Günler boyu kıllarını kıpırdatmadılar. Öylece seyrettiler yüzbinlerce insanımızın enkaz altında canlarını kaybedişini. Çığlıklarımızın, “buradayım” haykırışlarımızın perde perde sönüşünü izlediler.
Yüzyılların en kötü doğal felaketlerinden biri vurdu bir gece vakti on üç milyondan fazla insanımızın yaşadığı bölgeyi. Bilinçli ve örgütlü bir kötülük, korkunç bir soğukkanlılıkla tahayyül edilmesi zor bir toplu kırıma çevirdi doğal felaketi.
Hiç kuşku yok, tüm gözeneklerinden kan ve irin akarak doğan, işçi ve emekçilere cehennemi yaşatan bu sistem, elbette her tür “doğal felaketin” en büyük suç ortağıdır. Onun yıkımlarının katlanarak artmasının baş sorumlusudur. Milyonlarca insanı ve tüm bir doğayı yıkıma uğratan şey “doğal felaket” değil, düpedüz kapitalist sömürü düzeninin yol açtığı toplumsal felakettir. Mevcut dinci faşist iktidar, bu toplumsal felaketi insanın kanını donduracak bir katliama çevirmiştir!
Hala ölü bedenlerimizin çıkarılmadığı enkazlar dolduruluyor kamyonlara. Bizi kendi topraklarımızdan kovmak için sığındığımız çadırların dibine döküyorlar kendi “ölü geçmişimizi”. Acılarımıza zehirli atıklar, salgın hastalıklar eklemek istiyorlar. OHAL’e sığınarak çıkardıkları acele kamulaştırmalarla yine “mala çökme” peşindeler. Milyarlarına milyarlar katma derdindeler. Yağma ve rant, karşımızdaki sırtlan sürüsünün en büyük meziyeti.
Dişimiz ve yumruklarımız sıkılı. Pazarcıklı yaşlı bir emekçinin dediği gibi “Şimdi yutkunuyoruz, ama bu yutkunmanın altında çok şey var. Onlar bu yutkunmanın nedenini iyi biliyorlar...”
Acı ve öfkemizle hesaplaşma gününü bekliyoruz. Korkmuyoruz! Bizi kovmak istiyorlar, bir yere gitmiyoruz! Tırnaklarımızı geçirdik toprağımıza, buradayız!
“Na Rıhna Nihna Hon”