< < Yok Edilmek İstenen Senin Hikâyendir

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Dicle Nehri üzerindeki yapımına 2006 yılında başlanan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi’nde, Haziran’dan itibaren su tutulma işlemine başlandı.

Hasankeyf, şimdiye kadar keşfedilen 550 kültürel ve tarihi varlık ve 5500 insan yapımı mağara barındırıyor. 1978 yılında arkeolojik sit alanı ilan edilmesine rağmen, korunması ve sonraki nesillere bırakılması için gerekli hiçbir çalışma resmi yetkili kurumlar tarafından yapılmadı.

UNESCO Dünya Kültürel Mirası kriterlerinin 9/10’unu karşılayan dünyadaki tek yer olma konumunda olan ve 12 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’na karşı uzun yıllardır bir mücadele yürütülüyordu. Ve medeniyetin beşiği Mezopotamya’nın bu antik kentinin sular altında kalmaması için su tutulma tarihi yaklaştıkça eylemler, protestolar, lobi girişimleri, hukuksal işlemler hızlansa da, değişen bir şey olmadı. Mahkeme kararları yok sayılarak, ÇED raporları olmadan barajın inşası sürdü.

Tarih, halkların hafızasıdır. İnsanı insan yapan, onbinlerce yılın birikimidir. Ve birkaç yüzyıllık bir tarihi egemen kılmayı, insanlığın hafızasını yok ederek yerine yenisini oluşturmaya çalışanların hedefinde şu an Hasankeyf var. Birkaç onyıl ömrü olan bir baraj için, onbin yıldan fazla ayakta kalmayı başarmış antik kent yok ediliyor.

Birkaç yıl önce bunun farklı bir versiyonunu Palmira Antik Kenti’nde görmüştük. Mezopotamya’nın önemli antik kentlerinden Palmira, IŞİD tarafından patlayıcılarla yıkılmış, insanlık tarihi, insanlık düşmanları tarafından yok edilmeye çalışılmıştı. Az daha geriye gidersek, 2011 yılında Bergama’da inşa edilen Yortanlı Barajı, Antik Yunan döneminde en önemli sağlık merkezlerinden birisi olan Allinoi Antik Kentini yutarak yok etmişti.

İnsanlığın ve tarihin hazinesi demiştik, genişletelim. Evet, bir toplumu yok etmek istiyorsanız, kökten değiştirmek istiyorsanız, hafızasını, birikimini, tarihini yok edersiniz. Bunun bir parçası da kütüphanelerdir. Antik kentlerden, kalıntılardan tarih hakkında, insanlık hakkında öğrenebileceğimiz her şeyi, Kütüphanelerde daha hızlı ve kolay şekilde öğrenirsiniz. Yazının bulunmasından itibaren insanlık her bir bilgiyi paylaşmak, kuşaklara aktarmak için kütüphaneler kurdu. Göç yollarının medeniyetlerin kesişme noktasındaki kütüphaneler bilginin yayılmasında en büyük etmenlerden idi. Ve tarihten bu yana gericilik bilgiyi engellemek, halkları daha kolay yönetebilmek için “bilgi”yi yani kütüphaneleri de yok etme yoluna gitti.

Yok edilen kütüphane deyince tereddütsüz aklımıza ilk olarak İskenderiye Kütüphanesi gelir. Milattan Önce 3. yüzyılda kurulan kütüphane dünyadaki pek çok bilim adamının, araştırmacının uğrak yeriydi. Bilginin sana gelmediği, senin bilgiye gittiğin dönemlerde neredeyse tüm dünyanın bilim ve bilgi merkezi idi.

Rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki, eğer İskenderiye Kütüphanesi yok edilmeseydi, insanlığın bilgi birikimi çok daha ileride olacaktı. 13. yüzyılda Bağdat Kütüphanesi, 15. yüzyılda ve 16. yüzyıllarda yakılan Endülüs Emevi kütüphaneleri de bu gericilikten payını alanlardan.

Bilgiyi saklamak, bilgiyi paylaşmamak ya da yasaklamak, ortaçağ karanlığına mahsus bir şey değil elbet. Nazi Almanyası’nda yahut 12 Eylül faşizminin karanlık günlerinde gericilik, yakılan kitaplarla aydınlattı gökyüzünü.

Antik çağlarda kalıntılardan, yazıtlardan okuduğumuz, “medeniyet” gelişirken, dünyayı dolaşıp bilgiyi aradığımız günlerden bugün ulaştığımız nokta, telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan dünyanın her tür bilgisinin parmaklarımızın ucuna gelmesi… Ancak gericilik dünyanın dört bir yanında bunu da engellemenin yollarını buluyor. Kesilen internet bağlantıları, kapatılan siteler, engellenen sayfalar, geçmişin yakılan kütüphanelerine eş değer.

