9.ODTÜ Onur Yürüyüşü sonrasında gelişen sürece ve başlayan polemiğe dair Devrimci Öğrenci Birliği/ODTÜ’nün açıklamasıdır:
Basına, ODTÜ Öğrencilerine ve tüm halklarımıza;
Geçtiğimiz 1 sene, kimin neyi savunduğunu, neyi yaptığını anlamak açısından oldukça yeterli bir süre olacaksa da olayları daha eskiden, 2016’dan itibaren, anlatmak bizce daha akla yatkındır.
2016 yılında “Devrim Yürüyüşü”nün planlaması yapılırken ortaya Emek Gençliği tarafından getirilen yepyeni birkaç öneri vardı: Bu sene “Devrim Yürüyüşü” bayraksız, ortak pankart ve sloganlar altında tek bir kortej oluşturularak yapılsın, ODTÜ’de faaliyet yürütmeyen siyasetler yürüyüşe katılmasın ve toplu giriş olmasın. Bu, o zaman da on yıllardır süren ODTÜ’de olsun olmasın, her siyasetin kendisine alan bulduğu ve propaganda hakkını özgürce kullanabildiği bir gelenek halini almış olan “Devrim Yürüyüşü”nün içinin boşaltılması anlamına geliyordu, bugün de o anlama geldiği gibi.
O zaman bize bu önerinin sebebi olarak “ODTÜ Öğrencileri bayrak ve pankartlardan ürküyor, gelmek istemiyor, bu şekilde örgütlersek daha çok insan katılır; dışarıdan gelen siyasetler ODTÜ’nün çıkarlarını bizim kadar gözetemezler” diye özetlenebilecek argümanlar sunsalar da, 2016 yılında bu öneri kabul olmamış, “Devrim Yürüyüşü” her zamanki gibi ve dışarıdan katılımla yapılabilmişti.
Bir sonraki yıl 2017’de bu teklik önerisini tekrar gündeme getirdiler. 2017 yılında bu önerinin bir kısmı bir şekilde kabul edilmiş, ODTÜ’de faaliyet yürütmeyen siyasetler devrimci dayanışma geleneğine aykırı bir biçimde toplantılara çağırılmamış ve sürece dair kendilerine aktarım yapılmamıştır. Aynı zamanda, bir gün önce Ulaş Bayraktaroğlu’nun ölümsüzleşmesiyle Dev-Güç, “Devrim Yürüyüşü”nde hep beraber Ulaş Bayraktaroğlu’nu anmayı önermiş, reformistler bir kez daha bir devrimciyi anmayı utanmazca reddetmişlerdi. Devrimcilerin yaptığı anmanın dışında kaldılar-beklediler.
Nitekim 2018 yılına gelindiğinde Emek Gençliği ve birkaç diğer örgüt bu sefer de aynı öneriyi sunmuşlardı. Fakat bu sefer kabul ettirmeye çalıştıkları şeyi çok daha farklı bir argümanla gerekçelendiriyorlardı: "AMAN HA OKULA POLİS GİRMESİN".
Bu bayraklar, pankartlar, ayrı kortejler, farklı sloganların olmaması ne kadar mübarek bir şey olsa gerek ki, önümüze gelen her sorunun çözümü bunları ortadan kaldırmakla mümkün(!) olabiliyor.
2018 “Devrim Yürüyüşü”nün ilk toplantısına da bu öneriyle -farklı temellendirmelerle- gelen Emek Gençliği, uzun tartışmalar sonucu her zaman olduğu gibi aksine ikna edilememiş ve yapılan oylama sonucunda “geleneğin bozulmayacağı” yönünde karar alınmıştı. Daha sonrasında “Devrim Yürüyüşü” gününün ayrıntılarının tartışılacağı bir toplantı sırasında tesadüfen “erken seçim” kararı alınınca, bizimle birlikte birkaç siyaset dışında diğer siyasetlerin de oylamadaki tavrı değişti ve bunun yapılmasıyla bir ilke daha çiğnenmiş oldu. Artık birtakım ekonomist ve reformist söylemlerden ibaret ortak pankartlar ve sloganlar altında ortak kortejle yürünecek, önceden belirlenen ajitasyon konuşmaları dışında ajitasyon yapılması engellenecekti.
Sonrasında bir takım akıl almaz iftiralarla toplantılara çağırılmadık, sürecin dışında bırakıldık; kendi eylemimizi yapma kararı aldık. Fakat karşımıza polisten önce dikildiler, kavga etmekle tehdit ettiler. Kavgadan korktuğumuz yoktu, hem nicelik hem de niteliksel açıdan üstündük, ancak sol içi şiddete bulaşmak istemediğimizden ötürü eylemden ve alandan çekildik. F tipine soktukları yürüyüşteyse, örneğin ”Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganını sırf düşünüp listeye eklemedikleri için atılmasına karşı çıktılar (Sloganın ne olduğu önemli değil, öncesinde akıllarına gelip gelmediği önemli).
