< Gunde Me Serekaniye - Serekaniye Güncesi-3

Düşmana İlk Darbesini Vurdu Leninist Gerilla

Noktamıza dönüyorum. Elinde telefon biri bağırıyor. Biz artık savaşçıyız. Bizden bir şey istemeyin. Sırtında silahı. Önünde fotoğraf makinesi. Aslında bir gazeteci. Hayatımda tüylerimin diken diken olduğu anlardan biriydi. Bu arkadaş gözümde artık bir devdi sanki. Yürüse düşmanın üstüne yıkılırdı sanki düşman ordusu.

Noktamızda yeni görevler almak üzere bekliyordum. İçeriye bir kaç heval girdi. İçlerinden birisi çenesinden hafif yaralı. Kan sızıyor. Çok küçükte olsa ısrarlarım sonucu yarasını temizlememe razı oluyor. Biliyor kendisi de küçük bir yara olduğunu. Ama hem benim içimin rahat etmesi hem de kendi sağlığı için şart olan bu. Sohbete tutuşuyoruz. Cephede kazanılan yoldaşlık bir farklı sanki. Ayrı bir yeri oluyor savaşçıda. Birden apar topar kalkıyorlar. Elime tutuşturulan bir çakmak var. Olmazsa olmaz şeylerden biri bu. Her dokunulan yürekte ufak da olsa bir anı bırakmak… Bu da pansumanın hatırası herhalde. Birani… (Kürtçe anı, hatıra) Ölümsüzleşen beden değil, anı oluyor bu sefer savaşçılar için.

Envanterindeki çeşit çeşit ölüm makineleri ile gelen düşman insanlık suçlarına başlıyordu. Çünkü aniden saldıran ve her saldırıları boşa çıkan işgalci Türk ordusu çareyi kimyasal silah kullanmakta, küçücük çocukların bedenlerini kimyasallarla yakmakta buluyor. Aslında bir ulusun ciğerini yakıyordu. Tertemiz yürekli, oyun çağındaki çocukların bedenleri yanıyordu. Bunların intikamlarını ise kaidesini ellerimiz ve gözlerimiz yanarak yaptığımız Katyuşalarımız ile alıyorduk. Savaşın her anında ve öncesinde hazırladığımız Katyuşalarımızı kurup çetelerin tam ortasına fırlatıyorduk. Bizlere her Katyuşa atışımızda gelen tekmillerde bilmem kaç tane çetenin ya öldüğü ya da düşmanın geri çekildiği haberi geliyordu. Savaşçılar sırtlarında Katyuşa füzesi, ellerinde kaidesi düşmana göz açtırmamak için az çok demeden çalışıyordu. Kimi zaman bir tane, kimi zaman üç ya da 5 tane birden fırlatılıyordu. Hepsi de bedenleri yakan eşitsiz savaşın intikamı içindi.

Savaşın üçüncü günü bir tim çıktı yola. Verilen görev nokta tutmaktı. Alana gidilemeden keşfe yakalandı tim. Nokta tutan başka bir grup ile karşılaşan bu tim bu sefer inisiyatif geliştirerek başka bir alanda eylem içine girdi. Siperdaşlar, enternasyonaller ve Leninist gerilla vardı içinde eylemin. Görüntüleri paylaşıldı televizyonlarda eylemin. Suikast eylemiydi. 3 çete, 3 işgalci, 3 kirli beden bu dünyadan silip süpürüldü. Önce Leninist vardı silah başında, sırayla elden ele geçti Mosin Nagant silahı. Kamera elden ele geçti. Herkes düşmana darbe vurmak isterken birbirine bu hakkı tanıyordu. Tekmille beraber savaşçı ve ayrıca gazeteci yoldaşlara görüntüler ulaştırıldı. Bir darbe vurulduysa elde belgesi ile tarih sayfalarına yazılıyordu eylem. Komünist enternasyonal savaşçılar her gün yeni darbelerini vuruyordu işte.

