Karaburun Bilim Kongresi “Ne Yapmalı” üst başlığıyla 5-9 Eylül tarihleri arasında toplandı. Çok yoğun bir tempoda, konu çeşitliğinde ve oturum yoğunluğuyla geçen kongrenin en sıkıntılı durumu; zamanın hiç bir konuşmacı için yetmiyor olması, bir de seslerin anlaşılmaması oldu.
Kongre çağrı metninde, “Lenin 1901 yılında yazıp bir yıl sonra yayımladığı Ne Yapmalı kitabında Rusya’daki işçi sınıfı hareketinin ‘yakıcı sorunlar’ını saptamıştı. Sorunları belki her zamankinden ve her yerdekinden daha ‘yakıcı’ hisseden Türkiye koşullarında, sosyalizm tarihinin bu kült metnine dönüp baktığımızda görüyoruz ki orada tartışılan sorunlar hâlâ bütün yakıcılığıyla sosyal ve siyasal yaşamımızın her bir alanına değiyor” deniyor ve bugüne cevap olması açısından konuları tartışmak istediğini belirtiyor. “117 yıl önce Lenin’in tarihi metininin başlığındaki ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna bugünden bakarak beraber düşünmeyi, yanıt aramayı arzuladığımız Kongremiz ise söz konusu metnin ilk halinin başlığı olan ‘Nereden Başlamalı’ sorusuna belki de bugün için bir cevap olacaktır....
Evet, zamanın şimdisinde Lenin’in devrim çağrısı her zamankinden daha yakıcı ve gerçek bir talep; hem de dünya devrimlerinin uzun süredir gündemde olmadığı, devrimin “bir ihtimal” olarak bile toplumsal duygu-durumun kıyısına yaklaşmadığı bir “karanlık dönem”de… Ve Lenin haklıdır; devrim çağrısı mantıksal bir zorunlulukla örgüt sorununu koyar düşünmenin önüne. Dünyanın her köşesinde devrimci hareketler kendi içeriğine uygun biçimler ve siyasal yapılar inşa ederek cevap verirler bu çağrıya. Yine biliyoruz ki yaklaşık yüz yıldır dünyanın her köşesinde üniversite içinden ya da dışından kendi sözünü söyleyebilme yürekliliğini gösterebilmiş aydınlar devrimci siyasetin kimi zaman içeriden kimi zaman dışarıdan bilinç üreticisi/taşıyıcısı oldular; öncünün pratiklerini belirlemek ya da belirlenmiş pratikleri teorileştirmek/dillendirmek için... 12 Mart ve 12 Eylül’den sonra ülke tarihinin en kapsamlı baskı ve kovuşturmalarıyla karşı karşıya olan akademisyen ve aydınlara yapılanlar söz konusu tartışmaların yalnızca 117 yıl önceki tüm bileşenlerine değil çok daha fazlasına…”
Karaburun Bilim Kongresi oturumlarının konu başlıkları şu şekilde: “Herkes İçin Gıda, Lenin ve Güncel Sorusu “Ne Yapmalı?”, Ortadoğu ve Kuzey Afrika: “Heybetli Küller” Coğrafyası, Soma’da Yaşananlar ve Gerçekler, Dünya Ne Yapmakta? “Kendiliğindenlik Önünde Eğilme”, Marksizm/ler: “Kendini Arındırarak Güçlenmek”, Akademinin Halleri: Göçmenlik, Cinsiyet, Dayanışma, Esneklik... Ekosistemi Savunmak İçin ‘Ne Yapmalı?’, ‘Nasıl Yapmalı?’, Kültür ve Sanatın Kadim Sorusu: “Nasıl Yapmalı?”, Özgür ve Eleştirel Akademi İçin: İnsan Hakları Okulu, İşçi Sınıfı: “Kabarmanın Başlangıcı” mı?, Türkiye’de Siyaset: “Dağınık, Belirsiz, İnatçı”, Alternatif Akademiler: “Eleştiri Özgürlüğü”, Toplumsal Cinsiyet: Normali Reddetmek, 1968'den 2018'e Öğrenci Hareketi'nin Evrimi ve Bugün Ne Yapmalı?, Medya ve “Siyasal Teşhirler”, Marx 200 Yaşında: Marx’ın Orkestrası, Türkiye’de Demokrasi Mücadelesi, Akademi İçin Ne Yapmalı?, Başka Bir Dünya İçin “Nereden Başlamalı?”
