< Üç Ermeni: Kökü Anadoluda Üç Çınar

Paramaz (Madteos Sarkisyan)

Hikayeleri çok bilinmeyen “Devrimci 20’ler” den biridir Paramaz. Kendisi ve 19 yoldaşı aynı gün, 15 Haziran 1915’te, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam edilir.

Kendisi ve asılan diğer arkadaşları Sosyal Demokrat Hınçak Partisi üyesidir. Tutuklanma tarihleri 24 Nisan 1915’tir: Ermeni Tehcirinin başlangıcı. Zaten tehcirin başlamasından hemen sonra, 10-27 Mayıs tarihleri arasında, yaklaşık üç hafta içinde yargılamaları yapılıp idam kararı verilir. Hemen ardından da 15 Haziran günü idamları infaz edilir; Beyazıt Meydanında.

İlginçtir ki Paramaz’ın tutuklandığı tarih 24 Nisan, İdam kararının alındığı tarih ise 27 Mayıs’tır. Biri tehcirin başlangıç tarihi, diğeri Tehcir Kanununun kabul edildiği tarih: Kendi tutsaklığı ile halkının yazgısı aynı doğrultuda ilerler sanki.

İttihat ve Terakki öncülüğünde gerçekleşen tehcir uygulamasının karşısında olan Paramaz ve yoldaşları, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nde faaliyet yürütürler. İttihat ve Terakki Partisi’nin uzun zamandır gündeminde olan “Türkleştirme” politikası, bu dönemde karşılığını asimilasyon ve tehcir uygulamaları üzerinden buldu.  Balkan Savaşları sonrasında Balkan halklarının Osmanlı’nın yönetiminden çıkarak kendi kaderlerini tayin etme yoluna gitmesi, Osmanlı’nın bu dönemdeki toprak kayıpları, Sarıkamış hezimeti, Ortadoğu’daki hegemonya kaybı gibi gelişmeler, İttihat ve Terakki Yönetiminin “Anadolu’yu Türkleştirme” projesini hızla devreye koymasına vesile oldu. Başta Ermeniler olmak üzere Süryaniler ve Keldaniler bu topraklardan sürülüp kopartıldı.

Paramaz ve yoldaşları özgür ve bağımsız bir Ermenistan kurma amacıyla silahlı eylemlerde bulunmak, yabancı devletleri Osmanlı’ya karşı kışkırtmak, Osmanlı’ya karşı tehlikeli planlar yapmak, Osmanlı halklarından bir kısmının Osmanlı hakimiyetinden ayrılıp kendi başına devletler yaratma amaçlı değişik yerlerde alenen ve gizli toplantılar gerçekleştirmek, basın-yayın yoluyla bu amaçların propagandasını yapmak ve kışkırtıcı çalışmalar örgütlemekle suçlanırlar.

Paramaz savunmasında Mahkeme başkanına hitaben, “Bizim olağanüstü çabalarımızı yok saymakla kalmadınız, aynı zamanda bilinçli olarak bizi imha etmeye çalıştınız. Siz ülkemizi bundan altı yüz yıl önce bizden koparmaya çalışıp işgal ettiniz. Şimdi de tüm Osmanlı vatanını bir Türkiye’ye dönüştürme çabası içerisindesiniz. Ancak siz bunu yaparken suçlu görülmüyorsunuz da aynı şeyi yapmaya kalkışıp tarihsel hakkımızı yeniden elde etme amacı için çabaladığımız için biz mi suç işlemiş sayılıyoruz yani.” demiştir.

Paramaz aynı zamanda Rusya vatandaşıdır. 1898 yılında arkadaşlarıyla birlikte Van’da tutuklanmış, yargılanması sonucunda idam cezasına çarptırılmıştı. Ancak Rusya’nın talebi üzerine cezası infaz edilmeden Rusya’ya iade edilmişti. Van’da yargılandığı davadaki savunmasında yine başkana hitaben “Bizim istediğimiz eşitlik; biz katı milliyetçi değiliz. Bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda kardeşçe yaşamak. Bir devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum. Ama Osmanlı devletinin tutumu onu Türkçülüğe götürüyor. Yüzlerce yıl önce bu topraklara geldiğiniz noktaya, Türkçülüğe geri dönüyorsunuz” ifadelerini kullanmıştır.

