Emekçi sınıflar, ezilen halklar, bu düzenden nefret eden milyonlar, 24 Haziran seçimlerine, “bu sefer bunlardan kurtulabiliriz” büyük umuduyla sandık başına koştular. Bu serapın, bu sahte umudun kitleleri sarmasında burjuva muhalefet olarak CHP’nin olduğu kadar, sosyal reformistlerin ve oportünist sol örgütlerin çabalarının büyük payı oldu. Onlar kitlelere bu sahte umudu durmadan pompalayıp durdular.

Oysa seçimlerin sonucu belliydi ve kitlelerin hayal kırıklığı kaçınılmazdı. Sonuç biliniyor. Milyonlarca emekçi, Kürt halkı, düzenden, dinci faşist iktidardan, onun başından nefret eden kitleler daha ne olduğunu anlamadan dinci faşist parti “zafer”ini ilan etti; burjuva muhalefet bu zaferi tez elden onayladı ve “iş bitti”. Seçimler öncesi meydanlara akan milyonlar büyük bir hayal kırıklığı içinde evlerine döndüler.

Ancak bu tablodan, kitlelerin bu hayal kırıklığından olumsuz sonuçlar değil, devrim lehine son derece olumlu sonuçlar çıkarmak gerekir. Çünkü kitlelerin hayal kırıklığına uğradıkları, umutlarını tükettikleri şey, burjuva sınıfla uzlaşma yoluyla kurtuluş yoludur. Bu yolun bir çıkmaz; bu konuda beslenen hayallerin birer seraptan ibaret olduğunu, milyonlar yaşayarak öğrendiler.

Kitlelerde bir umut tükendiği zaman yeni bir umut başlar. Sahte umutların tükenmesi iyi bir şeydir, çünkü o bittiği zaman başlayan yeni umut, gerçek bir umuttur; devrim umududur. Önümüzdeki dönemde kitlelerin devrime yönelmede daha güçlü bir istek duyduklarına tanık olacağız.

Bu konuda hayalci değiliz. Aksine, burjuva muhalefetin, CHP’in kuyruğunda yüzüp duran sosyal reformistlerden ve oportünist sol örgütlerden çok daha “gerçekçiyiz”. Çünkü somut olgulara, gerçek verilere dayanarak geleceğe bakıyoruz. Bizi böyle umutlandıran başlıca üç nokta şunlardır:

Birincisi, düne kadar düzene, dinci faşist iktidara, onun başına kin ve nefret gibi şiddetli duygular besleyen kitlelerin bu duygularını, düşüncelerini değiştirecek; onları düzene çekecek hiç bir gelişme bugüne kadar olmadı, bundan sonra da olmayacak.

İkincisi, kapıdaki varlığını kimsenin inkar edemediği, herkesin nefesini tutarak beklediği -ve esasında çoktan başlamış olan- ekonomik krizin yeni dalgası kitlelerin bu şiddetli duygularını körüklemekle kalmayacak, devrimin saflarına yeni güçlerin akmasına da yol açacak.

Ve üçüncüsü, Suriye’de “geliyorum” diyen savaş. Suriye devleti, dinci faşist çeteleri Daraa bölgesinden temizledi temizleyecek noktaya geldi ve askeri güçlerini dinci faşist çetelerle Türkiye’nin işgal ettiği bölgelere; İdlip, Lazkiye’nin ve Hama’nın kuzeyine sevk etmeye başladı bile.

Rusya-NATO-ABD gibi güçler önceden bilemeyeceğimiz politika ve anlaşmalarla Türkiye’nin savaşmadan bu bölgeleri terketmesini sağlayamaz ise, Suriye-Türkiye savaşına kaçınılmaz gözüyle bakılabilir. Savaş çıksın ya da çıkmasın, Türkiye, her durumda Suriye ve Rojava topraklarını terketmek zorunda kalacak ve bu durum burjuva sınıf egemenliği üzerinde, dinci faşist iktidar üzerinde sarsıcı, hatta yıkıcı sonuçlara yol açacak.

Devrimin toplumsal güçleri, doğacak bütün bu koşullardan burjuva sınıf egemenliğinin bir devrimle yıkılması için yararlanacaklar.

Devrim umudu kitleler arasında işte bu zemin üzerinde boy atmaya başladı bile.