Böylesine yoğun oturumlardan oluşan bir kongreyi bütünlüklü değerlendirmek, işi kongreyi takip etmek olan bir gazeteci için dahi mümkün görünmezken, sunum yapan kişilerin ve katılımcıların bunu başarabilmesi imkansız. Umarız medya üzerine çalışma yapan ve e-dergi olarak kongre gazetesi çıkarmak için orada bulunan arkadaşlarının çalışması hepimize bütünü anlama konusunda yardımcı olur.
Kongre Onur Hamzaoğlu’nun konuşmasıyla başladı. Üç noktada devletle çatışma içinde olduğunu belirtti. Dilovası meselesinde devletin açıkladığı rakamlardan farklı bir rakam açıkladığı için, savaş ilanına karşı barış adına “bu suça ortak olmayacağız” diyerek imza attığı için, ve son olarak Afrin işgaline karşı olduğunu ilan ettiği için...
Kongre’nin 150 katılımcı ile 27 ayrı oturumdan oluştuğunu belirten Hamzaoğlu, bilimin doğanın yasalarına uyması, gerçeği ortaya çıkarmak için uğraşması gerektiğine vurgu yaptı. Ama doğru her zaman gerçek demek değildir diye eklemeyi unutmadan. Üniversitelerin gerçeğin dile getirildiği yer olması gerekirken bugün gerçeğin çarpıtılmış biçimini topluma kabul ettirmeye çalışan kurumlara dönüştürüldüğünü belirtti. Bugün artık kapitalizmin rıza üretme konusunda başvurduğu tek motivasyon aracının şiddet olduğunu belirten Hamzaoğlu, kapitalizmin motivasyon kaybında olduğunu, yönetebilmek için kutuplaştırdığını sözlerine ekledi. Günümüzü anlama konusunda Lenin ve Stalin’e atıflar yaptı. Kapitalizmin ikna aracının şiddet olduğunu, bunu da çocuğa karşı, kadına karşı, iş yaşamına karşı nasıl bir yoğunlukta yürüttüğünü gördüğümüzü söyledi.
Açılış konuşmasının ardından ilk oturum başladı. Devrimci Hukukçuların da yer aldığı bu oturumun üst başlığı, Lenin ve Güncel Sorusu “Ne Yapmalı?” idi. Ahmet Haşim Köse’nin kolaylaştırıcı olarak yer aldığı oturumda, Devrimci Hukukçular adına Süleyman Acar, “Nereden Başlayacağız Amaç Araç Diyalektiği” başlığıyla sunumunu gerçekleştirdi. Çetin Eren, “Ne Yapmalı’nın Çağrısı Neydi?” diye sordu. Ahmet Gül, “Lars Lih: Şematik Lenin’den Erfurt Lenin’e” dedi. Fırat Sözeri, “SSCB Kaynaklı Metin ve Lenin Eserlerinin Türkçe Çevirisinde Yaşanan Problemler ve Politik Sebeplerle Tahrifata Uğratılması Üzerine Bir İnceleme” başlığı altında çeviri sorunlarına dikkat çekti. Çağdaş Yazıcı ise “Ne Yapmalı’nın Çağrısı Yerel miydi Evrensel miydi?” diye sordu.
