmesi örneklerin en masumu.
7-2005 yılında İzmir pilot bölge olarak seçilip Aile Hekimliği uygulaması denendi. Başarısız bulundu. O günkü haberlerden hatırlarsınız zorunlu aşı kotasından dolayı hamilelere bile aşı yapılarak çeşitli zararlara uğranmıştı. Bunun üzerine 2010'da uygulama tüm ülkede başladı. Karlılık üzerine kurulu olması nedeniyle bu uygulama da öncekiler gibi TTB ve SES tarafından ısrarla reddedilmiş, bu konuda eğitimler verilmişti. Aile hekimine devlet belli bir ücret verecek hekim bir esnaf gibi kira, çalışan, temizlik, malzeme vb giderlerini çıktıktan sonra kendisine kalanı alacaktı. Bu durum hekimlerin yine “Maliyet, Risk, Fayda”, “Kar-ücret”, “Hız” kavramlarıyla düşünmeye zorluyordu. Sağlık örgütlerinin itirazı bunaydı. Üstelik kapatılan sağlık ocakları Çocuk, Kadın hastalıkları gibi uzmanları da bulundurup önemli bir ekiple birçok sorunu da çözüyordu.
8-2008'de Kamu Hastaneler Birliği (KHB) uygulaması başladı. Birliklerin başına bir gecede dinci-faşist parti binalarında belirlenen CİO'lar atandı. Tüm alt yöneticiler de atamalar yoluyla belirlendi. Devlet memurluğundan istifa ederek ertesi gün işe başlayanlar, liyakatla ilgisi olmayan tarikat onaylı “kadrolar”dı. Hastaneleri yönetenler özel, çalışanlar devlet kadrosundaydı. CİO'nun hedefi yüksek karlılıktı. “Vizyonumuz ve misyonumuz” tüm “işletmelerin” duvarlarına asıldı. Sağlık kuruluşları yeniden ters düz edildi. En ufak bir iyi niyet mahkum edildi. Trilyonlara varan bütçeler CİO'ların elindeydi. Tabii sağlık çalışanlarının akıbeti de. Aynı dönemde Dünya Bankası 2008 yılında yapmış olduğu değerlendirmede, “Hastane çalışanları, artık kamu çalışanı sınıfında olmayacak ve artık sağlık sektöründe ömür boyu istihdam hakkına sahip olmayacaklardır” demektedir. (OECD ve Dünya Bankası, 2008: 44).
9-2013'de GSS uygulaması başladı. Bize bir müjde gibi sunulan, tüm sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması diye bildiğimiz bu uygulamaya da, yine TTB ve SES itirazlarıyla, eğitimleriyle karşı koydu. Özetle, bu uygulamayla büyük bir kesim sağlık hizmetinin dışına atılmakta ve borçlandırılmaktaydı. Bu yazının kapsamına sığmayacak kadar çok haksızlığa ve aynı zamanda eşitsizliğe zemin hazırlayan bu uygulamayı anlatmak için bir başka yazı gerekir.
10- 2014'de yabancı uyruklu hekimlerin çalıştırılması serbest oldu. Böylece yabancı “yatırımcıya” özel hastane kurmanın kapıları sonuna kadar açılmış oldu. Devletin başındakilerinin yakınlarının hastane yatırımlarının zenginleşmelerinin önü açıldı.
11-Özel istihdam büroları açıldı. 2016'da yasalaşan bu uygulama tüm alanlarda olduğu gibi sağlık hizmetinde de saatlik, günlük çalışanların hiçbir sorumluluk ve bağlılık hissetmeden işe alınıp çıkarılmasını hedeflemekteydi. Çalışanlar için güvencesizleştirmeyi yasalaştıran bu uygulama pek çok sendika tarafından broşürlerle “anlatıldı”. Sağlıkta henüz uygulama başlamadı ancak part-time çağrılacak hemşire ve doktorların çalışacağı sağlık kuruluşlarında yaşanacak sorunlar uzun bir liste oluşturmakta.
12-2016'da KHK'lar yoluyla işten atmalar kolaylaştı. Gelişmiş kadrolar, akademisyenler, mücadeleci doktor ve hemşireler yani sistemin uygulanmasında “ayağa takılanlar” alandan uzaklaştırıldı.
13-2017'de Özel Sağlık Sigortası uygulaması başladı. Bu uygulama şu anda karşımıza çıkmasa da, sağlık sisteminin ikinci biçimden üçüncü biçime dönüştürülmesinin büyük bir adımı. Yani tamamen özelleştirme... “Paketini seç, bu hastalık pakette yok öde, paketin ekonomik bunları kapsamaz daha pahalısını al vb...” Sağlık sistemini örnek gösterdikleri emperyalist -gelişmiş- ülkelerde olduğu gibi tamamen özel sigortaların emrine vermek demek. Devletin yükümlülüğünü tamamen ortadan kaldırmak demek.
14-Yine 2017'de şehir hastaneleri kuruldu. Bu hastaneler devlet garantili, ulusal hukuktan “bağımsız” özel kuruluşlar olarak tanımlandı. “Yap, işlet, devret” türünden bir ticari işletme olan bu kuruluşlar, kamu-özel ortaklığının resmi kuruluşları olarak ilan edildi. Dünya Bankası, “özel sektör kuruluşlarının önemli ölçüde risk ve yönetim sorumluluğu aldığı kamu mal ve hizmetlerinin sağlanması için özel kesim ve devlet kurumları arasındaki uzun dönemli sözleşme olarak görülmekte” şeklinde tanımladı.
Devrimci Sağlık Emekçisi