Avrupa Parlamentosu, nazizmi ve komünizmi aynı kefeye koyan bir kararı parlamentodan geçirdi. Bu karar, jeopolitik amaçları da olan revizyonist bir ideolojik operasyondur. Kararın ideolojik yönü hakkında çokça şey yazılırken, jeopolitik yönü hakkında çok az yazıldı.
Jeopolitik büyüleyici, heyecan verici, bazen aydınlatıcı, ancak neredeyse hiç kapsamlı bir disiplin değildir. Jeopolitik, yorumlama için tek anahtar olarak kullanılıyorsa, olayları doğru şekilde yorumlamak nadiren mümkündür. İdeolojik, dini ve kültürel alanları göz önünde bulundurmadan, olayları kendi karmaşıklığı içinde kavramak asla mümkün olmayacaktır.
Batı ülkelerinde son yıllarda, ideolojik yaklaşımın yerini jeopolitik yaklaşımlar yaygın bir şekilde almaya başladı. Bu, kısmen sosyalist bloğun çöküşüyle ilgiliydi, ancak kısmen de öngörülen bir şeydi. Pek çok siyasi gücün yeniden konumlandırılması ve dönüşümü bu durumun çok öncesinde gerçekleşmeye başlamıştı.
Bu sürecin sebep ve sonuç bağlantılarını araştırmak istemiyorsanız, bir gerçeğin üzerinde önemle durmak gerekir: Olayların ve olguların sadece jeopolitik yönlerine odaklanarak, olayların karmaşıklığını kavrayamazsınız.
1980'lerde ve 1990'ların başlarında gerçekleşen Sosyalist Blok ülkelerinin istikrarsızlaştırılması sırasında, baskın bir ideolojik bileşen vardı. Avrupa ve ABD sosyal demokrasilerinin Yugoslavya’ya karşı savaş başlattığı 1999 yılında, bu ülkelerin dışa yönük yaklaşımlarındaki değişim gözle görülür bir hal almaya başladı.
Miloseviç'in Yugoslavyası sosyalizmin bazı unsurlarını içinde barındırsa da, kesinlikle artık Tito'nun bıraktığı Yugoslayva değildi ve uluslararası hegemonik bir gücü temsil etmiyordu. Savaş, esas olarak jeopolitik nedenlerle yapıldı, çünkü Yugoslavya, Batı'nın yayılmacı politikalarına katılma konusunda gönüllü değildi.
İdeoloji ve jeopolitik arasındaki yer değiştirme durumu 2013'te, AB (bir kez daha ön cephedeki sosyal demokratik güçlerle), ABD ve NATO’nun Ukrayna’da faşist bir darbeye ön ayak olmasıyla gerçekleşti. Avrupa’da özel jeopolitik amaçlar doğrultusunda, Nazi tarzı örgütler aklandı, desteklendi ve iktidara getirildi: Sonuç Nazi faşizminin tüm mağdurlarına ve barışa yönelik ciddi bir tehdit yaratıldı.
Kural olarak, bu tür bir operasyonda en ateşli olanlar, bir “inanç eylemi” yapması gereken ve ideolojiyi reddettiğini belgelemeye ihtiyaç duyan Sosyal Demokratlar ve eski komünistlerdir.
Bunu, Yugoslavya’da, Ukrayna’da ve birçok "solcunun" komünizme karşı sunulan meclis tasarısında oy kullandığı Avrupa Parlamentosu'nda gördük.
Batı ülkelerinin jeopolitik operasyonlarda kullandığı ve desteklediği İslami radikalizm konusunda da ideolojik olan benzer bir söylemde bulunulabilir. Şaşırtıcı bir iyi niyetlilik ile birçok kesim İslami radikalizmin Batı güçlerine hizmet etmeye istekli olduğunu ve görevini tamamladıktan sonra kenara çekileceğini düşünüyordu. Sadece dünyaya jeopolitik merceklerinden bakan kişiler böyle büyük bir hata yapabilir. Örneğin Afganistan, Kafkaslar ve Orta Doğu'daki savaşlar bize gerçeğin farklı olduğunu hatırlatıyor.
Avrupa Parlamentosu’nda alınan karar, bugün Avrupa'da politik olarak çok zayıf olan komünistlere yönelik bir saldırıdır. Avrupa’daki komünistler güçleri itibari ile bugün siyasal ve ekonomik yapılara tehdit oluşturmazlar, karar alma süreçlerini etkileme ihtimalleri yoktur. Büyük güçlerin ise bu durumu değiştirmeye hiçbir niyeti yoktur.
AB, ideolojiyi jeopolitik lehine bir kenara itti ve artık yalnızca bu alanda hareket edebiliyor. Karar, Batı’da aşırı gerici ya da Nazi yanlısı hükümetleri iktidara taşıyarak Rusya’nın kuşatılmasını hedefleyen “kara kuşak” adlı kuşatmada yer alan ülkelerde tüm moda olmuş Nazi benzeri ve revizyonist söylemleri kullanıyor.
