Toprağa kavuşan tohum, topraktaki nemi emer ve yavaşça şişmeye başlar. Uygun sıcaklıkta ve yeterli oksijen alabilirse tohum bir süre sonra yarılır ve içinden damarlar toprağın içinde dans etmeye başlarlar. Yerçekimiyle toprağın derinliklerine ulaşırken kolları gövdesi güneşi arar ve toprağı delerek yeryüzüne kavuşmaya çalışır. Soğıktan ayazdan, kuraklıktan korunabilmişse, yaprak vermeye başlar ufaklığımız…
Dallarının uçlarında bolca hücre bulunur. Ağaç gelişirken bu hücrelerde çoğalır, yeni dal ve yaprakları oluşur. Zamanla dalların uçlarındaki bu hücreler daha az büyümeye başlar ve dalın gelişmesi giderek yavaşlar.
....
Büyükbabam bir çiftçiydi ve iyi bir oduncuydu. Gözleri adeta ellerindeydi. Dokunarak görürdü ve koklayarak. Erkek torunlarını pek bir severdi, ama onların aklı dedemin ellerinin nereye dokunacağı değil, domuz avına giden köylü gençlerindeydi. Çaresizce bana anlatırdı biriktirdiği bu deneyimleri. Anlatmak zorunluluğu hissederdi öyle ya; yaşamın bir anlamı olmalı ve görülebilen bir sonucu. Sanırım bunun en iyi göstergesi eğitimdi. Sabahları horozların ötüşüyle uyanırdık. Dedem ahıra girerdi elleri belinde bağlı bir şekilde. Kadınlar ineklere yem veriyor, altlarını temizliyor, kuru gübre serpiştiriyor olurdu o saatlerde. Biraz daha geciktiğinde ise gördüğü manzara, ineklerin altına dilimizde kurşi denilen kısa el yapımı taburelerle girmiş ve süt sağışımız olurdu. Kaba elleriyle pat pat dokunurdu her birisi nazar boncuklarıyla süslü ineklerimize. Kimisi Nazlı, Kimisi Sevgi kimisi Hanım…
İneklerimiz her sene doğururdu yavrularını bol sütleriyle beslerdik. Kapitalist bir mantıkla suni yemlere boğmazdık annemizi de yavrumuzu da, ama ahırımızın bir sınırı vardı ve en güzelini, en süt verenini ve sağlıklısını eve ayırır, görece gözden çıkarmak zorunda kaldığımız canlarımızı tüccar amca almaya gelirdi. Onun gelişini hiç istemezdim, çünkü bilirdim o geldiğinde evde hüzün havası esecek, evimizin bir üyesi eksilecek ve o kesimhaneye gidecek. Köy evlerini bilir misiniz. Bizimki 100 yıllık taş evlerdi. Eşikten içeri girdiğinizde sol tarafta tereg denilen sedirlik ve locin denilen ateş yakılıp yemek pişirilebilen küçük kuyumuz vardı. Düz devam ederseniz sağınızda yüksek bir eşiğin ardında misafir odamız, tam karşımızda büyük ve karanlık bir soğutucu gibi gizli bölmeleriyle mutfağımız ve son olarak mutfağın yanında ahırımız…
Evet yanlış okumuyorsunuz evimizin içinde ahır vardı. Bazen ansızın otlaklardan erken dönen ineklerimiz bölerdi yemeğimizi aniden kapıdan içeri girerek, bazen de sabahları evden çıkarken zamansızca kuyruklarını kaldırır ve temizlenecek bir alan daha verirlerdi bize. Böyle anlarda büyükannemin tiz çığlığı duyulur ama bu pat pat seslerini durdurmazdı. Cinsiyetçi küfürler savururlardı ana dilimizde elbette. ‘Bıktım artık, hepsini satıp kurtulacağım’ derlerdi Tüccar amca geldiğinde tüm buu hengame unutulu,r matem havası sarardı evi. Bir ete bakar gibi donuk bir bakış atardı ahırımızdaki canlarımıza. Meraklı gözlerle adeta neden ahıra girdiğimizi sorar sonra iştahla önlerindeki yemlere yumulurlardı. Hangisini satacağına karar vermişse, evin büyükleri onu bir ayrı severlerdi o gün. Tımar eder, okşar; rındekam, sevgulüm, senena diyerek doğumunu hatırladığı ve şimdi kocaman bir inek olan bir yanıyla çocuğu olan kızına seslenirdi. Boynundaki zincirleri titreyerek açardı, ağlardım. ‘Satmayalım babaanne nolur satmayalım, götürmesinler Hanım’ı’… Kızma numarası yapar: ‘götürmeyip ne yapacaklar, sen mi bakacaksın, yaşlandım artık. Okula şehre gitmeyip evde kalacaksan satmayalım’…
Düşünür ve ağlardım neden burada bir okul yoktu ki? Neden okumak için şehre gitmek zorundaydım? Çiftçiler okumaz mıydı?… Her şeyden habersiz Hanım nallanmış ayaklarıyla ağır adımlarla ahırdan çıkar ve ardına bakardı, neden diğer hayvanların hala ahırda olduğunu sorardı adeta ve geri dönmeye yeltenirdi tam o sırada ellerindeki sopayı havaya kaldırır ve yürü derlerdi… Çaresizce yürürdü hanım ta ki kamyonu görene kadar. Şiddet ve zor orada kullanılırdı ve Hanım o kamyona ne yapsa ne etse de bindirilirdi. Ve giderdi… Elindeki üç kuruşa bakıp ağlardı büyükannem… Ağıt yakardı yarı Türkçe yarı zazaca…Eteğinin içiyle burnunu siler ve kalkardı... yapılacak iş hiç bitmezdi köy yerinde. Hüzünle, emekle, sevgiyle yoğrulmuştu yüreklerimiz. Hayvanlarımıza iyiliği ve yaşamın güzelliini anlatan isimler bulurduk ve nefreti o küçük yaşamlarımıza giren parayla tattık.
