İSİG Meclisi 2019 iş cinayetleri raporunu yayınladı. 1736 işçinin yaşamını yitirdiği 2019 yılında en çok ölüm yine tarım işçileri, inşaat işçileri ve taşımacılık alanında yaşandı. Elbette korona virüs bu topraklara uğradığından beri kimse iş cinayetlerini konuşmaz oldu… Cinayetler farklı kanallarla devam etse bile…
Farklı sektörlerden işçiler olarak tıpkı rulet masasında öne itilen taşlar misali ölüme itildik. Sadece kendimiz de değil üstelik eşlerimiz, sevdiklerimiz ve her şeyi onlar için göze aldığımız çocuklarımızla beraber itildik.
Sermaye sınıfının temsilcileri, kapitalizmin insana ve doğaya yabancı bir sistem, tek derdinin ise daha fazla para kazanmak olduğunu tüm dünya emekçilerinin gözlerine soktular.
Korona virüsü ilk darbelerini attığında milyar euroluk sermayeleriyle ülkeler toplum sağlığı için tedavi yolları aramak yerine “Sağlık sistemini çökertmemek” için insanları evlerine gönderip “sürü bağışıklığı”nı gözlemlemeye seçtiler. Güçlü olanın yaşayıp zayıf olanın yok olduğu ilkel komünal ve öncesi dönemlerin bunca teknoloji, aşılmış kültür düzeyi ve gelişen üretime rağmen bize sunulan tek yol oluyor… Sakızdan dahi vergiler alarak, kesintilerle işçi sınıfının belini büken devletin koronavirüse karşı altını çizdiği en büyük şey herkesi bireysel önlemini alması yönünde olmuştur. Doğru özel mülkiyete dayalı bu sistem bireysel mülkiyetten, bireyi düşünmekten yanadır fakat herkes kendi tedbirini alsın derken aynı devlet sermaye sınıfının bireylerini hiç de kendi başlarına bırakılmadı.
Fabrika ve şantiyelerde haberler geliyor üst üste. EvdeKal hastagleriyle tv, radyo, gazete ve billboardlar yani bütün propaganda yollarıyla sermaye sınıfı ürünlerini pazarlayacak yeni yolları hemen buldu. Virüs çıkmasına rağmen tersaneler, fabrikalar çalışmaya devam ediyor. Bunun aksine hizmet sektörü çalışmaları durduruldu. Bu sizi yanıltmasın, gizlemeden söyleyiveriyorlar bunun nedenlerini: “Müşteri yok, kapatmak zorundayız.” İşçilerin sağlığını düşündükleri için değil yani. Devletin açıkladığı yardım paketi sonrası isçilerde uyanan düşünce bu devletin, patronların devleti olduğu olgusuydu. İsyan hep bu noktadaydı iktidarın bu işe el atacağını, en azından böylesi felaketlerde vatandaşın yanında olacağını düşünüyordu birçokları ama sezgileriyle elde ettiği düşünce gözleri önünde gerçekleşenlerle birleşince tablo bir kuşak için daha aydınlanmış oldu.
Kimi fabrikalar “işe gelmek istemeyenler gelmesin ama yıllık izinden düşerim bu süreyi” diyor ya da ücretsiz izne çıkarmayı teklif ediyor. Bu işçiler için çok ciddi bir problem yaratıyor: “Maaşımız zaten yetmiyordu borçla dönüyordum. Ne yiyip ne içeceğiz” diyor haklı olarak.
Cumhurbaşkanlığı in açıkladığı paket bırakın işçiyi kapsaması, küçük mülk sahibini bile kapsamıyordu. Krizin, hastalığın, savaşın yükünü işçi sınıfı çekerken destekler sermaye sınıfına gidiyor.
