Dört tarafını saran “güvenlikli” sitelerin orta yerinde, tüm çirkinliği ve keşmekeşi ile göze batan kurutulması gereken bir bataklık burası yerel yönetimler ve o “yüksek güvenlikli” site sakinleri için…
Yakınına kurulmuş Şehir Hastanesi, köklü bir ilim-irfan yuvası olan İbn-i Haldun Üniversitesi ve çok prestijli konut projelerinin katma değer kattığı bir ilçeye; e tabii yolu olmayan, damı akan, bahçesinde meyve ağacı-sebze bostanı olan, yoksulların yaşadığı ve çağdaş kent yaşamına hiçbir rant pardon ne demeliydim ki; üretmeyen bir gecekondu mahallesi, tabii mümkünse topluca değilse de parça parça yokedilmek, der-dest edilmek istenir.
Geçen gün mahallede yaşayan bir genç; “AVM ihtiyacını gidermek için Şehir Hastanesi’nin bahçesine gidiyorum” dediğinde alık alık yüzüne bakmıştım. Onca cilananıp parlatılan Avrupa’nın kıskandığı, ilçemize değer katan yani katma değer katan Çam Sakura Şehir Hastanemiz, aslında tam da bu ihtiyacı gidermek için inşa edilmiş. Tabii benim işe giderken servis güzergahım olması dışında hiç bu yönünü görmediğimden, o gencin ne demek istediğini, hastane diyerek, “sağlık erişimine” ihtiyaç duyduğumda anlamış oldum. Zincir restoranlar, kozmetik ürünlerinin satıldığı dükkanlar, hatta ne büyük kolaylık, yatan hastanız için don-fanila-pijama alabileceğiniz dükkanlar filan var. Tabii genç arkadaşım der; “AVM’ler kapalı ama Şehir Hastanesi var”. Ve o pandemi yasaklarından filan da etkilenmeyen bir yanı var. Çünkü sağlığa erişim önemli bir şey.
Bir de yukarıda belirttiğim İbn-i Haldun Üniversitesi var! Son yılların moda mimarisine uygun olarak inşa edilmiş Apartman Üniversitelerimizden. Bu terimi ben uydurmuş değilim. Hani Üniversite deyince kampüs filan gelir aklınıza. Yok öyle bir şey, içi boşaltılan eğitim sistemi gibi mimarisi de ona uygun inşa edilmiş. Aslında yazımın konusu sağlık sistemi ya da akademik eğitim değil… Lakin yaşadığımız mahallenin başımıza yıkılmak istenmesi bunların üzerine inşa edilince yerel yönetimler tarafından, biraz etrafında dolanmak gerekti hepsi bu.
Epey zamandır yapılmak istenen bir yol projesi ile yaşam alanımız ve evlerimiz yıkım tehdidi ile karşı karşıya. Son 10-15 yılın kent politikası bu. Yani bu biçimi ile. İnsanların evlerini başlarına yık ve sürgün et. Evet tam olarak bakanlıklar ve yerel yönetimler eliyle uygulanan kent-konut politikası hatta emlak politikacılarının kentsel iyileştirme diye yutturmaya çalıştıkları şeyin adı: “Yık ve Sürgün Et.” Orada yıkılan şey; bu ruhsuz katma değerli kentleri inşa edenler için; ucube hallerinden kurtarılması gereken derme çatma birşeyler. Hatta bir dönemin Çevre Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar; ‘‘Bize göre terörün arkasında gecekondulaşma da var. Ülkemizin ana sorunları öncelikle terör, terörden sonra cari açık, ondan sonra da çarpık yapılaşmadır. Bu birbirine bağlı problemleri çözmek için elimizden gelen en üstün gayreti göstereceğiz’’ demişti. Hatta bunu bakanlığın sitesinde kentsel yıkım planlarının hayata geçirilmesinin ivediliğini vurgulamak için bir kampanya içeriği olarak sürdürmüştü filan. Şimdi bugünkü zihniyet, bugünkü hayata geçirilmek istenen projelerde, yoksul halkların üzerinden bir silindir gibi geçmiyor mu geçiyor.
