Tarihin sınıflar savaşı olduğu gerçeğinden hareket eden her sınıf, her katman ve çevre duruşunu buna göre şekillendirir.
Sınıflar savaşı tarihine gözlerini yumanlar ise sınıf çıkarlarına göre değil, günlük çıkarlara göre şekil alırlar. Burjuvazi, sınıflar mücadelesi gerçeğini görüyor ve buna göre duruşunu belirliyor. İşçi ve emekçiler, kendi kurtuluşları için giriştikleri mücadelede her geçen gün koşulların dayatmasıyla bilinçleniyor, devrimcileşiyor.
2020’nin işçi ve emekçiler için ne vaad ettiği üzerine tartışmalar, bu tartışmadan ayrı düşünülemez. Dinci faşist iktidarın uzunca bir süredir kalem kıvraklıkları ile şekillendirdiği enflasyon oranları, 2020 asgari ücretin belirlenmesi sürecinde meyvelerini verdi.
Hükümet edenler, her cephede sıkıntılı bir dönemden geçmelerine rağmen sermayenin beklentilerini harfiyen yerine getirebildiler. 2019 yılı uluslararası sermaye ve yerli işbirlikçileri için sorunların ayyuka çıktığı yıldı. Kırktan fazla ülkede işçi ve emekçilerin günlük taleplerle başlayan eylemleri, bir çok ülkede siyasal talepleri içeren ayaklanmalara dönüştü. Dinci faşist iktidar, bir yılı daha ayaklanmayla yüzleşmeden atlattığı, iktidarını koruyabildiği için kısa bir "oh" çekti. Bu iç çekiş kısa sürmeli ki, daha yılın ilk konuşmasında RTE “şehirleri sadece kolluk güçleriyle koruyamayız” diyerek ayaklanmaya karşı hazırlandıklarını aba altından açık etti. Dinci faşizm dünyada oyunbozan olarak ayaklara dolaştığı halde, emperyalizm ve tekelci sermaye için kullanışlı bir aparat olduğunu geçici bir süre de olsa ortaya koydu.
Sermaye sınıfı, tüm bu dönem boyunca krizin nimetlerini kendi deyimleriyle “on kat daha fazlasıyla” kasalarına doldurup, dünyanın nezih bir yerinden vatandaşlık kapma yarışına girişti. İşçi maaş ve sigorta primlerini işsizlik fonundan karşıladılar, uzun çalışma saatlerini normalleştirdiler, kriz bahanesiyle binlerce eski işçiden kolaylıkla, kapının önüne koyarak kurtuldular. Teşvikler ve fonlarla borçlarını da emekçilere yükledikleri yetmedi, 2020 ekonomi planına göre, ödeyecekleri 195,6 milyarlık vergiden şimdiden muaf oldular.
Asgari ücrete yapılan sefil “zamla” birlikte, başta MESS olmak üzere birçok sektörde sürmekte olan TİS görüşmelerinin akıbeti de böylece belirlenmiş oldu. İç savaş projesi Kanal İstanbul ile, milyarca dolar sermayenin kasasına akacak kanal buldu.
Sendika bürokratlarına gelince, işsizliğin, yoksulluğun, yoksunluğun, baskı ve saldırıların böylesi arttığı bir dönemde görevlerini eksiksiz yerine getirdiler. Kamu işçilerinin TİS sürecinde uğradığı “ufak” mikrofon kazasına rağmen, sermayenin hizmetkarı Ergun Atalay, Türk İş Genel Kurulu’nda ödülünü aldı. Karşısına başka aday çıkmadı ve yeniden başkan seçildi. Maaşı ve “yan” ödenekleri ile orta ölçekli bir patrondan iyi kazanan bu zat ve çevresindekiler, bir süre daha yerlerini sağlama aldılar. 2019 yılının en çok üye kaydeden iktidar partisinin sözcüsü Hak İş Sendikası, 700 bin civarında üyesiyle kamu ile yapılacak pazarlıklarda yetkili konfederasyon olma umudu ile yanıp tutuşuyor.
Ne var ki, asgari ücret zamları için üç konfederasyon bir araya geldiğinde, ortalama solcular, bu birliktelikten işçilerin kazançlı çıkacağını ilan ediverdiler. Bildiğimiz “TÜİK verilerine göre", asgari ücretin “bir kişinin gıda masrafının” altına düşmemesi gerektiğini dillerine doladılar. Bırakın dört kişilik aileyi, bir işçinin gıda dışında hiçbir ihtiyacı yokmuş gibi bir ikiyüzlülükle… Pek de gürültülü olmayan bu oyundan iktidar ve patronların yüzde 15’lik teklifiyle kenara çekiliverdiler.