Sonbahar kendini iyiden iyiye hissettirdiğinde dedem ormana bakardı ve baltasının ucunu keskinleştirirdi. Hanım’dan kalan para yaza kadar bir şekilde yetecekti, şimdi sıra yakacak odun hazırlamadaydı. Kolay iş değildi dört bir yanımız orman olmasına rağmen önce en kolayı seçilmezdi geleceği düşünmek ve evlerimizin çevresini çıplak görmemek için km lerce yürür ve köylülerle beraber karar verilmiş ağaç kesim yerine vardığımızda bir ağaç gölgesinde otururduk. Ağaçların arasında büyük bir dikkatle yürürdü. Gövdelerindeki sert kabuğa dokunur yaşını tahmin ederdi. Küçük ağaçlar arasındaki yaşlı ağaçları kesmeye çalışırdı, ‘eğer bu ağacı kesersek yanındaki genç ağaçlar güneşi görecekleri için hızla büyüyecek’ derdi.
Ağaç kesmeye güzün giderdik. Erkek torunlar söylense de dedemin her söylediğini yaparlardı. Traktör kasasına sığacak kadar odun kesildiğinde yüklenir ve evimizin önünde uzanan düzlüğün bir yerine yığılırdı. Asıl kas gücü burada devreye girerdi. Sobanın içine girebilecek şekilde ağaçlar küçük parçalara bölünürdü günlerce uğraşılıp. Biz kadınlar onları kucaklar ve büyükannemin kış işin istif yaptığı alana taşırdık. Sabırla ve büyük bir ustalıkla tek tek yerleştirirdi odunları. Kuruyan yapraklarına kadar ekmeklik, sobalık, tutuşturmalık gibi kategorilere göre gösterilen yerlere dizerdik.
Diyelim ki genç bir çift köyde kendilerine ev yapacak. Evin çatı katında kullanılan ağaçlar, yahut kolon olacak büyüklükte olanlarını kesmeye gideceksek, kışın ortasında zemheri ayı denilen Ocak ayı soğuğunda yapardık. Zemheri soğuğunda ağaçlar yaş atlardı. Bütün yaz emdikleri suyunu saldığı dönemdir; bunu yapmazsa donacaktır. Ağaçların gövdelerinde kahverengimsi halkaların sırrı buradadır. Zemheride suyu boşaltır ve yeniden su emeceği dönem, bir halka daha oluşur. Zemheri ayında kesilen ağaç hem çok çabuk kesilirdi hemde kabuğu rahat soyulurdu. Dış kabuğu arasında yaşayan kurtçuklar da su salımı yaptığı için ağaca zarar vermeden kabukları arasında yaşamaya devam ederdi. Doğadan ihtiyacımız kadarını alır ve hiçbir şeyi çöpe atmazdık. Her şeyi dönüştürürdük.
Çatılarımız birgün lazım olacak malzemelerle doluydu. Birşey lazım olduğunda örümcek ağları arasında ilerler ve bulurduk. Teknoloji gelişti… artık ağaç kesmek için balta da kullanılmıyor. Daha doğrusu bizim kullandığımız aletler geliştirildi. Şimdi büyük vinç tipi araçlarla ormana giren yabancılar orman kanunlarını hiçe sayarak aç zenginlerin isteğine göre- isteği bütün ormanın yok edilmesi de olabilir belli bölümün tıraşlanması da- ağaca yaklaşıp gövdesini saran bir mekanizma ile yapılıyor. Küçük bir kaydırma hareketiyle toprağa sıfırlanıyor makine ve küçük bir harekete dakikalarca süren bir kesim yapılıyor. Tek bir hareketle kesiyor ve ağacı tek bir hareketla yatay tutuyor. Ağacı saran mekanizmanın sardığı kolların içi de bıçaklarla doludur. Ağaç kollların arasında kaydırılıyor dalları ve kalın kabuklarından bir anda sıyrılıyor ve bir kereste haline getiriliyor. Biraz önce nefes alan, giysisiyle binlerce canlıya yuva olan ağaç, bir kereste oluverir.
Kapitalist ilişkiler yayla köylerimize kadar geldiğinde biz hala köstebek gibi kendi yaşamlarımız içinde debeleniyorduk. Akşamları topu topu 5 hane olan yaylamızda aniden bir komşu gelir ve haber saati geldiğinde politika yapmak da başlardı. Tartışmalı şekilde dış politika bile tartışılırdı ama hep kendilerini değiştirici görmeyerek yapılırdı, bu ne olduğu konuşulurdu neden olduğu konuşulurdu, ama nasıl çözüleceği konuşulmazdı. Kazdağlarında katliamlar başladığında içimiz nasıl yandı değil mi?
Doğa çığlık atıyordu ve doğaya para gözüyle bakmayan bizler bu çığlığı duyabiliyorduk. Ağaçların kökleri diğer ağaçları bulur ve kökleri aracılığıyla su aktarımına da devam eder. Böylelikle kurumuş bir ağacın bile bir yerinin yeşil kaldığını görebilirsiniz. Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe...
Bir Mücadele Birliği Okuru