< < Flormar İşçilerine Ziyaret Güncesi

241. gününde Flormar işçileriyle buluşan Emekçi Kadınlar (EKA) 10 martta gerçekleşecek işçi kadın kurultayından bahsederek işçileri bu kurultayda kendi sorunlarını anlatmaya davet etti.

Flormar’da çalışırken yaşadıklarını anlatan kadın işçiler en sık karşılaşılan sorunların başında, maaşlarında bir iyileştirme yapılmamasına rağmen sürekli daha fazla üretime zorlanmalarının geldiği belirttiler. “Doymuyorlardı” diye vurguluyor bir işçi kadın. “Günde 12 bin oje üretiyordu benim makinem. Diğer gün 13, başka bir gün 14 bine zorlanıyorduk. Belirlenen kotayı yaparken, arkadaşlarımızla sohbet etmemiz engelleniyordu. Oysaki ben kotayı tamamlayabiliyorsam buna karışma hakkı olmamalı. Örneğin kadınsın, regl oluyorsun, ağrıların oluyor. İşe gidemediğimizde rapor götürüyorduk. kabul edilir mazeret olarak görülmediğinden maaşlarımızda kesintiler yapılıyordu. İzin istiyorduk, sonuçta maaşlarımızdan kesilecek bunu göze alıyoruz; fakat nasıl söyleyeceğiz diye günler öncesinden stresi başlıyordu. Dakikalarca aşağılanmaya maruz kalıp alabiliyorduk bu izinleri.

Bir erkek işçi giriyor devreye; “sabahları gelirlerdi ‘günaydın 10 bin adet' deyip giderlerdi. İnsanca muamele görmüyorduk. İşe ilk başladığımda doktorun erkek olduğunu gördüğümde %80 i kadın olan bir fabrikada her kadın sorununu rahatça anlatamayabilir neden kadın doktor yok acaba diye düşünmüştüm.”

Kadın işçi tekrar devreye giriyor onaylar bir edayla; “ Her gün on binlerce ürün üretiyorduk asgari ücretle. Hesapladığında bir ruj fiyatına ya da bir oje fiyatına denk geliyordu günlüğğümüz. Bu kadar aç gözlü olmaya gerek var mı?”

Bir başka işçi kadın önce babasından bahsediyor. Kendisi henüz beş yaşındayken babasının fabrikasında büyük bir grev yapıldığını anlatıyor; “Tüm işçiler fabrikayı boşaltmış. Hemen o gün kazanmışlar haklarını. Bu direnişe katılırken hiçbirimiz ne bu kadar süreceğini ne de bunları öğreneceğimizi biliyorduk" diye gülüşüyorlar. Ardından tekrar ciddileşiyor yüzü. “Babam kol çantasıyla çorap satardı pazarda. Vardiya saati gelince de hemen fabrikaya koşardı. Emekli olunca oturabildi biraz rahat etti; ama tüm gençliği gitti tabi.” 11 yaşındaki çocuğunun umutsuzluğundan bahsediyor; “Etrafında görüyor -duyuyor üniversite mezunlarının işsizliğini. Okumanın da kurtarmayacağını düşünüyor. Oğlum sen yine de oku illaki iş bulunur bizim gibi olma desem de ‘nasıl olsa işsiz kalacağım niye okuyayım ki' diyor. Çocuğum benimle gurur duyuyor. Hakkımı savunduğumu biliyor”

Başka bir işçi kadın iki kişinin yaptığı bir işi tek kişinin yapması üzerinden “yapacaksın” denildiğinden bahsediyor. "Nasıl yapacağım, yapıp yapamayacağın umurlarında değil. Yapacaksın…Üstelik iş yerinde hamile kadınlar işe yaramaz olarak görülürdü. Zaten işe girerken evlenmeyi düşünüyor musun diye soruluyor, evli olanlara ise iki sene çocuk yapmayacaksın deniliyordu. Eve gittiğimizde erkekler dinlenebiliyor ama biz kadınlar üstümüzü çıkartıp yemek, düzen derken gece onu buluyordu dinlenmemiz. Sabah altıda tekrar yollardayız. 7.30 iş başı oluyordu. Erkekler ev geçindiriyor denilerek onlara bizden fazla zam yapılıyordu. Onlarınki de çok düşüktü ama biz ev geçindirmiyorduk patronlara göre. Mesela 11 yıllık çalışan kadın 1900 lira maaş alıyordu; ama erkekler işe başlarken 2000 liranın üzerinde alıyordu. Patronu zaten göremiyorsun. Müdürlerle muhatapsın."