İdamların infazı sırasında Paramaz idam sehpasında “Siz sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz. Fakat inandığımız fikirleri asla. Yarın Ermenilik, ülkenin doğusunda özgür ve sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır. Yaşasın sosyalizm.” diye haykırır.

Dönemin atmosferi Paramaz’ın siyasi mektuplarına da yansımıştır: “İttihat karar vermiş. Ülkenin sisteminin sahibi olarak hem kendi halkı önünde hem de Avrupa önünde kredisini yükseltmek ve konum sahibi olmak adına, kurucu milletlerden herhangi birinden ‘kan vergisi’ talep ederek, onları kırmak istiyor. Olay yeri, bu kez de Ermenistan olacak ve özne de yine Ermeniler.”

 

Hrant Dink Ve Agos

1954 doğumlu Ermeni kökenli Dink, Malatya’da dünyaya geldi. Beş yaşındayken anne ve babasının ayrılması sonucu iki erkek kardeşiyle birlikte İstanbul Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesinin çocuk yuvasında yatılı olarak kalmaya başladı. Ermeni Varto Aşireti'nden Rakel Yağbasan ile evlenen Hrant Dink'in üç çocuğu oldu. Öz geçmişini kısaca bu şekilde aktarmış olalım.

Hrant Dink ve eşi Rakel, bu dönemde içinde yetiştikleri Tuzla Çocuk Kampı'nın yönetimini üstlenerek pek çok kimsesiz Ermeni çocuğuna sahip çıktılar. Tuzla Kampı'na "Ermeni militan yetiştirildiği" suçlaması ile devlet tarafından el konması sonrasında Dink, siyasal görüşleri nedeniyle de üç kez gözaltına alındı ve tutuklandı.

Dink, 90’lı yıllarda Ermeni tarihine ilişkin Türkiye'de çıkan kitaplara yönelik eleştiri yazıları yazmaya başladı. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayımlanan haftalık Agos gazetesi, İstanbul'da Türkçe-Ermenice yayımlanan ilk gazete olarak tarihe geçti. Adını iki dilde ortak olan ve "sabanın toprakta açtığı, içine tohumun konulduğu ve bereketin fışkırdığı yer" anlamına gelen Agos deyişinden alan gazete, bu bereket ve ortaklık simgesi ışığında bir yayın politikası benimsedi. Ana hedefler; Türkiye Ermeni toplumunun anadilini bilmeyen kesimi ile dayanışmak, Türkiyeli Ermenilerin devlet nezdindeki sorunlarını kendi sesinden dile getirerek, geniş kamuoyunun desteğini almak ve Ermeni kültür ve tarihini ana kaynağından Türkiye toplumu ile paylaşmaktı. Dink, Agos gazetesinin kurucularından ve başyazarıdır.

Agos'un yayın hayatı içinde ufuk açıcı söylemleri ile giderek kamuoyunun dikkatini çeken Hrant Dink, Yeni Yüzyıl ve BirGün gazetelerinde de köşe yazarı olarak görev aldı. Türkiye ile Ermenistan arasında komşuluk ilişkilerinin tesisi, sınırın açılması, Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin desteklenmesi ve 1915 olaylarının ölenler üzerinde acıtıcı rakamsal bir anlayış yerine kalanlar üzerinden, karşılıklı iki halkın onurunu gözeten empatik bir üslupla konuşulur kılınması, konuya ilişkin resmi tez dışında alternatif yayınların da yaygınlaşması konularını gündeme getirdi. Amerika, Avustralya, Avrupa ve Ermenistan'da çok sayıda konferansa katılan Dink, Ermeni kimliği ve Türk-Ermeni ilişkileri konusunda gerek Ermeni dünyası içinde gerek tarihteki rolleri açısından çeşitli Batı ülkelerinde sorgulayıcı süreçlerin başlamasına vesile oldu.

