Barzani ve ekibinin G.Kürdistan’da 25 Eylül’de bağımsız devlet için referandum yapma kararı, Irak, Türkiye ve İran’ın tehditleri üzerine farklı boyutlar kazanmaya başladı. Üç ilhakçı devlet, işi Kürt ulusunu savaşla tehdit etmeye kadar vardırdılar.
Dinci faşist iktidarın başı, “hele MGK toplantısını bekleyin o zaman görürsünüz” mealinde sözlerle Kürt ulusuna sopa salladı; arkasından onun başbakanı BinAli, “referandum kararı ulusal güvenliğimizle ilgili” dedi ve “her aracı devreye sokarız” diye tehdit etti. Oysa düne kadar, dinci faşist iktidarla Barzani’nin arasına su sızmıyordu. Dinci faşist iktidarın başının sözleriyle “her zor durumlarında yardım etmişler”di. Şimdi, Kürt ulusuna karşı açılacak savaştan sözediliyor.
ABD’nin eteklerinin dibinden ayrılmayan İbadi, Irak Başbakanı, daha açık ve sert konuştu: “Savaşa hazırız” dedi. Diğer ilhakçı devlet, İran ise, üstü örtülü şekilde bağımsız devlet girişiminin İsrail ve ABD’ye yarayacağını ileri sürerek Türkiye ve Irak’la birlikte hareket edeceğini ima etti.
İsrail ise, Barzani ve ekibinin “bağımsızlık referandumu”nu hararetle destekledi. ABD, uzun sayılabilecek bir kararsızlık döneminden sonra, referandumun ertelenmesini istedi. Karşı değildi ama zamansız buluyordu. Belli ki, Ortadoğu’daki dengeler ABD’yi frenlemişti.
Referandum kararı ise, Kürt ulusunun değil, Barzani ve ekibinin kararı olarak şekillendi. Celal Talabani’nin KYB’si bile bu karara sonradan ikna oldu. Güney Kürdistan’da Kürt ulusunun iradesini temsil eden Parlamento, Barzani ve partisi KDP’nin zoru nedeniyle iki yıldan fazla bir zamandır kapalıydı. İki yıl sonra toplantı için açılan parlamento, yarıya yakın bir sayı tarafından boykot edildi ve referandum kararı Barzani ve Talabani’nin partilerinin oylarıyla onaylandı.
Referandum kararının bu biçimde şekillenmesi, İsrail’in açık desteği ile ABD ve diğer emperyalist devletlerin gizli desteğinin durumu karmaşık hale getirdiği açık.
Bu durumda, her ülkenin komünistleri ve işçi sınıfları nasıl bir yol izlemeliler? İsrail ve emperyalistlerin açık/gizli desteğini ileri sürerek Kürt ulusunun ilhakçı devletler tarafından savaşla tehdit edilmesine hayırhah bir tavırla mı yaklaşmalılar yoksa ezilen bir ulusun ilhakçı devletler tarafından bu şekilde tehdit edilmesine ne olursa olsun ve bütün güçleriyle karşı çıkıp ezilen ulusun yanında mı yer almalılar?
Hemen söyleyelim: Özellikle ezen ulusların proletaryası ve komünist güçleri, “kendi” devletlerinin ezilen bir ulusu böyle bir tehdidini ne olursa olsun kabul edemezler ve bu tehdidin gerçeğe dönüşmesi durumunda ezilen ulusun yanında, onunla omuz omuza “kendi” burjuva sınıflarına, “kendi” ordularına karşı savaşırlar.
Söz konusu somut durumda, Kürt burjuva sınıfı olarak Barzani ve ekibinin bu sürece yol açmış olması ezen ulusların proletaryasının ve komünist güçlerinin tutumunu, politikalarını değiştirmez, değiştirmemeli.
Birincisi, başka bir ulusu ezen bir ulusun özgür olamaz. Ezen ülkelerin proletaryası, sermaye sınıfının köleliğinden kurtulmak istiyorsa, “kendi” burjuvazisinin ezdiği, baskı ve kölelik altında tuttuğu ezilen ulusun tam ayrılma hakkı dahil, kendi kaderini tayin hakkını savunmalıdır.
İkincisi, ezen, egemen ulusun burjuvazisi, kendi ülkesinde egemenliğini sürdürmek için işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfları baskı ve sömürü altında tutmak için gereksindiği maddi ve moral gücün bir kısmını başka bir ulusu kölelik altında tutarak bulur. Başka bir ifadeyle, Türk, Arap ve Acem burjuvazisi, Kürdistan’ın ilhakından, Kürt ulusunu kölelik altında tutmaktan hem maddi hem de moral bir güç almaktalar.
Üçüncüsü, ilk iki şıkkın devamı olarak, dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın tek bir parçasındaki Kürt ulusunun dahi kendi kaderini tayin hakkını elde edip özgürlüğüne kavuşması bütün parçalardaki burjuva egemenlikleri sarsacak, halkların kurtuluş mücadelesine esin olacak, devrimci süreci derinleştirecektir.
“Proletarya, eşitliği ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğini tanırken, bütün ulusların proleterlerinin birliğine pek büyük değer verir ve her ulusal istemi, her ulusun ayrılma hakkını işçilerin sınıf savaşımı açısından değerlendirir.”
Bütün ulusların proleterlerinin birliğinin harcı gerçek enternasyonal dayanışmaya bağlı güvendir. Bu güvenin en başta gelen koşulu, ezen ulusların proletaryasının “kendi” burjuva sınıfına karşı ezilen ulusun yanında koşulsuz yer alması; kendi kaderini tayin hakkını, ayrılıp kendi devletini kurma dahil, tanımaktır.
İran, Türkiye ve Irak burjuva sınıflarının bu somut durumda birlikte hareket etmelerini sağlayan ortak nokta Kürt ulusunun özgürlük yolunda atacağı muhtemel adımın kendi egemenlikleri açısından yarattığı tehlikedir. Bu tehlike karşısında duydukları ortak korku, örneğin Suriye’de kanlı bıçaklı olan Türkiye ve İran’ı bir araya getirebilmektedir.
İlhakçı devletlerin burjuva sınıflarının bu “kardeşleşmesine” ezilen ulusların proletaryası ve komünist güçleri gerçek bir enternasyonalist tutumla yanıt verebilirler. Bu enternasyonalist tutumun somut ifadesi, savaş tehlikesi, savaş tehdidi karşısında “kendi” burjuva sınıfının karşısında, Kürt ulusunun yanında yer almaktır.
Gün, Kürt ulusunun yanında olduğumuzu pratik biçimde gösterme günüdür.