Emekçiler cephesinde ise maskeler kara borsa, okullar tatil edildi ama evlerine dönen çocuklar sabah hiçbir şey olmamış gibi işe giden anne babalarından virüs kapmaya daha açık hale geldiler. En ağır koşullarda iş cinayetlerinin gölgesinde çalışan işçilerin ölümle dansı ise koronanın ritmiyle hızlandı.
Ne bizler, ne eşlerimiz ne de çocuklarımız insan gibi bir muamele görmüyoruz. Bizler sadece artı değer elde etmenin araçlarıyız kapitalistler için. Fabrika, atölye, şantiyelerimize gider ve en kötü çalışma koşulları altında işsizliğin, açlığın, iş cinayetlerinin, salgın ve savaşların gölgesinde çalışırız. Düşünsel ve fizyolojik ihtiyaçlarımız beklentilerimiz, amaçlarımızla birlikte bütünlüklü insan olarak görülmeden, bir makinenin eli, gözü, ayağı oluruz yalnızca. Makineler bozulunca yağlanır, işçinin başına bir şey gelirse at çöpe… Nasılsa kocaman bir işsizler ordusu kapının önündedir.
“Sosyal mesafe” kurallarından bahsediliyor ikiyüzlüce. Üretim yerlerine varmak için işçiler tıka basa servislerle işlerine gidiyor. Yan yana çalışıyor, yemek molasında yüzlerce işçi aynı anda çıkıyor ve aynı lavaboları hijyenik olmayan koşullarda kullanmak zorunda bırakılıyor. İsyan ediyor işçi: “...Bunlar bizi ne yerine koyuyor, insan yerine koymadıkları kesin. Bürokrat çocukları polisler eliyle kaçırılıyor, bizler yine bir arada çalışıp, yemek yemeğe devam ettik.” Sendikaların bu süreçte fabrika ziyaretlerini ertelemesi üzerine başka bir işçi, “hepsi kendi karı, canı, parası peşinde. Bizim bitek canımız var. İşçilerin birleşip kendi kalkanını oluşturması lazım” diyebiliyor.
İşçiler her şeyin farkında asıl yapılması gereken bu sorunun nasıl kökten çözüleceğini işçi sınıfına götürmek... Son örneği Küba’da yaşananlar herkesin gözü önündedir. Kapitalist blokaj ağırlığı altında dar olanaklarla virüsle mücadele ediyor. Sağlığın ticari bir ağ değil insanı bir hak olduğunun altını çiziyor ve emperyalist ülkelerin devasa bütçe ve olanaklarına rağmen çözemedikleri sorunları çözüyor. Doktorlarını başka ülkelere gönderiyor, ücretsiz ilaç desteği yapıyor.
Sözün özcesi #EvdeKalDemesiKolay... İşçi sınıfı her şeyiyle kendisinin var ettiği bu kapitalist dünyada hiçbir değerinin olmadığını bir kez daha acı bir şekilde gördü.
Bu noktada işçi sınıfı mücadelesini salt ekonomik bir mücadeleden ibaret görenler bilmelidir ki işçi sınıfı sınıf bilinciyle harekete geçtiğinde bütün bir yaşamı yeniden organize edecektir.
Bu kapitalist devlet biz işçilerin sırtında yük iken, patronların tek dayanağıdır. Öyle ki bu devlet, dünyayı sarsan bu salgında dahi sadece sermaye sahiplerini düşünmüş ve kardan dahi zarar etmeyeceği onlara sağlamış durumda. Bize düşen ise işten atma tehdidi.
Tüm gerçekliği ile ortada duran şey, işçi sınıfının maaşındaki üç kuruş zam beş köfteden daha fazlasına ihtiyacı olduğudur. Bizler artık politik iktidara bizimle yürüyebileceklerle birlikte, sermaye sınıfının elindeki tüm sömürü araçlarına sınıfımızın iktidarı adına el koymalıyız. Özcesi bütün iktidar üretenlerin olmalı. Bunun bir adım gerisi bizler için acı ve ölüm... Bir adım sonrası ise özgür ve mutlu bir yaşam...