2002’de Urfa’da bir konferansta yaptığı konuşmada “Ben Türk değilim, Türkiyeliyim ve Ermeni’yim” demesi nedeniyle hakkında dava açılır ve dava 2006’da Beraat ile sonuçlanır.

Asıl yoğun yargı süreci, Atatürk’ün manevi kızı olan Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğuna ve Ermenistan’da akrabalarının bulunduğuna yönelik 6 Şubat 2004’te kendi imzasıyla Agos’ta yayımlanan haber ile başladı. “Sabiha Hatun’un Sırrı” başlığıyla verilen haberde, Antep asıllı Ermenistan vatandaşı Hripsime Sebilciyan Gazalyan, kendisinin Gökçen’in yeğeni olduğunu ve Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyordu.

Bu haberin 21 Şubat 2004'te Agos'tan alıntılanarak Hürriyet'in manşetinden "Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı" başlığıyla verilmesinin ardından, 22 Şubat 2004'te Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği sert bir açıklama yayımlayarak, "Kendisi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ilk kadın savaş pilotu olarak Türk havacılığının onursal bir ismidir. Sabiha Gökçen aynı zamanda Atatürk'ün, Türk kadınının Türk toplumu içinde bulunmasını istediği yeri gösteren değerli ve akılcı bir sembolüdür. Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır. Bir iddiayı, milli duygu ve değerleri de kötüye kullanarak bu şekilde yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmesini kabul etmek mümkün değildir. Ulusal birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir" görüşlerine yer verdi.

Bu bildirinin hemen ertesinde İstanbul Valiliği'ne çağrılarak, Vali Yardımcısı Erol Güngör'ün makamında, kendilerini Vali Yardımcısı'nın yakınları olarak tanıtan ve bugün halen kimliği belirsiz iki kişi tarafından "uyarılan" Hrant Dink hakkında, bu görüşmenin hemen ertesinde radikal sağ basında hedef gösterme kampanyası başladı.

Bu arada, 26 Şubat 2004'te İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz'in başını çektiği bir grup Agos'un kapısına gelerek "Ya sev ya terk et", "Kahrolsun ASALA", "Bir gece ansızın gelebiliriz" sloganları attılar. Agos'un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini "Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu" olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Hrant Dink, BirGün gazetesinde yayımlanan "Hoş Gidişler Ola" başlıklı yazısı sonrasında ise Yeniçağ gazetesinin 9 Ekim 2004 tarihli nüshasında "Ermeniye Bak" başlıklı manşetle hedef gösterildi. Bu manşet sonrası, Basın Konseyi Yüksek Kurulu, Yeniçağ gazetesinin kullandığı hitap tarzıyla yazara karşı zorbalığı özendirme tehlikesi yaratabileceği gerekçesiyle, Yeniçağ gazetesinin uyarılmasına karar verdi. Son olarak, Agos'un 21 Temmuz 2006 tarihli nüshasında yayımlanan "301e Karşı 1 Oy" başlıklı haber nedeniyle de Hrant Dink, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arat Dink ve İmtiyaz Sahibi Sarkis Seropyan hakkında dava açıldı. Söz konusu haberde, Dink'in Reurters ajansına verdiği demeçteki "Elbette bu bir soykırımdır diyorum. Çünkü sonuç kendisini zaten tanımlıyor ve adını koyuyor. Dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halkın bu olanlarla birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyorsunuz" alıntısının TCK 301 uyarınca "Türklüğü aşağıladığı" iddia edildi.

Bursa’dan Ahmet Demir adıyla Agos gazetesine bir mektup gönderilmiş ve bu mektupta: “Açık ilandır: Hrant Dink, oğlunu, seni ve Sarkis Seropyan’ı bir daha hiç konuşamamak üzere susturacağız. Önce oğlunu. Cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgelerinin birinden alacaksın. Gestapo Türk” denmiştir. Hrant Dink’ in avukatları 2 Şubat 2006 tarihinde bu tehditle ilgili olarak Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuşlardır.