Erkek işçi tekrar devreye giriyor; “İşçi sınıfının uyanması gerekir. İşçilerin söz hakkı yok bu ülkede. Gebze’de 241 gündür buradayız diğer işçiler bizi ziyarete gelemiyor. Bir silkelenmesi lazım sınıfın. Ben bu ülkenin işçisiyim. Bu asgari ücreti kabul edemiyorum. Ama birlik olmazsa böyle devam eder. Dışarı çıktığımda algım değişti nerede grev nerede direniş var onlara bakar oldum. Gelecek nesillerimize bakıyorum algısı bizim gibi insanlar yetişiyor bir o kadar da zıt görüşlü nesil yetişiyor. İşçi ne yapacak, çocuklarımız nasıl yaşayacak. Bu köleliği kaç yıl yaşayacağız? 30 yıl daha ömrüm olsun az bir zaman mı bu. Bugün Fransa’da nasıl yaptılar ama! Adamı indirdi indirecekler. O büyük maden yürüyüşü gibi iki büyük yürüyüş yapsak bak bakayım nasıl alıyoruz hakkımızı. Kralı gelse duramaz önünde. Kavga dövüş olacak o belli. Bir uyanış olması lazım ama yarın burası biter başka yerde başlar. Yani parça parça olmuyor. İzban’ a bak mesela iptal ettiler eylemleri. Senin demenle olmayacak, bitmeyecek demeleri gerekiyor.”

Kadın işçi devreye giriyor; “Biz üretiyoruz ama böyle olmasına gerek var mıydı? Ben niye direnişe katıldım. Nerede çalışsam zaten aynı parayı alacaktım. Buradan kovulsam başka yerde aynı ücreti alacaktım, bu nedenle belki kazanırız dedim. Konuşma söz söyleme hakkımız yok; ama patronlar benim yaptığım üretimi yapamıyorlar. Biz üretiyoruz oysa ki. Vasıfsız eleman olarak alınıyoruz işe. Ama idari birimde o kadar vasıfsız ve bu kişiler ne iş yapıyor dediğimiz o kadar insan vardı ki. Asıl vasıfsız olan onlardı oysa. Seminere götürülüp hayatım boyunca duymadığım ücrette karlar yapıldığından bahsediliyordu genişleyeceğiz, büyüyeceğiz deniliyordu. Bir müdür ya da başka biri çıkıp işçilere teşekkür etmedi orada. 

Ruj gibi ürünlerde küçük bir hata yapıldığında tekrar geri dönüşümle üretime sokabiliyorduk ancak daha güçlü yapıştırıcılarla kutularına yapıştırılmış allık gibi ürünlerde bir hata gerçekleştiğinde çöpe atılıyordu. Bize verilmesi kesinlikle yasaktı. Onun yerine çöpe atılıyordu. Sebep olarak da verdiğimiz bu ürünleri pazarda satıyorsunuz bahaneleri geliyordu oysa zamanla bizzat kendileri pazarda sattırmaya başladılar defolu ürünlerini. Doğum günlerimizde bize son kullanma tarihinin yaklaştığı iki üç ürün veriyorlardı. Bu ‘hediyeler' ya satışa gönderilmiş, satış iptali gerçekleşmiş ya da kurumuş bozulmuş ürünler oluyordu. Burada herkes müdür. O, onun amiri diğeri bir başkasının amiri. O kadar gereksiz üretmeden çalışan insan vardı ki anlayamıyorduk bunlar ne iş yapıyor diye. İnsanlarla konuşmayı bilmeyen o kadar beyaz yakalı vardı ki. Bu kadar gün mücadele ettik. Kaybedeceklerini anladılar. Bu insanlar mağdur oldu parasını ver gitsin diyorlar. Yok öyle şey. Geri fabrikaya girmek isteyen herkes girecek. İstemeyen gelmesin ama girmek isteyenler kesinlikle girecek.”

