İGA (İstanbul Grand Airport) ya da 3. havalimanı, bir çok işçinin ıstırap duyduğu bir şantiye; milyonlarca liranın döndüğü, ancak biz işçilere hiç bir olanak sağlanmayan yer.
Örneğin bir elektrikçinin yan keskisi olamaması, vidaları somunları elle sıkması, bir anahtarın onlarca işçide dönmesi, pensenin, kontrol kaleminin kalitesizliği... İGA işi almış kendi adamlarına şirket kurdurup [EHA (Şantiyedeki genel inşaat işleri yapan şirket) ve AHA (Yemek Şirketi)] büyük paraları kendi içinde döndürüyor. Biz de EHA’nın taşeronu olan Taştan Elektrik’te çalışıyoruz. Çalışan işçilerin birçoğu taşeronun da taşeronu olarak köleden daha fazla çalıştırılıyoruz.
İnsanların mesaiye kalmaları için maddi olanaksızlar kullandırılıyor. “Mesaiye daha fazla kalan daha çok ücret alır” diyorlar ama yalan söylüyorlar. Ayın birinde hesaplanıp onbeşinde maaş yatıyor olmasına rağmen, günlerce maaşlar yatmıyor. Dahası fazla mesai paralarını da alabilmiş değiliz. Kapitalistin dincisi makbul ya, patron “ben size şöyle iş veriyorum, böyle iş veriyorum, yanlış yaparsanız hakkımı helal etmiyorum” diye “gaza getiriyor” işçileri!
Havaların sıcak olduğu dönemlerde içimizi dışımızı toza bulayan, yağmurlu havalarda balçık-batağa kesen bu cehennemde bir saat zorunlu mesai olmasına rağmen (08.00-18.00) sabah 08.00’den akşam 22.00’ye kadar çalıştırılıyoruz. Patron, formen “mesai var” dediğinde “kalmak istemiyorum” deme şansı tanınmıyor ki işçilere!
30 bin işçinin damla damla canını emen bir cehennem, bir açık hava hapsanesi. Her anımız gözetleniyor, iş yapmadan durduğumuz her an fotoğraflanıyoruz! Sürekli atılma tehdidi, sürekli gizli denetim.
Burası güya, şu an dünyanın en büyük şantiyesi, ama can güvenliğimiz yok örneğin; İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği) uzmanının “bu şekilde çalışamazsınız” demesine rağmen patron, “benim adımı ver, 2 dakikalığına iskeleye çıktım emniyet kemerini o yüzden takmadım de” gibi yalanlar söyletmek zorunda bırakıyor. İSİG uzmanlarının eğitim için gelip imza attırdığı kağıtlarda “1-2 saatlik ders verilecek” yazmasına rağmen biz 5 dakika 10 dakikada alıyorduk bunu. İSİG çalışanlarının bir suçu olduğuna şahsen inanmıyorum, çünkü patronlar onlara da baskı yapıyor. Eldivensiz çalıştığımız için şirkete ceza kesilecekti, günlerce almadı ve ceza kesilmedi. Ya da bir dünya vinç, forklift ve palet gibi taşıma araçları olmasına rağmen, malzemeleri sırtımızda taşıyarak çıkartmak zorunda bırakılıyoruz. Maliyet hesabı sonuçta. Bize nasıl olsa sabit bir ücret veriyor, ne kadar çok işi üzerimize yıkarsa o kadar kar edecek!
Kaldığımız kampta hastane olmasına rağmen işçilere insanlık dışı muamele yapılıyor. Örneğin işe girişte yapılan muayene çok baştan savmaydı. Bir gün arkadaş manliftten düşmüştü, ayağında problem olmasına ve ben hastaneye gidip “arkadaşım rahatsız, yürüyemiyor, başı dönüyor ve midesi bulanıyor” dememe rağmen, ambulans görevlileri “kendisi gelmeli, biz gelemeyiz, ambulans da yok” demişti. Ya da “hastaneye kestirmeden götürelim” diye mühendislerin kaldıkları koğuşların oradan geçerken bir güvenlik görevlisi, hastaneye gittiğimizi söylememize rağmen, “buradan gidemezsiniz, yasak, diğer (uzun olan yol) yolu kullanmalısınız” demeleri, işçilere ne kadar önem verdiklerini göstermekte.
Burada gördüğüm en güzel şey, umutsuzluk olmaması… insanların bir şeylerin değişeceğine inanması. Böyle açık hava hapsanelerinden, böyle emek cehennemlerinden mükemmel dünyalar yaratacağız nasırlı ellerimizle.
İstanbul’dan Bir İşçi