Kışlaları ve polis karakolları peş peşe düşen Nikaragualı faşist diktatör Somoza, alabileceği kadar çok altını ve kendisi gibi faşist bir diktatör olan babasının kokmuş cesedini bir uçağa yükleyerek, kendisini New York'ta bir kaldırımda, onun zamanında işkence görmüş bir Nikaragualının, iki kaşının arasına sıktığı mermiyle olan randevusuna doğru götürürken, Sandinist gerillalar başkenti ele geçiriyordu. Somoza, o uçakta yolunmuş bir tavuk hatta kuyruğunu iki paçasının arasına sıkıştırmış korkak bir fino kadar zavallıydı. O an acınacak haldeki bu adamın, daha bir kaç gün önce, astığı astık, kestiği kestik, kudretli ve yenilmez biri olduğuna inanmak imkansızdı. Halkın en esaslı tokadını yiyen tüm faşist diktatörler veya faşist parti liderleri gibi çaresizce kaçıyor, kaçtıkça da kaçınılmaz sona doğru gidiyordu...

Ondan önce ve ondan sonra da benzer uçak yolculuklarına çıkan meslektaşları olmadı değil. Bu faşist liderlerin bazılarının bir uçağa atlayarak kaçma şansı olduysa da bunların da çoğunun devrimin onlar için hazırladığı sondan kaçma şansı olmadı! Emekçilerin sınıf kini basite alınacak bir şey değil. Bunu Somoza kadar iyi bilenlerden biri de; Che Guevera'nın katledilmesi emrini veren Bolivyalı generalin, Paris'te Şanzelize'nin gölgesinde sırtı üstü, birden çok kurşunla yatan cansız gövdesidir! Ancak bazıları da fırsat bulup kaçamaz ve devrimin onlara hazırladığı son çok daha hızlı gerçekleşir. Kaçamayan faşist liderlerin sonu, kurbanlarının ya da kurban yakınlarının merhametli ellerinden olur!..

Bazen de emperyalist efendilerince gözden çıkarılırlar. Örneğin Dominikli Teke lakaplı faşist diktatör Trujillo. Öyle ya, bu efendiler için çok şey yapmışlardır ve buna güvenerek sonsuza dek korunacaklarını ve gözden çıkarılamayacaklarını sanırlar. Kendilerini bu düşünceye öyle çok kaptırırlar ki, unuturlar bir piyon olduklarını ve kendilerini kale ya da vezir sanırlar. Önce “stratejik ortağız”la bir teselli aranır ve birkaç milyar dolarlık silah alınır. Fakat yetmez hemen danışmanlar yollanır. Beyaz Saray'a, olmazsa Pentagon’a, o da olmazsa Senato’ya! Önüne gelene yalvarır danışmanlar: “Bu adamı kullanın deliğe süpürmeyin!”... Ama bırakın senatörleri ve üst düzey bürokratları senatonun çaycıları bile yüz vermez gözden düşen liderlerin çapsız danışmalarına. İşte tam bu andan sonra başlar “one minute”ler. “Ey! Amerikalar.” Sadece bir kukla olduğunu bile bile, “sahne benim, burada güçlü de benim lider de” pozları verirken herkesten çok daha iyi bilir ki; sadece bir parmak hareketiyle kuklacının bu oyun bitecek yani an meselesidir artık! Sahneye yeni kuklalar çıkarken o başı önünde bir köşede terkedilmiş olacak.