Sohbetimizin yönü işçi sınıfının iktidarına doğru yöneldiğinde bilimsel teknik gelişiminin desteğiyle, işçi sınıfının tüm topluma yetecek ürünleri yapabildiği ve patrona gerek kalmadığından bahsediyoruz. Kadın işçi onaylar şekilde giriyor konuşmaya; “son noktaya geldik aslında biz. Patronlar ‘haklarını verelim dursunlar’ diyorlar. Madem öyle ilk çıkardığınızda hakkımız olanı verseydiniz. Tazminatımızı vermediler mahkeme sürecine itildik biz. Hakkım olanı istedim fazlasını değil. Niye bu kadar büyüdü; çünkü buramıza kadar geldi. Bize karşı dayanmaya çalıştı Flormar. Çünkü biliyorlar onlar kaybederse diğer iş yerlerinin patronları da kaybetmeye başlayacak. Patronlar birbirine destek oluyor; 'sakın kaybetme' diyerek. Biz niye yapamıyoruz.”

İşçi sınıfının iktidarının ne düşündürdüğünü sorduğumuzda tereddütsüz bir şekilde ; “zaten her şeyi biz yapıyoruz. Geçenlerde bir haber izledim bir okulda manav kurmuşlar meyvelerin yanına elli kuruş bir lira neyse yazmışlar kumbaralar koymuşlar meyveyi alanlar parayı kutulara koyuyor. Çocuklar geliyor muz alacaksa elli kuruş atıyor kumbaraya, meyvesini alıp gidiyor kimse yok başlarında. Buradaki amaç ne? O çocuklar sorumluluğu hissetsin. Sizin sorunuz da aynı şeye çıkmıyor mu? Gündüz vardiyasında amiriyle onun amiriyle diğerinin amiriyle uğraşıyorsun gece vardiyasında onlar gidiyorlar biz daha rahat çalışıyoruz aynı kotayı dolduruyoruz. Verimli çalışıyorduk ama onlar olmuyordu. Öyle yani. Nasıl ki manavın sahibi yok çocuklar kendi ihtiyaçlarını karşılıyorsa aynısını bizde yapabiliriz. Herkes hakkını biliyor kimsenin onun başında beklemesine gerek yok. O çocuk bile biliyor. Meyveyi alıp kumbaraya para atmayabilir ama sorumluluk hissediyor atıyor. Ona kimse parayı oraya attın mı diye sormuyor ama o atıyor. Biz bu maaşı alıyoruz kimse bize sormuyor ama sorumluluğumuz var diye emeğimizi ortaya koyuyoruz bizde. İşçilerin üstüne basarak büyüyorlar. Aynı eşitlikte çalışmıyoruz bazı işçiler daha yoğun çalışıyor. Başka fabrikada 10 saat ayakta çalışıyor. Düşünüyorum diyorum ki onun benden fazla alması lazım ben oturarak çalışıyorum. Ayakta çalışanda oturan da aynı alıyor. Filler tepişiyor olan bize oluyor.”

Hava soğuk. Küçük tüplerle yapılan ısıtıcılarla oturuyoruz naylon çadırın içinde. Çadır bir iki gün önce getirilmiş buraya. Sohbetimiz sendikanın getirdiği yemek karavanları ile bölünüyor. İşçiler hemen düzenli bir şekilde karavana almak için sıraya giriyorlar. Birlikte aynı karavanayı paylaşmak için yoğun ısrarlar var ancak başka bir uğrak noktamız olduğundan ayrılmak durumundayız. Deneyimli bir işçi aracına alıyor bizi. Otobüs durağına bizi bırakabileceğini söylüyor. Araçta gururla; “bu eylemin öncüsü benim” diyor kendinden emin bir şekilde. Sıcak bir sohbetin ardından yolun sonuna geliyoruz... Yeniden buluşma sözleriyle ayrılıyoruz.