Devrim’e vardığımızda, önceki senelerdeki gibi sahne de kurulmadı. Çünkü sahne kurmak da rektörlüğü ve polisi karşıya almayı gerektiriyordu. Bayraklı, pankartlı, özgür ve demokratik bir eylemin kitleyi ürküttüğünü düşünenler, tarihin en az katılımlı en gösterişsiz, en sönük ve en az sözün söylendiği Devrim Yürüyüşü’nü düzenledi. Yine aynı sene, en uzun süren tartışmalardan biri, ortak pankartlardan bir tanesinin LGBTİ+ mücadelesine dair olup olmayacağıydı, taraflar yine aynı.
Reformistlerin “Aman ha okula polis girmesin” dediği dönemde, okulda devrimcilerin işkenceyle gözaltına alındığını (İlhan Kaya gibi) not düşelim. Yani reformistlerin aslında dediği, okula polis girmesin değil, biz polisle karşı karşıya kalıp foyamızı ortaya çıkarmayalım. Ayrıca istedikleri şey ortak görünmek de değil, çünkü örneğin 2017 ODTÜ mezuniyetinde ortak bir protesto yapılırken TKP, ortak protestonun dışında bir pankart açmış, ancak herhangi bir yaptırımı(!) olmamıştı. Reformistlerin engellediğinin bir kez daha ortaklık dışı görüntüler değil, devrimci, dinci-faşizme karşı politik mesajı net olan, somut eylemler ve sözler olduğunu bir kez daha görüyoruz böylece.
Aslına bakılırsa süreci 2016’dan itibaren ele aldığımızda, gerçek çok daha somut bir şekilde önümüzde duruyor: Öyle ya da böyle reformistler bir şekilde tekçi zihniyetini diğer siyasetlere, topluluklara, kitlelere dayatmaktan başka hiçbir şey amaçlamıyorlar. Bu bahsettiğimiz reformistlerin başını da Emek Gençliği ve LGBTİ+ Dayanışması’nın tabiriyle “bir diğer örgüt” çekiyor.
Allem edip kallem ederek bir sene olmadı öbür sene, hop başka bir argümanla karşımıza gelerek başlattıkları bu demokrasi şöleni(!) Türkiye Devrimci Hareketi’nin ürettiği dokunulmaz değerlere bir saldırıdan başka bir şey değildir. Bu dokunulmaz değer ayrı pankartlı, ayrı kortejli bir “Devrim Yürüyüşü” değil tabii ki. Bu dokunulmaz değer; karşı-devrimci, ajan, provokatör olduğu kesin olarak kanıtlanmadığı sürece her türlü emek ve demokrasi örgütünün her türlü kitlesel eylemde çıkıp ajitasyon ve propaganda yapabilme özgürlüğüdür.
Gelelim Onur Yürüyüşü’ne…
Geçtiğimiz sene karar mekanizmasında olmak için nasıl bir çaba içine düştüklerini, yürüyüşün yapılmasına nasıl karşı çıktıklarını; bu sene bu talepleri kabul olmayınca polisle karşı karşıya gelmekten korkup nasıl geri çekildiklerini LGBTİ+ Dayanışması aslında çok güzel anlatmış. Sadece ayriyeten birkaç bir şeye değinmek niyetindeyiz:
Öncelikle bir konuda net olmamız gerek: Okula polis girmesini istemiyor olmamızın çok temel basit bir sebebi vardır ve bu sebep, hareket alanımızın daralmasını, ajitasyon ve propaganda çalışmalarımızın zorlaşmamasını istememizdir. Hal böyleyken, okula polis girmesin diye kendi ajitasyon ve propaganda alanımızı sırf okula polis girecek diye kendiliğimizden daraltmamızı beklemek, ahmaklıktan başka bir şey olmayacaktır. Ancak bu örgütler hem kendi propaganda ve ajitasyon alanlarını bu saikle daraltmakla kalmayıp, hem de diğer örgütlerin ve yapıların kendi ajitasyon ve propaganda çalışmalarını da daraltmalarını bekliyorlar. Yani kendilerini dayatmakla kalmayıp, aynı zamanda da polisten önce söyleyecek bir sözü olanların yani bizlerin, diğer devrimci ve sol örgütlerin, LGBTİ+ Dayanışması’nın karşısına dikiliyorlar.
Diyelim ki siz haklıydınız, sizin mücadele biçimleriniz doğruydu, okula polis girmemesi ve okula polisin fiziki olarak girmemesi için her türlü geri adım atılmalı, her türlü yumuşak başlılık yapılmalıydı. Ancak tarih sizin planladığınız doğrultuda ilerlemedi -azıcık diyalektik ve tarihsel materyalizm bilginiz varsa, hiçbir zaman böyle ilerlemeyeceğini bilirsiniz zaten- ve bir şekilde işler “kontrolünüzden” çıktı, okula polis girdi. Bu durumda okulda polis istemeyen bir örgüt ayaklarını arkasına bakmadan alandan kaçma yolu mu arar, yoksa polisi okuldan tekrar nasıl kovarız diye mi düşünür?