Ortalama solcular "bir badireyi daha atlattık" diyemeden, dünyanın her yerinde yaşanan ayaklanmalarla şaşkına döndüler. Tüm planlarını CHP ile kurulacak “en geniş demokrasi” cephesine göre yapan uzlaşmacılar, diğer yandan devrimci olanı sınıf uzlaşmasına çekmeye çalışıyor.Sınıf sezgisiyle bakarsak, reformizmin, uzlaşmacılığın örtmeye çalıştığının devrimci sınıf hareketi olduğunu görürüz. Onlar hareketin içindeki devrimci özü saklamaya çalışır. Onlar için zor bir yıl olacağı kesin. Gerçekler gün gibi saklanmaz hale geldiğinde, sorumluluk devrimci olanın omuzlarındadır.
Devrimci örgütlenme ise pratik bir sorundur. Haydi örgütlenin dendiğinde örgütlenme doğmaz. Bunun için hedef ve amaç birliği gerekir. İkna edici olmamız gerekir. Bu da ancak üzerinde çalışılacak alanın derinlemesine bilgisine ulaşmaktan, yaşanan sorunları ve çözümlerini bilmekten geçer. Gazetemizin köşe yazıları, işçi sınıfının genel durumu ve eğilimi üzerine iki düşman sınıfın, emekle sermayenin karşılıklı konumlanışını, sınıf savaşının dönüşümünü ve devrimci işçilerin bu savaştaki rol ve görevlerini net bir şekilde belirlemektedir. Bu yazılarda "gelmekte olan"ın bilgisi verilirken, görev sorumluluklarımızın altı çizilmektedir.
Pratik olarak, Leninistlerin ısrarlı çalışması sonuçlarını yavaş yavaş ortaya koyuyor, örgütlü güce dönüşüyor. Artık, sadece tekil ilişkileri değil, fabrika fabrika, işyeri işyeri düşünme dönemindeyiz. Bu noktada ciddi yol alındığını görüyoruz. Sınıf içi çalışma, insan unsurunu geliştiriyor ve sınıf içinde oluşan olaylara karşı geliştirilen refleks daha somut hale geliyor. “Ya Bir Yol Bulacağız, Ya Bir Yol Açacağız” sloganı bugünümüz için düşünülmüş gibi. Günlük çalışma içerisinde denediğimiz yöntemler gerçek anlamda bu yol bulma ve açmanın sayısız örnekleriyle zenginleşiyor. Tüm çalışmalar içerisinde öğrendiğimiz gerçek şu ki, sınıf içinde örgütlenmenin tek ve mutlak bir biçimi yok. Fakat olmazsa olmazımız; doğrudan ikna edici temas ve kesintisiz çalışma. Bir deyim vardır, “taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.” Tam da öyle. İçinde bulunduğumuz dönem, sayısız işçi önderini, militanını son kavgaya hazırlıyor. Son dönemde komite ve konseylere olan yönelim bir tesadüf değildir. İşçi sınıfı tüm saldırılara karşı biriken öfkesini devrimci kanallara akıtma arzusunda. Her ilişkiye geçilen işçi, örgütlenmede hızla öne atılmakta, çözüm yollarını tartışmakta, kendisini sonuca götüreceğine inandığı araç için mücadeleden geri durmamaktadır. Her kim ki, sınıf adına davranır, kendini sınıfın yerine ikame eder, kendi varlığıyla dahi onun önünü keserse kısa sürede darlaşmaya, yalnızlaşmaya mahkumdur. Devrimci işçi sınıfıyla birlikte düşünen, üreten, örgütlenen mutlak sonuç alacaktır.
Her gün işten atılma kaygısı ve baskısı altında çalışanların, toplandıkları servis noktalarına, fabrikalara, mahallelere, evlere giriyoruz. Ve oralarda, yeni evrenin canlı ve umutlu haykırışlarına şahidiz. Ceplerinde parası olamadığı için çocuklarını okula yollayamayan ana babaların öfkeli yüreklerini, son aylarda her öğün makarna yemekten yılmış yoksul evlerin isyanına şahidiz. Nazım’ın dediği gibi “açlık hiçbir şey yememek demek değil, her gün yağsız bulgur aşı yemektir.” Tanığız, görüyoruz, yaşıyoruz, örgütlüyoruz.
İşsizliğin, yoksulluğun bilinçli öfkesiyle umudun komiteleri doğuyor, bahar çiçekleri gibi…
İnan Çelik