2004 yılından Dink cinayetinin işlendiği 19 Ocak 2007 tarihleri aralığında Ermeni ve azınlıklar meselesi ile ilgili yapılan etkinliklere yönelik saldırılar yaşanmış, 5 Şubat 2006’da Trabzon İtalyan Katolik Kilisesi rahibi Andrea Santoro ayin sırasında öldürülmüştür.

2002-2007 yılları arasında ulusalcı-aşırı milliyetçi akımlarda artış meydana gelmiş, birçok dernek ve oluşum kurulmuş, Hrant Dink bu akım ve oluşumların doğrudan veya dolaylı hedefi olmuştur.

Hedef haline getirilmesi sürecinde Hrant Dink “azınlık-misyonerlik-vatana ihanet” ve “Türklüğü aşağılama” suçlamasıyla kurulan haksız hükümden sonra “tescilli Türk düşmanı” gibi terimlerle anılmaya başlanmıştır.

2005 yılından itibaren Orhan Pamuk, Hasan Cemal, Murat Belge, İsmet Berkan, Elif Şafak, Aydın Engin ve yanı sıra birkaç aydın hakkında davalar açılmış ve bu davalarda da adliye binası içinde ve dışında olaylar yaşanmış, pankartlar açılmış ve bu olaylara ilişkin basın-yayın organlarında çok sayıda haber yapılmıştır.

Orhan Pamuk hakkında TCK m. 301 uyarınca “Türklüğe hakaret” suçlaması ile açılan davanın duruşmasının görüldüğü 16.12.2005 tarihinde Şişli Adliyesinde iki yabancı gözlemci darp edilmiş, Orhan Pamuk çevik kuvvet koruması altında ancak adliye binasından ayrılabilmiş, bindiği araca saldırılmış, aracın ön camı çatlamıştır. Adliye koridorlarında Orhan Pamuk ile destekçisi yerli ve yabancı konuklara “Yahudiler o tarafa, Türkler bu tarafa” diye bağırılmış, adliye binası önünde “Türk milleti Orhan Pamuk’tan hesap soracak” sloganları atılmış ve bu duruşmayı izlemek üzere gelen Hrant Dink’e de “Sen de ataların gibi hainsin” diye bağırılmıştır.

Tüm bu saldırı ve karalama süreçleri, Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de, Agos gazetesinin önünde üç el kurşun ateşiyle öldürülmesinin ardından da devam etti. Suikast sonrası Hrant Dink hakkındaki davalar düşerken, söz konusu son davada Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 11 Ekim 2007'de Arat Dink ve Sarkis Seropyan'ı birer yıl hapsi cezasına mahkûm etti. "Arat Dink ve Sarkis Seropyan'ın Türk milletine soykırım isnat eden haber yayınladıkları mahkemelerce sabit görüldüğünden sanıkların ayrı ayrı kişilikleri, eylemlerin özellikleri dikkate alınarak cezalandırılmalarına" ifadesi ve söz konusu demeci alıntılayan hiçbir ulusal basın ve medya kuruluşuna dava açılmaması büyük tartışmaları da beraberinde getirdi.

 

Aram Tigran: Mamoste (Üstat, Öğretmen)

Aram Tigran, 1934 yılında Suriye’nin Qamışlo kentinde doğmuş Ermeni kökenli bestecidir. Ailesi Diyarbakır’da yaşamaktayken Ermeni Tehciri sırasında Qamışlo’ya göç eder. Bir Kürt aile Tigran’ın ailesini tehcir sırasında koruma altına alır. Tigran, sadece Kürtçenin konuşulduğu evlerde büyür ve tehcir sırasında Kürt bir ailenin kendi ailesini koruma altına almasından dolayı Kürtlere hep bir minnet borcu içindedir. Ermenice, Süryanice, Arapça ve Yunanca da besteler yapan sanatçının en çok Kürtçe besteler yapıp söylemesi bu şükran duygusundan kaynaklıdır.