Eylemin sonrasında trajikomik sahnelere tanıklık edildi. Eylem başarılı geçmişti ama sonrasında nereden çıktığı belli olmayan dokça, kısacık pasaj içerisinde bizi sıkıştırmış ve patlayıcı mermilerini üstümüze sıkmaya başlamıştı. İlk ölümle burun buruna gelişini yaşıyordu Leninist. Korkunun heyecanla birleşimi, yaşama duyulan istemin düşmana darbe vurma ihtiyacı ile çakışması. Çok karmaşık duygular içerisinde kalıyor insan. Biliyoruz ki eğer karşılık vermezsek, bu korku yenilmeyecek ve tüm bedeni sarıp, cepheyi terk etmeye kadar vardıracak. Bu yakışmazdı Leniniste. Savaşçı geleneği Teğmen Ali yoldaşın Filistin’den gelen savaşçılığından, Sinan Ateş yoldaşın Afrin’de korkusuz duruşundan alıyordu. Düşmana darbeler vurmak için ön mevzilere gidilmiş ve sonuçta görev yerine getirilmişti. 3 kara beden temizlenmişti Serekaniye’den. Kayıpsız, yarasız başka bir görev için yola çıkıldı.

Savaşın 4. günü tabur en ön saflarda nokta tutuyor. Gece görevi vardı. Nokta tutan yoldaşlarımızın yanına gidecek elimizde ki suikast silahı ile termalle gözetleme yapılacak ve hareket görülürse imha edilecekti. 2 kişilik tim yola çıktı. Noktaya varıldığında sıcak sohbet ile ağırlanan grup işe koyuldu. Suikastçı yoldaşımız aldığı görüntülere ateş ediyor ve hedefleri imhaya girişiyordu. Panzer darbelendi. Görev yerine getirilmişti. Noktadaki yoldaşlarla vedalaşılıp yeni görevler peşinde koşmak için yola çıkmıştı grup.

Tarih 14 Ekim’di. En ön saflarda git gel durumlar yaşanmaya başlanıyor, faşist devlet azgınca çetelerini Serekaniye'ye salıyordu. Artık eylem peşinde koşmak değildi yapılması gereken. Serekaniye’de bulunan küçük çocuklara bile ihtiyaç duyuluyordu. Gönlümüz ferah değildi bu durumdan dolayı. En ön saflara gitme kararını kendi kendimize almıştık. 2 kişi yola çıktık yine. Tabur olarak sivil sanayi tarafında nokta tutuyorduk. Yerleştik yerlerimize. Komutan yoldaş isteklerini ve verili durumu anlattı. Görevler paylaşıldı. Mevzide bir adet dürbün ayarı olmayan M16 vardı. Komutan yoldaş silahın sadece dürbünle bakmak için kullanıldığını söylese de gönül istiyordu darbe vurmak. Çeteden görüntü aldı Leninist. Ortalama 600 metreden fazla. Denedi şansını, ıskaladı. Eğer ki o silah ateşlenmeseydi o gün gönül rahat etmezdi. Sonrasında ise çete suikastçısının hedefi oldu Leninist. Sadece 2-3 cm ile devrim mücadelesine bağlı kalmanın şaşkınlığı ve şoku vardı üzerinde. Silah elden birkaç saniye bırakıldı ve arka duvarda ki deliğe uzun uzun bakıldı. Belki şans belki de eğitimde öğrenilen tedbir kurallarına sıkıca uyulmasıydı hayatta kalma sebebi.