Emperyalizmin gözünden düşmüş faşist liderlerin, bundan; gözden düşmüş oldukları gerçeğinden daha fazla korktukları bir şey var: Devrim! Onlar, solcu geçinen liberallerden, devrimci geçinen reformistlerden, komünistlik savında olan küçük-burjuvalardan (bizde hepsinden bol bol var!) çok daha iyi görürler gelen devrimi. Tam da bu nokta da başlar, tüm o “güçlü lider, güçlü devlet” tantanası ve bu tantana altında başlar külçe külçe altınların, balya balya dolarların “güvenli” adalara kaçırılması. “İşler yolunda”, “artan milli gelir” “büyüyen ekonomi” çığırtanlıklarıyla hazinedeki paralar gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Kapı önünde valizler cepte pasaport, en yakın havaalanında yirmi dört saat hazır bekleyen bir uçak! “Bir gece ansızın gelebiliriz”in anlamı döner bir gece ansızın kaçabilirize. Provası yapılmıştır öncesinden, ani bir ziyaret yapılmıştır, mevsim Gezi günlerden “bu meydan kızıl meydan”ken, uçak inmiştir Fas'a ancak niye geldin bile denmiştir nankörce! O gün bu gündür uçak hazırda, paralar ada bankalarına istiflendi de ah birde havalanacak o uçağın konacak bir yeri de olsaydı! Dünya ne hale geldi, her an her köşesinde bir isyan patlıyor. New York, Londra, Paris bile güvenli değil. Her sokağında her şehrin bir devrim canavar gibi çıkabiliyor ortaya. Nereye inecek bir gece ansızın tüyenlerin uçağı? Ne kötü bir zaman, ülkelerinden kaçacak olan karşı-devrimciler için!

Kaçamayanlar da var! Onların payına düşen ise kalmak. Örneğin Fujimori ve Pinochet. Sokakları onu öldürmek için ant içmiş Arjantinlilerle dolu bir şehirde, bir evde, o iğrenç kalbi durana değin zorla tutuldu Pinochet. Fujimori ise az daha kendini yenilmez ilan edecekti. Daha bir kaç yıl önce katlettiği devrimci gerillaların üstünde zafer naraları atan, başkente gövde gösterileri yapan bu adam şimdi nerede? Hizmet ettiği sınıf onu bir hücreye tıktı, ölüm onu orada bulana değin! Olurda serbest bırakılacak olsa Perulu emekçiler onun ölümle olan randevusunu daha da erkene alacak!

Bu faşist liderler iki şeyi çok iyi bilir. İlki; burjuvazinin devrim belasından kurtulmak ve milyonların sisteme yönelmiş hareketini başka yöne çevirmek için kendilerini harcamaktan çekinmeyeceği, ikincisi ise emirlerine sunulan her türlü askeri, ekonomik ve siyasal desteğe rağmen devrimi yok etme görevinde başarısız olurlarsa direkt zindanı boylayabilecekleridir. Tekelci burjuvazi devlete egemendir. Bunu unutan bir dinci faşist, yakın zamanda, paralarını yurtdışına kaçıran burjuvalar için “hain” dedi ve bilindiği gibi bir gün bile geçmeden kendisine tüm dünya önünde tükürdüğünü yalattılar. Ona en kısa zamanda gereken uyarının hangi sözlerle yapıldığını tahmin edemeyen acaba var mıdır?

Burjuva devletin elindeki tüm imkanlarla, tam bir seferberlik ruhuyla karşı-devrim devrime saldırıyor. Dizginsiz burjuva terör, yığınsal tutuklama furyaları, uçaklardan atılan binlerce bomba, peki sonuç ne. Devrim hala güçlü ve ayakta, burjuva devlet ise ekonomik siyasal ve askeri bir çöküş yaşıyor. Resmi kurumların resmi raporları; “Mevsim yine Gezi olacak ama bu defa günlerden ateş ve barut!” diyor. Halkın çığ gibi büyüyen öfkesi eşliğinde kaçacak olanların uçaklarının motorları çalışmaya başladı!..

Sonuç olarak: Mevsim yeniden geziye döndüğünde, kasırgaların çıkıp geleceği yer olacak işçi, emekçi semtleri. Şimdi gün sayıyor, bir kıvılcımla bozkır tutuşturacak olan yangın!” kaçabilecekleri bir yer yok; yakında kalabilecekleri bir yer de olmayacak!..

Azer Kızıl