Farklı soru ve sorunların bir arada olduğu oturum süre sıkıntısı nedeniyle konuşmacıların dertlerini tam anlatamadığı bir şekilde sonlandı. Nereden Başlayacağız Amaç Araç Diyalektiği, üzerine duran Devrimci Hukukçular, sorunu şu şekilde ortaya koydular: “Teori ve pratik üzerine çokça özlü sözler edildi. Çokça eserler yazıldı. Her dönemin ruhuna uygun olarak taraflar, çağının gerekleri ve durdukları yere göre ilişkiyi yeniden ve yeniden tanımladı. Tarihe ve Marx, Engels ve Lenin’e göndermeler yaptı.
Cehaletin hiç kimseye kazandırdığı bir şey yoktur, ‘devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.’ (Lenin, 1997) Bu açıdan teori, pratiğin ihtiyaçlarına yanıt verecek, ona yol gösterecek bir alandır. Ve bu açıdan o, devrimci teori olmak zorundadır. Ne yazık ki en başta ‘Batı Marksizmi’ olmak üzere bir dizi çevrenin elinde teori sorunları ortaçağın skolastik tartışmalarıyla boy ölçüşebilecek biçimlere büründü. ‘Çubuğu eğ’ip bükmekten bir türlü kurtulamadılar! Teorinin başındaki o devrimci sözü sürekli ıskalandı, teorisisizm batağına saplanıldı.
Oysa ‘devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!’ derken Lenin, Engels’ten yola çıkarak, üstüne basa basa işçi sınıfı içinde teorik mücadeleye vurgu yapıyordu. Teori ‘bir eylem kılavuzu’ idi. Teori eylem için vardı. ‘Aslolan dünyayı yorumlamak değil değiştirmek’ idi...
Kuşkusuz dünyayı değiştirmek için öncelikle onu anlamak gerek. Öte yandan dünyayı değiştirmek için öncelikle dünyayı değiştirmeyi istemek gerek!” diye başladıkları sunumda “Günümüz Dünyası, Yeni Evre, Leninist Parti, Kriz ve Devrim, Ne Yapmalı” arabaşlıkları ile konuyu açtılar. Sonuç olarak “Sistem krizde. Uzun yıllardır krizde. Yaygın deyimle ‘kriz yönetimi’ ile idame ettiriyor hayatını. Bu söylem bile emperyalist-kapitalist sistemin çözümsüz bir krizle sakatlanmış olduğunun açık kanıtıdır. Her bir krizi bir öncekinden daha derin ve yaygın olan bir sistem var karşımızda. Ve biriken muazzam atıl-para sermayenin zorladığı balonlarla, kredi sistemi ile sınır ve yeteneğinin çok çok ötesine genişleyen üretimiyle, yüzmilyonlar halinde yaşamın dışına ittiği emekçileriyle, çözümsüz çelişki ve çatışkılarıyla... bir sınıra gelip dayandı kapitalist sistem. Toplum ve doğanın tamamen imhası artık bir adım ötemizde. Yıkım savaşları da aynı şekilde kapımızda. Hala süren irili ufaklı savaşlardan bahsetmiyoruz bile. Tüm bunlara ek, kimi örtük kimi açık yaygınlaşan küresel iç savaş var. Bütün bunların arasında hala bir sistemin çöküşünü görmemek, bu çöküşe karşı büyüyen isyanları, hareketleri, kalkışmaları farketmemek, yukarda bahsettiğimiz gibi kapitalizmin temel eğilim ve yasalarının işleyişiyle oluşan birikimin nitel bir fark yarattığının anlamamak, ‘ne yapmalı’ sorusunu ya hiç sormamak demek, ya da öylesine iş olsun diye sormak demek. Çünkü bu çürüyen ve çöken toplumdan ya devrimlerle çıkılacak, ya da çürüme ve çöküş tüm toplumu ve doğayı yokoluşa sürükleyecek. Günümüzün temel ikilemi budur!
Sosyalizmin günümüzün bir olgusu haline geldiği bir aşamada, halen sosyalizmi geleceğin sorunu olarak görmek, tarihi sürecin dışına düşmektir. Şimdi Devrim Zamanı!” dediler.