Ay kocaman at kara

Torbamda zeytin kara

Bilirim de yolları

Varamam Kordoba’ya

Mutfakta çay dolduruyorum, içeriden gelen müziğin sesiyle duruyorum bir an, çaya bakıyorum derin bir nefes ve salona doğru yol alıyorum, elimde bardaklar. Göz göze geliyoruz bir hüzün gözlerimizde; ama hiçbir şey konuşmuyoruz. Şarkıya eşlik ediyoruz alçak sesle, sanki birini ürkütmekten korkarcasına ve çay içiyoruz, karanfil kokulu.

Ova geçtim yel geçtim

Ay kırmızı at kara

Ölüm gözler yolumu

Kordoba surlarında

Bekliyoruz belki birimiz söze gireriz diye. Göz göze geliyoruz bir kez daha, benim gözlerimin kenarından bir damla yaş akıyor. Sarılıyor bana sıkıca. Oysa bilirim onunla daha çok zaman geçirmiştin, yarıştırmak değil; ama eksiklikse o daha çok eksik bilirim. “Kenan”, diyorum ve susuyorum, neden devam ediyorum sonra “Bazen köşeden dönecek koşarak ve özür dilerim yoldaş yine geç kaldım diyecek gibi geliyor” o derin bir nefes alıyor sigarasından, gözleri kilitleniyor bir noktaya “hiç ağlayamadım” diyor. Bir kez de onun için ağlamak istiyorum... Konuşmak hiç bu kadar anlamsızlaşmıyor, kelimeler anlatmıyor içimizden geçenleri. Çay diyorum “güzel olmuş mu?” Ve devam ediyor şarkı.

Yola baktım yol uzun

Canım atım yaman atım

Etme eyleme ölüm

Varmadan Kordoba’ya

Etme eyleme ölüm... etme eyleme.

İşte gidiyorum çeşmi siyahım

Önümüze dağlar sıralansa da

Sermayem derdimdir servetim ahım

Karardıkça bahtım karalansa da

“Emre, çok severdi bu türküyü” diyor. Ben hiç tanımadım oysa seni, gülüşünü gördüm fotoğraflardan, heybetini. “Anlatsana biraz” diyorum, gözlerini kırpıyor, “çocuk gibiydi, öyle saf ve masum; ama öfkesi herkese yeterdi; ama o çocuksuluğu, masumluğu vardı bize karşı, bize asla öfkelenmezdi, hep gülerdi.”

Sonra nerden geliyoruz hatırlamıyorum, Kenan’ın Emre için yazdıklarını anımsıyoruz “Bu öyle bir yolculuk ki; ilk kavganız kendinizle, ilk zaferiniz kendinize karşıdır. Orada kazanamayanların bu serüvende pek adı geçmez.” Sözcükler dökülmüyor belki ağzımızdan; ama aslında bir kez daha söz veriyoruz o an, her yeni engel karşısında kendimize karşı savaşımızı hep kazanacağımıza.

Bir rafta duran kurutulmuş karanfilleri gösteriyorum, “onların ardından sakladım, onların karanfilleri” diye ekliyorum. Sonra soruyorum “insan karanfilden nefret eder mi? Ben ediyorum”. Ve susuyoruz bir daha. “Çay getireyim” diyor, kalkıyor.

Ardınızdan, adınız geçmese de birçok konuşmamız size çıkıyor. Bazen bambaşka bir konuda konuşurken aslında sizi konuşuyoruz. Bir türküye eşlik ederken siz varsınız aklımızda, bir filmi izlerken filmin kahramanları sizsiniz aslında. Her okuduğumuz kitapta sizi anlatmışlar sanki. Eksikliğinizi her an hissetmek ve bu eksiklikle yaşamak, o eksiklikle çoğalmak ne tuhaf. Birçok şey anlamını yitirmiş ve birçok şey daha da anlamlanmış durumda. Yok ağıt yakmıyoruz ardınızdan, yas da tutmadık hiçbir zaman ve tutmayacağız. Ne diyordu Arkadaş "senin/ uyurken dudağında gülümseyen bordo gül/ benim kalbimi harmanlayan isyan olsun". Bilgeliğinizi, heybetinizi ve cüretinizi yanımıza alarak devam ediyoruz yolumuza, hayatın ve kavganın her anında. Siz hayatın ve kavganın her anında bizimle birliktesiniz, geçmişte değil bugün ve yarınımızdasınız. Siz yarınları yaratanlarsınız.

Yoldaşın