Aynı gün çatışmalar sertleşti. Elde RPG-7 silahı ile 600 metre mesafeden karşılık vermeye çalışıyorduk. Akın akın gelen panzer ve tanklara karşı elde ne füze vardı ne başka bir şey, sadece biswing silahı. Düşman saldırıları iyice yoğunlaşıyor havan üstüne havan, obüs üstüne obüs atılıyordu. Sabahın ilk ışıkları ile başlandı yine. Yerleştiğimiz binanın tam karşısına yerleştirilen bir havan kaidesi görüyorum. Dibimize kadar sızma yapıyor çeteler ve başlıyorlar. İlk önce yan pencerenin içerisinden bir havan geliyor. Küçük ve etkisiz kalıyor. İlk defa havan bu kadar yakınıma düşüyor. Patlamayı gözümle görmenin şaşkınlığı var üzerimde. Çatışmaya ve karşılık vermeye başlıyoruz. Sadece kalaşnikof silahı ile. Çatışma artık içinden çıkılmaz hal almaya başlamış düşman iyice zorluyor bizi. Ardından koca bir gümbürtü. Kulağım sağır oluyor neredeyse, boynumda bir tutulma. Basınç vuruyor. Oysa ki tam da ne yapmamız gerekliliği üzerine kısacık bir an toplanmışız ve yanımda yoldaşlar var. Herkes etkileniyor basınçtan. Bir yoldaşın kulakları 1 gün sağır artık. Çeteler RPG 7 roketleri ile saldırmaya başlamış. Hedefe tam da yerleştirmişti roketini. Şanslı anlardan biriydi. Kimseye bir şey olmamıştı.

Yan bina ile bağlantımızı sağlayan inşaat halinde bir yapı vardı. Arada 2 metre uzunluğunda mesafelerle kalaslar koyup üzerinden geçerek bağlantı sağlıyoruz. Bir ara taburdan bir yoldaş haberleri aktarmak üzere çağırıyor bizi. Konuşmaya başlıyoruz. Bir kaç gündür rejim ile görüşmelerin olduğu konuşuluyordu. Yoldaş gülerek ‘5. Kolordu olmuşuz’ diyor. İlk başta şaşırıyoruz. Fakat başlıyoruz hep bir ağızdan: Proletarya partisi savaşta en ön safta. 5. Kolorduyu kurdu. Savunmak için Serekaniye'yi. Hep bir ağızdan kahkahalarla karşılıyoruz haberi. Uzun bir süre dilimize dolanıyor marş ile birlikte 5. Kolordu sohbeti. Moralleri yükseltmeye yeter de artardı bile bu kadarı.

Çember atmaya çalışıyordu düşman. 4-5 saat süren çatışma sonucu çember tamamlanmak üzereydi. Sözleşti savaşçılar kendi aralarında çemberden çıkma durumu olmayacaktı. Fakat talimat geri çekilme üzerineydi. Tüm tabur birkaç sokak geri çekilmeye başlamak için toplandı. İşte savaşın kaosu, nereden geldiği bilinmeyen, düşmanın mı yoksa silah arkadaşlarının mı sıktığı bir mermi vızıldaması. Önümde ki yoldaşımın kafasının üstünden geçiyor. Onu takip ediyorum. Şimdi hedef benim. Iska geçiyor biksi mermileri. Arkamda ki yoldaşı aynı şekilde. Gözümü kapadığımda o an canlanıyor gözümde. Sol tarafımızdaki duvara piiiuuvv diye gelen mermi, duvara zarar veriyor. O an düşündüğün tek şey öndeki yoldaşı takip etmek, arkadaki yoldaşını ise kollamak. Çemberden ateş içinde çıkıyoruz. Süren çatışmalar sonucu gece 8 ya da 9 gibi çember kırılıyor. Çeteler geri püskürtülüyordu.

Geçmişten gelen tecrübeler vardı. Evlerin duvarları ile birbirine bağlantı yapmak Sur'dan Cizre'den kalan deneyimlerdi. Tutulan her noktada böyle bağlantılar vardı. İlk balyozlar vurulmaya başlandı. İlk kapılar kırıldı. 8 ya da 10 ev birbirine bağlanıyordu en az. Çıkış yolu yapılıyordu. Tabur olarak bir kapıyı kırmaya çalışıyoruz ama nafile. Saatlerce aynı kapı üzerinde çalışıyoruz. Halk Serekaniye’nin çetelerden kurtarıldığı birinci savaştan çok şey öğrenmiş. Kapılar çelik, duvarlar beton. Normalinden daha sağlam yapılan yapılar. Bunu koordineden bir yoldaş gülerek, kahkaha atarak söylüyor. En iyisi siz hiltiler ile çalışın heval diyor. Beton kırmaya böyle devam ediyoruz.

