CHP’nin “Adalet Mitingi” arkasında bir serap bile bırakmadan geçti gitti. Onunla birlikte, ona umut bağlayan sosyal reformistlerin hayalleri, beklentileri, umutları da göçtü, gitti. Geriye, “Gandhi Kemal”in ne olduğu belirsiz on maddelik “manifesto”su kaldı.
Referandumdan sonra CHP ve Kılıçdaroğlu’nun yerlerde sürünen itibarını ancak böyle bir yürüyüş kurtarabilirdi. Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin bu payandaları en ağır darbeyi referandum sonrası yediler. Öyle ki, CHP’nin gençliği dahi kendi partilerine ve Başkanlarına isyan bayrağını açmak zorunda kalmıştı. Buna CHP’nin kimi yöneticileri dahil.
Hem yerlerde sürünen itibarı ayağa kaldırmak hem de kitlelerde aşırı derecede birikmiş devrimci enerjiyi boşaltmak için hiç bir şey istemeyen, talep etmeyen, hiç bir politik hedef ve amacı olmayan böyle bir yürüyüş biçilmiş kaftandı.
Yine de bir tehlike vardı. Kılıçdaroğlu ve tayfası, böyle bir yürüyüş ve mitingin barut fıçısı üzerinde ateşle oynamak anlamına geldiğinin pekala farkındaydılar. Onun için önlem üzerine önlem aldılar. Yürüyüşü politik istem ve atmosferden azade edecek ne önlem varsa aldılar. Ne bir pankart, ne bir flama, ne bir döviz taşınmasına ne de kendi belirledikleri bir iki slogan dışında slogan atılmasına izin verdiler.
Nisan referandumunda RTE’nin hile hurdayla, çalıntı, mühürsüz oylarla, bunlar da yetmeyince YSK’nın devreye sokulmasıyla kazandığını çok iyi bildikleri halde ne RTE’nin ne de hükümetin istifasını istediler. Bu yönde en ufak bir talepleri olmadığı gibi, RTE ve hükümete, dinci faşist iktidara güvence üstüne güvence verdiler: Korkacak bir şey yok, bizden size bir zarar gelmez!
Yürüyüşün ve ardından mitingin kontrolden çıkıp devrimci bir ayaklanmaya dönüşmesini önlemek için aldıkları son tedbir, Kılıçdaroğlu’nun son kilometreleri tek başına yürümesi oldu. Farklı pankart, flama açanlar, döviz taşıyanlar, belirlenen sloganların dışına çıkanlar olursa “Gandhi” Kemal onları provokatör ilan edeceğini hem RTE’ye hem de dinci faşist iktidara güvence olarak, açıkladı.
Burjuva basın işte bu “Kemal”i “Gandhi” ilan etti; “tuz yürüyüşü” dedi, onu bir “kahraman” haline getirmek için elinden geleni yaptı. Oysa CHP’nin Kemal’inin Gandhi’yle alakası yoktu. Gandhi olamazdı ama “Papaz Gapon” olabilirdi. Bunun için koşullar uygundu, arkasında dinci faşist iktidara, onun başındaki adama, faşist devlete kin ve öfkeyle dolu, sonuna kadar savaşmaya hazır yüzbinlerce insan vardı. Yürüyüşe katılmayıp da tetikte bekleyen, gözlerini yürüyüşe, mitinge çevirmiş, en ufak bir kıvılcımla harekete geçmeye hazır milyonlar vardı.
Barut fıçısı üzerinde eline tutuşturulan ateşle oynayan Kılıçdaroğlu, Papaz Gapon misali bir “Kanlı Pazar”a yol açmasın diye burjuva dünya, sosyal reformist parti ve örgütlerle birlikte seferber oldular. RTE’nin “Bellboy”u gibi iş gören Bahçeli, MHP’li faşistlerin miting günü sokağa çıkışlarını yasakladı. Akademisyenlerin kanlarıyla duş almayı düşleyen mafya babası, tosuncukları “duvarları yumruklama” pahasına sabırlı olmalarını emretti. Yazar çizer takımı, RTE’ye korkmaması gerektiğini, sabırlı ve tahammüllü davranırsa her şeyin sessiz sedasız sona ereceğini anlattılar. Amaç hasıl oldu; yürüyüş ve miting arkasında “mitingde kaç kişi vardı” gibi komik bir tartışma konusu bırakarak bitti.
Çok farklı amaçlarla yapılmış da olsa, yine de yürüyüş ve mitingin CHP ve Kılıçdaroğlu dahil düzen erbabının yüzünü ekşiten acı meyveleri de oldu. Öncelikle, Kılıçdaroğlu’nun itiraf etmek zorunda kaldığı gibi, emekçi sınıflar ve ezilen halklar dinci faşist iktidarın ve faşist devletin kendilerine giydirmek istediği korku gömleğini yırtıp attılar. Devrimin toplumsal güçlerine cesaret ve cüret geldi.
Kılıçdaroğlu ve tayfasının kucaklarında buldukları bir başka acı meyve, devrimin toplumsal ordusunun kendi gücünü görmesi, bu gücün farkına varması oldu. Kılıçdaroğlu ve tayfası, devrimin enerjisini boşaltmak için barut fıçısı üzerinde gösteri yaparken emekçi sınıflar dinci faşist iktidarı ve onun başındaki adamı devirecek bir yol bulma umuduyla onların arkasına dizildiler.
Bir çıkış yolu bulamadılar ama en azından nasıl olmayacağını ve kimlerle yapılmayacağını görmüş oldular. Kitlelerin aldığı bu ders birleşik devrimin gelişimi açısından küçümsenmeyecek bir derstir. Zira, emekçi sınıflar ve ezilen halklar “halkın dostları kimlerdir” sorusuna ancak böyle, yaşamın öğretici derslerinden geçerek doğru yanıt verebilirler. Ancak bu yolla devrimin burjuva engellerinden kurtulabilirler.
Devrimin toplumsal güçlerinin bilincinde önemli bir değişim yaşanıyor. Sandıkla, seçimle gitmeyeceklerinin bilinçlere kazınmasından sonra şimdi de Kılıçdaroğlu ve CHP’siyle birlikte bunların kuyruğunda kulaç atanların bir işe yaramayacakları, onlardan bir şey beklenmeyeceği düşüncesi geniş kitlelerin bilincine yerleşiyor.
Koşullar, devrimin gerekliliği ve zorunluluğunu anlatan propaganda ve ajitasyon için daha önce hiç olmadığı kadar elverişli. Bu, aynı zamanda, Leninist parti programının, devrimci politikalarının kitleler arasında yayılması, kitleler tarafından anlaşılması ve kabul edilmesi için elverişli koşullar anlamına geliyor.
Öyleyse boşa geçirilecek hiç vakit yok. Bütün devrimci güçler, devrimin kaçınılmazlığını, zorunluluğunu ve yaygınlığını; burjuva egemenliğin yıkılması ve yerine devrimci bir iktidarın kurulması hedefini en geniş kitlelere anlatmak için görev başına koşmalılar.