Samimi bir şekilde okulda polis istemediği için bunca zahmete katlandığını söyleyenlerin, ne yapacağı da açık, bizim tatlı su solcularımızın ne yaptığı da…
Net olmamız gereken bir diğer konu da şudur ki: Hiçbir yapı –devlet hariç- hiç kimsenin eline zorla bir bayrak tutturamaz. LGBTİ+ dayanışması da o gün kimseye zorla LGBTİ+ bayrağı tutturmaya çalışmadı. Zaten böyle bir çaba içerisine düşmek bir saçmalık olurdu. LGBTİ+ Dayanışması’nın eylemi domine etmeye zaten ihtiyacı olmadığı gibi, gösterdikleri kararlılıkla ve yarattıkları sempatiyle ODTÜ kitlesi içerisinde ciddi anlamda desteğe sahiptir. Gönül isterdi ki kitle LGBTİ+ Dayanışması’nın değil, devrimin bayrağını o derece sahiplensin, ama durumun böyle olmadığının farkındayız. Kitle eğer ki bizim bayrağımızı değil de LGBTİ+ bayrağını tercih ediyorsa, burada eleştirmemiz gereken LGBTİ+ Dayanışması değil, kendimiz olmalıyız. Bundan rahatsız olacaksak eğer, durumu LGBTİ+ Dayanışması eylemi domine etmeye çalışıyor olarak görmemek, LGBTİ+ Dayanışması neyi doğru yaptı da bu eylemi bu kadar domine etti olarak düşünmek bu açıdan yorumlamak veya tam tersine, biz neyi yanlış veya eksik yaptık da herkesin elinde LGBTİ+ bayrağı var diye düşünmek gerekir.
Geçen sene Onur Yürüyüşü’nden kaçarken yarattığınız umutsuzlukla peşinizden sürükleyip götürdüklerinizin, bu sene sizinle gelmeyeceğini bildiğiniz için işte bütün bu karın ağrınız. Hem kendi kitlenizi hem de kitle içindeki güveninizi kaybettiniz.
Kitle artık size güvenmediği için kitleye kendi pankartlarınızla, kendi sloganlarınızla gitmeye korktuğunuz ve herkesi bu çukurun içine çektiğiniz için; ama bunun da bir sonu var! “Emek Gençliği olarak belirtmek isteriz ki bu ‘haddimizi’ ODTÜ’de fakültelerde ve bölümlerde, amfi ve sınıflarda öğrenciler içerisinde kopmayacak bağlara sahip olan köklü bir örgüt olmamızdan almaktayız” laflarınızsa demagojiden ibarettir. Bu söylemlerle korkunuzu ne kendinizden, ne de kitlelerden saklayabilirsiniz.
Peki o günden bugüne değişen ne? O günden bugüne ne oldu da bu hale düştünüz? Değişen, başta işçi ve emekçi çocuklarının olmak üzere gençliğin öfkesidir, emekçi halkların öfkesi ve bilincidir.
Dedik ya, geçen sene umutsuzluğa düşürüp peşinizden sürükledikleriniz diye, işte değişen onların öfkesi ve kararlılığıdır. O öfke ki, artan tacizlerin karşısında büyüyor, o öfke ki marketten çocuğu için bebek bezi için (ç)alan babanın gözaltına alınması karşısında büyüyor, büyüyor. O bilinç ki YSK kendi kuyusunu kazarken, burjuva kurumların gerçek yüzünü bir gecede kitlelere gösterirken Leninistleşiyor. Bunun için, 2017’de büyük bir rant için kesilen ODTÜ ormanını savunmak için yasal girişimlerden (basın toplantıları ve açıklaması) başka neredeyse hiçbir şey yapılamazken, şimdiyse KYK projesi için kesmek istedikleri ormanın içinde nöbet bekliyor ODTÜ.
Bunun için önceki yılın Onur Yürüyüşü’nde polise onlarca metre kala onlarca kişi kalmışken, bu yıl polisin dövmesine, sövmesine rağmen yüzlerce kişi eylem alanını terk etmedi. Reformistlerin tutumu artık belirleyici bir zarar veremiyor, çünkü reformistlerin boşalttığı eylem alanını öyle ya da böyle, devrim isteyen gençler dolduruyor. Reformist siyasetlerden birinin, polis saldırısında öğrencisiyle hocasıyla işçisiyle ODTÜ kitlesini kendi başına bırakıp kaçtığı bir olayı bile günlük gazetesinde kötüleyecek kadar arsızlığa vurması, yaşananları yazmamıza vesile oldu. Gerisi hayat.
Devrimci Öğrenci Birliği/ODTÜ