Tigran 9 yaşındayken ud çalmaya başlar. Babası da müzisyendir: Bilurvan ve neyzen.

Kısa bir süre sonra ut çalmayı bırakarak Kürt müziğinde çokça kullanılan bir enstrüman olan cümbüşü tercih etti ve daha çok Kürt Halk Müziği formatında eserler söylemeye başladı.

1966’da ailesiyle Ermenistan’a göç etti. Burada 1955 yılında kurulan Erivan Radyosu’nun Kürtçe bölümünde çalışmaya başladı ve ciddi manada ilk müzik eğitimleri de bu döneme denk geldi. 1984 yılına kadar radyoda çalışmalarına devam etti ve 1995 yılında ülkesinden ayrılarak Avrupa’ya gitti. Kısa bir süre sonra Atina’ya yerleşti. 2006 yılında ilk kez bir festival için Diyarbakır’a geldi ve babasının doğduğu köyü secdeye kapanarak ziyaret etti. 14. albüm çalışmasını 74 yaşında yayımladı ve 6 Ağustos 2009’da Atina'da aniden rahatsızlanarak kaldırıldığı hastanede, beyin ölümü gerçekleşti.

Tigran Diyarbakır’da bulunduğu sırada Diyarbakır için şunları söylemiştir: "Diyarbakır'a gelmek benim yüzyıllık rüyamdı. Hep derdim 'Tanrım, ölmeden anne babamın yaşadığı toprakları görebilecek miyim?' İki yıl önce Yunanistan vatandaşı olduktan sonra ilk olarak Diyarbakır'a geldim. Çok etkilendim ve bir şarkı yazdım. Şarkının bir dörtlüğü şöyle: 'Di xewnên şevan de min bawer nedikir (Rüyalarımda görsem inanmazdım) / Bi çavan bibînim bajarê Diyarbekir (Diyarbakır'ı görebilmeyi) / Rojbaş Diyarbekir me pir bêriya te kir (Günaydın Diyarbakır seni çok özledim) / Te derî li me vekir (Sen kapılarını bana açtın) / Te me şa kir (Bizi çok mutlu ettin)."

Aram Tigran Diyarbakır’ı çok sevmişti ve ailesinin de tehcir sırasında zorunlu olarak terk ettiği topraklardı buralar. Bu yüzden Diyarbakır’a gömülmeyi vasiyet etmişti.

Atina'da beyin kanaması geçiren ve yaşamını Tigran'ın cenazesinin Türkiye'ye getirilmesi için Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı DTP'li Osman Baydemir ve Diyarbakır İl Başkanı Fırat Anlı'nın da aralarında bulunduğu bir komisyon kurulmuştu. Tigran'ın Diyarbakır'da gömülme isteğine Türk hükümetinden vize çıkarsa, cenazesi uçakla Diyarbakır'a getirilecekti. Diyarbakır'da Ermeni Kilisesi'nde yapılacak ayinin ardından Tigran'ın cenazesi Urfakapı Semti'nde bulunan Ermeni Mezarlığı'nda toprağa verilecekti.

Tigran'ın eşi Sirvant, Türk hükümetinden olumlu yanıt beklediklerini belirterek, "Türk hükümetinden kocamın vasiyetini kabul etmesini bekliyorum. Türk hükümeti bunu kabul ederse aile olarak minnettar kalacağız. Aram; Türk, Kürt, Arap, Ermeni ayrımı yapmazdı. Bizler kardeşiz" demişti.

Ancak Türk hükümeti bu vasiyetin gerçekleştirilmesine izin vermedi. Tigran Belçika’nın başkenti Brüksel’de defnedildi.

Diyarbakır'ı ilk kez 2008 Mayıs'ında görmüştü. Kültür ve sanat festivaline katılan Tigran, iki ay kentte kalmıştı. Batman'da Nevruz kutlamalarına da katılan Tigran, öldürülen Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink anısına 'Sarı Gelin' türküsünü söylerken, "O, bu türküyü çok seviyor" demişti.