Aynı şekilde geçtiğimiz aylarda yaşanan bir diğer gelişme ki, aynı kapsamda ele alınmalı, daha aşağısı değil. Türkiye’nin “Milli Kütüphane”si kaldırıldı… Bir KHK ile Milli Kütüphane’nin kuruluş kanunu iptal edildi. Ve Kütüphanenin içindeki 3 milyon eserin ne olacağı belli değil… Şu an Türkiye, dünyada milli kütüphanesi olmayan tek ülke konumunda.

Kütüphanede bulunan 3 milyona yakın eserin 55 bini eski harfli Türkçe kitap, 26 bini el yazması… Ünlü ressamların orijinal tabloları, taş plaklar, fotoğraf, pul, para, afiş ve mikrofilm gibi görsel-işitsel materyaller; İstanbul'un fethinde ele geçirilen ceylan derisi üzerine yazılı İnciller ve tezhipli Kur'an-ı Kerim'ler de Milli Kütüphane’nin en değerli eserleri arasında…

Halkların tarihleri, hafızaları birer birer yok ediliyor… Yerini ne alacak… Koca bir hiçlik!

Başa dönelim; Hasankeyf’te Ne Oluyor:

Ilısu Barajı ile sadece Hasankeyf sular altında kalmayacak. 199 yerleşim yeri de sular altında kalacak; Irak ve Suriye halklarında da susuzluk nedeniyle yıkıma neden olacak. Hasankeyf’te şimdiye kadar 7 önemli eser taşındı, ancak Hasankeyf sadece bunlardan ibaret değil. Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nde daha kazısı bile yapılmayan yüzlerce arkeolojik alan ve daha keşfedilmemiş belki yüzlerce arkeolojik kazı alanları var. Taşınan eserler de doğal ortamından koparılarak yapay alanlara hapsediliyor.

2017 yılından beri, vadi ve mağaralar da milyonlarca metreküp dolgu ile dolduruldu, kayalar patlayıcılarla düşürüldü ve restorasyon adı altında tahribatlar yapıldı.

“Restorasyon” adı altında tarihi Hasankeyf Kalesi betonla kaplandı. Kaleye çıkan onlarca mağara da betonla kaplandı. Kaleden tarihi Hasankeyf Çarşısı’na doğru giden yolun başında bulunan ve tarihi net olarak bilinmeyen; ancak 10 bin yıllık olduğu tahmin edilen Hasankeyf’in en ünlü mağarası da kepçeler eşliğinde yıkılarak betona gömüldü…

Yıkımların başladığı günden itibaren ilçenin en önemli tarihi eserleri olan Zeynelbey Türbesi, İmam Abdullah Türbe ve Zaviyesi, El-Rızk Camii Minaresi, Selahattin Eyyubi Camii ve minaresi, Artuklu Hamamı ve tarihi kaleye çıkan Roma Kapısı yerinden edildi. Raman Dağı eteklerine kurulan yeni Hasankeyf yerleşkesinde bulunan “Arkeopark alanı”na götürülen eserlerin, taşıma sırasında ne kadar tahribata uğradığı bilinmiyor.

Yüzü aşkın mağara restorasyon çalışması veya incelemeler yapılmadan iş makineleriyle betona gömüldü. Su tutulma başlayınca, Dicle Vadisi boyunca bulunan 300 höyük sular altında kalacak.

Ve 20-22 Temmuz günleri baraj kapakları kapatılarak su tutulmaya başlandı ve baraj göleti her geçen gün yeni alanlara doğru büyüyor. Civarda yaşayan insanlar, suyun kendi yerleşim ve ziraat alanlarına ne zaman ulaşacağını bilmiyor ve tedirginlikle bekliyor.

Ekim ayı başında Hasankeyfliler için yapılan yeni yerleşim yerlerinin yolları, altyapısı tamamlanarak halk yeni yerleşim yerlerine taşınmaya mecbur bırakıldı. Bölgede yaşayan yüzlerce aile de göç etmeye başladı. Aynı zaman diliminde de 10 köy sular altında kaldı.

Bunlarla birlikte Hasankeyf’te sular altında kalacak olan yüzlerce mezar taşınmaya başladı. Hasankeyfliler, “Ölülerimizin bile huzur içinde yatmasına izin vermediler” diyor. Tarihte ilk olarak Moğol istilası sırasında göç etmek zorundan kalan Hasankeyf sakinleri, ikinci göçü 1966 yılında mağaralardan nehir kıyısına göç ettirildi, bugün üçüncü defa göçertiliyorlar.

Su seviyesi Küçük Saray’ın penceresine kadar geldi, antik kentin silueti tamamen yok edildi. Ve bu hafta, Tarihi Hasankeyf Çarşısı için yıkım kararı alındı. Tarihi çarşıdaki iş yerleri için Şubat ayında “boşaltma emri” verilmişti.

Evet, Dicle Vadisi ve Hasankeyf’ten yükselen çığlık “Hasankeyf sular altında kalırsa insanlık boğulur” diyordu… Öyle günler yaşıyoruz ki, insanlığın ortak hafızasına sahip çıkmak için de devrime ihtiyacımız var…

Sibel Deniz