Dinci faşist iktidarın ve tekelci sermaye sınıfının can havlinde oldukları artık herkesin malumu.

Eskisi gibi olması şöyle kalsın, bir ay öncesi gibi bile yönetemiyorlar. Sürekli arayış içindeler. Bir çıkış yolu arıyorlar ama boşa koysalar dolmuyor, doluya koysalar almıyor misali, başvurdukları yolların işe yaramadığını görmeleri için çok beklemeleri gerekmiyor.

Hukukta, ekonomide reform dediler, dediklerinin ertesi günü böyle bir politikalar için gerekli ne güç, ne de yeteneğe sahip oldukları ortaya çıkıyor.

Dinci faşist iktidarın “reform” kelimesini telaffuz etmesi bile sosyal reformistleri, uzlaşmacı küçük burjuva güçleri, liberalleri umutlandırmaya, kaba bir ifadeyle, mest etmeye yetti. Kıpır kıpır umutları, dinci faşizmin başının, RTE’nin bir açıklaması yerle yeksan etmeye yetti:

“Bizim ne dediğimiz, nerede durduğumuz, nereye gittiğimiz bellidir ve istikametimizde en küçük bir değişiklik yoktur.”

Böylece, önceki günkü “manşet” başlığımızda son derece isabetle ifade edildiği gibi, “Başlamadan Bitti.”

Sosyalist geçinen kişinin, partinin havsalasında devrim ve devrimle iktidarı ele geçirmek diye bir şey olmayınca işte böyle saman çöpünden medet umar hale geliyorlar.

Ne acınacak bir durum! Ne ibretlik bir politik iflas!

Bu, Türkiye ve Kürdistan’ın “iktidarsız” solunun hazin durumudur. Muzaffer bir ayaklanmaya, bir toplumsal devrime dayanarak politik iktidarı ele geçirmek gerektiğini ve geçirebileceklerini 1970’li yılların o görkemli devrimci yıllarından bugüne bir kere olsun akıllarından geçirmiş değiller. Halen de öyleler. Ne bir şey öğreniyorlar ne de bir şey unutuyorlar.

Oysa Lenin, daha 1905’lerde “İşçilerin ve Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü” üzerine; bu iktidarın “geçici devrimci hükümeti” üzerine düşünüyor; Rusya işçi sınıfına bu hedefi gösteriyordu.

Devrimci bir dönemden geçiyoruz. Teorik olarak söylersek, egemen sınıf ve onun dinci faşist politik iktidarı eskisi gibi, eski yöntemlerle yönetemiyorlar. Ezilen, sömürülen, açlık ve sefaletle; tüm bunların üstüne gelen pandemi belasıyla boğuşan kitleler de eskisi gibi yönetilmek istemediklerini sokakta eylemle, gösterilerle, isyan ve ayaklanmalarla ortaya koyuyorlar.

Pratik olarak söylersek, dinci faşist iktidarın ayakta kalmak için nasıl bir arayış içinde olduğuna ve sokaktaki, fabrikadaki insanın, yoksul köylünün, küçük esnafın sesine kulak kabartın deriz.

“Şimdi Devrim Zamanı” sloganıyla yola çıkan birleşik devrimci güçler bir iktidar sorununu, anlaşılmaz bir tutumla, ele almaktan geri duruyorlar.

Birleşik devrimci güçler, faşist iktidarın yıkılmasından, yıkılmak üzere olduğundan, yolun sonuna geldiğinden vb vb. sözediyor, bunun için ciddi ve samimi bir mücadele de yürütüyor. Özellikle son dönemde, mücadelenin bütün biçimlerine başvurarak kendilerini devrimin merkez gücü, odağı haline getirecek bir yol izliyorlar. Ama bütün bunlara rağmen, yıkılacak faşist iktidarın yerine ne kurulacağını, ne önerdiklerini, ne düşündüklerini ortaya koymaya yanaşmıyorlar.

“Özgürlüğü Kazanacağız” sloganıyla hareket ediliyor. Tek başına ele alındığında, son derece muğlak, haliyle bir şey ifade etmeyen bu sloganla yaşamlarında ciddi ve köklü bir değişiklik için mücadeleye atılan yoksul, ezilen, sömürülen emekçi kitleler etkilenebilir mi? Bu soruya “evet” yanıtı vermesi için kişinin yoksul, ezilen, faşizmden büyük acılar çeken kitlelerle hiç bir bağının olmaması gerek.

Eğer, tam ve eksiksiz bir siyasal özgürlükten söz ediyorsak -ki öyle olması gerekir- o zaman geçici devrim hükümeti olmadan, bu sorunu ele almadan siyasal özgürlüğü tam ve eksiksiz biçimde  sağlayacak önlemler nasıl alabiliriz? “Özgürlüğü kazanmak” yani tam ve eksiksiz özgürlüğü elde etmek, mevcut faşist devlet, bütün kurumlarıyla dağıtılmadan mümkün değil.

Somut konuşalım: Bu polis teşkilatı, bu jandarma teşkilatı, bu militarist yapı, bu zindanlar ve mahkemeler dağıtılmadan tam ve kesin bir özgürlükten söz edilemez. Yani dinci faşist iktidarın ve onun başının gitmesi, özgürlüğün kazanıldığı anlamına gelmez. Kitleleri aldatmayacaksak sorun onların önüne bu şekilde konmalıdır. Öyleyse, dinci faşist iktidar yerine devrimci demokratik halk iktidarı getirilmelidir. “Özgürlüğü kazanmak” boş soyut bir slogan haline dönüşmeyecekse, o zaman, yıkılan faşist iktidarın, devletin, sınıf egemenliğinin direncini otoriter yöntemlerle bastıracak, tam ve eksiksiz siyasal özgürlüğün koşullarını sağlayacak ve güvence altına alacak Geçici Devrim Hükümeti sorununu ele almak zorunluluktur. Bu ele alınmadan “özgürlüğü kazanacağız” sloganı boş, anlamsız bir söz yığınına döner.

Tam da bu nedenle Geçici Devrim Hükümeti sorunu yarının, geleceğin sorunu değil, bugünün sorunudur. Tekelci sermaye sınıfının hükümeti artık yönetemediği için yıkılmak üzere. Yıkılanın yerine ya sermaye sınıfı ve emperyalistler bir alternatif bulup düzenin devamını sağlayacaklar ya da birleşik devrim güçleri bu tarihsel koşulları değerlendirerek emekçi sınıfların, ezilen halkların devrimci hükümetini kurmak için kitleleri ayaklanmaya çağıracaklar.

Ne doğa ne toplum boşluk tanır. Birleşik devrimci güçler kendi devrimci alternatiflerini emekçi sınıfların ve ezilen halkların önüne bu somutlukta koymazlarsa sermaye sınıfı ve emperyalist güçler kendi çözümlerini rahatlıkla hayata geçirecek; birleşik devrimci güçlere ise bu çözümün arkasından bakakalmak düşecek.

Bu sorunu ele almak için geç kalınmış değil.