Bu kuşak Baltık Denizi'nden Karadeniz'e (ayrıca Rusya sınırlarındaki diğer devletleri de kapsamaktadır) ulaşan bir kuşatmadır ve bu nedenle Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Macaristan ve henüz AB'nin bir parçası olmayan Ukrayna'yı da içermektedir. Neredeyse bu ülkelerin hepsi komünizmin yasaklandığı ve Üçüncü Reich ile işbirlikçi döneminin aklanarak rehabilite edildiği ülkelerdir.
AB ve Rusya arasında kendi döngüsel doğasına sahip, bazen çok sert ve bazen daha bastırılmış bir jeopolitik çatışma yaşanıyor.
Bu, bir yandan ekonomik bir savaşla (en açık göstergesi yaptırımlardır) ve diğer yandan "kara kuşaktan" gelen baskı ile karakterize edilmektedir. Ancak, bu baskı, (AB’nin aptalca inandığı gibi) sadece jeopolitik alanla sınırlı değildir ama bunun ötesine giderek ideolojik alanı da kapsamaktadır. Aslında eski SSCB halkları Nazilerin geri dönüşü konusunda pasif kalmış değiller ve faşizmin karşısında ve tarihsel belleğin değerleri etrafında kenetleniyorlar.
İşte bu yüzden son yıllarda, Rusya'da (ve ötesndeki yerlerde) faşizm karşıtı sokak hareketlerine katılma ve İkinci Dünya Savaşı yıldönümünde zafer kutlamalarına büyük bir bağlılık olmasının nedeni budur.
Anti-faşist düşünce Rus toplumunun sosyal uyumunun temel yapıtaşıdır ve Putin’in %77 oy aldığı son başkanlık seçimlerindeki sonuç ise, Putin’in Rus toplumunda gelişen bu duyguyu nasıl yorumlayacağını bilmesinden gelmektedir.
Karar, Rusya için “demokratik bir devletin gelişiminin, hükümet, siyasi elit ve siyasi propagandasının, komünist rejimin suçlarını örtmeye ve totaliter Sovyet rejimini yüceltmeye devam ettiği sürece engellenmeye devam edeceğini” savunuyor. Kararın devamında Avrupa Parlamentosu "Rus yönetiminin tarihsel gerçekleri çarpıtma ve Sovyet totaliter rejimi tarafından işlenen suçları örtbas etme çabalarından derinden endişe duyduğunu belirtiyor [...] ve bu nedenle bu çabalara karşı Komisyon’u kararlı bir şekilde muhalefet etmeye davet ediyor.”
Rusya artık sosyalist bir ülke değil ve yaptıklarıyla SSCB'yi yüceltmiyor; Rus hükümetinin yücelttiği şey, anti-faşist ruh ve Üçüncü Reich’in yenilmesinde oynadığı roldür. Teoride bu AB tarafından da paylaşılması gereken bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, bu kararın ne kadar sahte olduğunu görebiliyoruz, bu karar ile ideolojik bir sahnenin arkasındaki jeopolitik çatışma gizlenmek isteniyor. Karar, AB, NATO ve ABD tarafından Rusya'ya karşı yeni bir saldırı evresine meşruiyet kazandırmaya hizmet ediyor.
Son kertede alınan bu karar, hem iç barışa hem de uluslararası barışa yönelik bir saldırıdır; çünkü hem Avrupa tarihinde haksız yere önemli bir siyasi güç suçlu olarak gösteriliyor, hem de emperyalizmin saldırganlığı için yeni girişimlere ön hazırlık teşkil ediyor gibi görünüyor.
AB, en başta Rusya’nın bu karardan korkmayacağını ve hepsinden öte, jeopolitiği tek başına kullanmanın AB için kısa vadeli çözümler yaratacağı gerçeği dahil, pek çok şeyi anlamadığını gösteriyor. Eğer jeopolitik amaçlar için AB, faşizmi (kendi kararlarının içeriğine rağmen, Doğu Avrupa ülkelerinde yaptığı gibi) rehabilite edip aklarsa, tarihî belleğe karşı suç işler ve ona hakaret eder. Ama her şeyden önce, barikatın yanlış tarafında durmaktadır. Böyle davranmaları yanlış, çünkü bu gerçek anlamda “kötülüğün” tarafını tutmaktır ve aynı zamanda kaybeden taraf olduğu için de yanlıştır. Tarih bize böyle söyler ve komünistler hala bunu kanıtlamaya hazırlar.
Komünistler jeopolitik çıkarlar karşılığında ideolojiyi asla feda etmeyecekler ve faşizme, revizyonizme ve emperyalizme karşı mücadelenin her zaman ön saflarında olacaklar.
Not: Yazar Alberto Fazolo’nun, “Donbass non si passa”(Donbass'ta geçit yok) dergisine yazdığı, Greg Butterfield’ın İngilizceye çevirdiği metinden, Redstaroverdonbass sitesinden çevrilmiştir.
Çeviri Kolektifi