Bir eve giriyoruz. Sivil sanayi tarafına bakan. Daha önce mermi almış camlar. Düşman orada sanmış bizi. Ama artık gerçekten de oradaydık. 3 kişi karşıya bakan 3 pencereyi ve odayı paylaşıyoruz. Ben mutfak kısmını alıyorum. Hareketleri gözlemliyoruz. Mevzilerimizi yapıyoruz. Dağda tanıştığım bir heval ve taburdan bir yoldaşla birlikteyiz. Gece sırayla nöbet tutuyoruz. Gündüz hareketlilik başlıyor yine. Bir mermi kafamın üstünden geçiyor yine. Bu sefer gerçekten korkuyorum. Yan odadaki yoldaşa sesleniyorum. Karşıda suikastçı var dikkatli olun diye. İnanmıyor bana. Mevzini terk etme diyor. Cevap veriyorum, bu mevzide durulmaz, gece baktığımız gibi değil direk hedefiz burada diye. Geliyor bakıyor duvar üstünde ki mermi izine. Hak veriyor. suikastçı işi bu. Sonra kendisi benim mevzimden 5 el mermi sıkıyor. Sanırsam düşmana suikast yapacaktı. Fakat suikast böyle olmazdı ki. Aynı mevziden 2 kere ateş edilmez. Kaba tabirle söylemek gerekirse düşman için ''Papaz aynı pilavı 2 kez yemez'' dememiz gerekiyordu. Sonrasında zaten başlıyor düşman mevzimi darmaduman etmeye. Kafamı kaldıramıyorum, kaldırırsam eğer şansım yok. Bir ara karşılık vermeye çalışıyorum. Bir mermiye karşılık 10 mermi geliyor mevzime. Ateş üstünlüğü düşmanda. Biksi bile yok yanımda keleşim var sadece. Sesi kesiliyor düşmanın mevzimi düzeltmeye koyuluyorum. Pencere pervazı, buzdolabı, duvarlar delik deşik olmuş. Bir ara o kadar yakından geçmiş ki mermi gerçekten şansa yaşıyormuşum. Çatışmadan arta kalan vaktimizi ise bir sonraki güne hazırlanmakla geçirdik.

Telsizden sürekli aynı isim geçiyor. Bu isim savaş boyunca mevzisini terk etmemiş işgalci çetelere kök söktürmüş bir isimdi. Beraberindeki savaşçılarla birlikte onur direnişinin gerçek destanını yazıyordu. Ellerinde biksileri ve RPG'leri ile. Birçok kez üstüne gelmişti düşman. Her seferinde gerisin geri dönmek zorunda kalmış, çırpınıyordu. Telsiz kodu Ronahi idi bu ismin. Ronahi bir gece çatışmada yaralandı. Beraberindeki savaşçıların morali düştü. Yavaş yavaş girmeye başladı işgalciler Hawarna Mahallesine. Elinden gelenin fazlasını yapmıştı Ronahi. Günlerce mevzisini tutmuş düşmanı sokmamıştı. Artık ondan emaneti başka savaşçılar almalıydı. Hawarna’da sabah tankı ve topu ile düşman üstünlüğü baş gösteriyor, gece ise onur direnişçileri temizlik harekatına başlıyordu. Savaş boyu sürdü bu durum. İşte bir mevzide böyle destan yazılmıştı.

Devam Edecek

Günce'nin tamamına www.leninist.net sitesinden ulaşılabilir.