 

Üç Çınar: Ezcümle

Devrimci Paramaz’ı çoğumuz bilmeyiz. Türkiye devrim hareketinin Denizlerle, Mahirlerle, İbrahimlerle, Mazlumlarla başladığını kabul ederiz çoğumuz ama daha Cumhuriyet bile kurulmamışken sosyalist program çerçevesinde mücadele veren Paramaz’ı çok azımız tanırız. Bunda Türkiye Sol Hareketlerinin şovenizm ve Kemalizm etkisinden tam sıyrılamamasının da etkisi vardır. Demokratik Sol Örgütlerin bile Ermeni Soykırımıyla tam olarak yüzleşemediği, bu soruna karşı seslerinin tam çıkmadığı da bilinen bir gerçektir.

Türk Devleti asimilasyon çalışmalarının bir parçası olarak farklı dil ve kültürlerin yaşamasına ve gelişmesine engel olmak için yasakçı zihniyetle hareket ediyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin Aram Tigran ve müziğini yaşatmak için açmış olduğu Aram Tigran Konservatuvarı, belediyeye atanan kayyım eliyle (devletin eliyle) 2016’da kapatılmıştır. Yine aynı şey, Hrant ve eşi Rakel Dink’in yönetimini üstlendiği Tuzla Çocuk Kampı’nın da başına gelir. Devlet tarafından el konulan bu kurumun el konulma gerekçesi olarak “Ermeni militan yetiştirilmesi” gösterilir. İşin aslı ise hem Tigram Konservatuvarı’nın hem Dink’lerin yönettiği Çocuk Kampı’nın kendi dil ve kültürlerini yaşatmak için kurulmuş kurumlar olmasıdır. İşin aslı, farklı olana devletçe el konulması, kapatılmasıdır.

Hrant Dink’e yönelik devlet ve sivil faşist örgütlerce Sabiha Gökçen’in aslında Ermeni olduğu haberini yapmasından sonra baskı ve tehditlerin artması da devrimci Paramaz’ın başına gelenle aynıdır. Devlet Türkçülük zihniyetini nasıl ki Paramaz’ın yaşadığı dönemde yeni yeni tesis etmek derdindeyken, bu zihniyeti Hrant Dink döneminde sürdürmek derdindedir. Yine Aram Tigran’ın Diyarbakır’da gömülmeyi vasiyet etmesine rağmen devletçe buna izin verilmemesi, devletin aynı Türkçülük zihniyetini koruma çabasındandır. Çünkü kökü Anadolu’ya dayanan bu üç Ermeni çınar, Türkçülüğü değil tüm dil ve kültürleri koruma, yaşatma derdinde insanlardır. Aram Tigran Ermeni milliyetçisi değildir, bu sebeple yaptığı Kürtçe beste sayısı Ermenice bestelerin üç katı kadardır. Paramaz Ermeni milliyetçisi değildir; bu sebeple sosyalist programı benimsemiş ve o programla hareket etmiştir. Hrant Ermeni milliyetçisi değildir, bu sebeple çok sayıda köşe yazısında bu toprakları ve bu toprağın insanlarını çok sevdiğini vurgulamıştır. Ancak devlet milliyetçi ve Türkçüdür. Kendinden olmayanı sürme, katletme, yok etme, kurumlarını kapatma, karalama ve yok sayma çabasındadır.

Bugün 19 Ocak ve bu yazı, kökü Anadoluya ufku ise tüm insanlığa uzanan üç Çınar’ı hatırlatmak için yazılmıştır. Yazıyı Hrant’ın eşi Rakel’in, Hrant’ın cenaze töreninde okuduğu veda mektubundan bir bölümle bitirmek istedik:

“O, bugün Türkiye'de milat yaptı sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi. Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek Hrantlara inanarak olur, nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşındakini kendin gibi görerek kendin gibi sayarak, kendin sayarak olur.”

Devrimci Hukukçular