Şimdi bizim yaşamlarımızın üzerinden geçirilmek istenen silindirin adı da “yol” projesi. 2012 yılında imar planları hazırlanmış, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından. “1/1000’lik Altınşehir - Güvercintepe Uygulama İmar Planı.” Bu plana göre evlerimizin üzerinden bir ucu “Kuzey Marmara Otoyolu” na bağlanan 35 metrelik bir yol sözkonusu olan. Aslında bu büyüklükte bir yola otoban denilebilir. Bu belirlemeyi uzmanlarına bırakarak devam ediyorum.
Memleketimizde alınan kararlar, uygulanmak istenen projeler bölge insanı ile ya da bütünlüklü olarak halk tabakalarıyla birlikte alınıp uygulanmadığı için biz bu projeden mülkü yasal olan komşularımıza yani tapusu olan komşularımıza kamulaştırma celpleri geldiğinde haberdar olduk. Bunu niye belirtiyorum, çünkü; bu tip durumlarda plan iptal kararı (hani es-kaza hukuku yurttaş lehine işleten mahkemeler olurda) aldırmak gibi yargı yollarına başvurmak için gerekli süreleri kaçırmışız. Lakin bugün aynı güzergahta, bir de Başakşehir Belediyesi’nin yapmak istediği bir yol projesi çıktı karşımıza. Ve hatta Büyükşehir’in yol projesi uygulandığında, yeşil alan olarak tasarlanan kısıma yapılmak isteniyor ilçe belediyesi tarafından bu yol. Bilinmeyen bir sebepten İBB yapmak istediği yolu başlamadan durdurmuş. İBB yetkililerinin beyanı bu. Ama kamulaştırmasına devam ediyor bir yandan da. İlginç. Başakşehir Belediyesi de Bisiklet Yolu diyerek yapmak istiyor yolunu. Ya bizim evlerimize giderken geçtiğimiz sokakların asfaltı, karo taşı yok. İBB’den 35 metrelik yol, Başakşehir Belediyesi’nden bisiklet yolu… Ve tüm bunlar yapılırken biz bunlardan faydalanamıyoruz. Çünkü; belediyecilik hizmeti alamayan evlerimizin üzerinden geçiyor bu mübarek yollar...
Bir de Başakşehir Belediyesi’nin geçtiğimiz haftalara kadar mahalle insanını taciz eden, hatta mesnetsizce 1 aya kadar evlerinizi boşaltın diye tehdit eden zabıtalarını eklersek; Mahalle insanı diken üstünde.
Ve bir araya gelmenin, bu hazin yol hikayesinden evleri başlarına yıkılmadan çıkmanın yollarını arıyor. Deniyor, konuşuyor. Ne zaman topyekün harekete geçecek bilemiyorum. Lakin insanların en tabii yaşam hakkı olan barınma hakkı ile sınanması büyük haksızlık, bu konuda hem fikir komşularımızın çoğu bunu biliyoruz.
Başakşehir Belediyesi tarafından; Kamu yararı ve sağlığa erişim hakkı diye sunulmak istenen yol projesi kamu yararı gözetmiyor, bunu görmek gerek öncelikle. Çünkü Başakşehir Belediyesi’nin sosyal medya hesaplarından, internet sitesinden, yeni konut projesi olarak sunduğu 38-39 sokakların olduğu 39 dönümlük arazinin 17 dönümüne 6 bloktan oluşan ve 503 konutluk bir sosyal konut projesi mevcut. Ve üzerinde yaşayan hane sahiplerinin büyük çoğunluğu ile anlaşma sağlanmış. Ve bu projeyi sunarken, henüz yapılmayan hastane yolu ve çevresindeki hayata geçmemiş diğer projelerin dahil edilerek sunulması, evlerimizi yıkarak yapılmak istenen yolun aslında, bu konut projesinin emlak değerini artırmak için yapılmak istendiği gayet net anlaşılıyor.
Şimdi karşı karşıya olduğumuz bu yıkım tehdidine karşı; Başakşehir Belediyesi’nin rantına ses çıkarmayıp evlerimizi sessiz sedasız buyrun sizin olsun diye sunalım mı? Yoksa sonuna kadar bu yıkımın karşısında dimdik duralım mı?
Bayramtepe Sakinleri