Faşist devletin en yetkili ağızlarından, medyasına, kalemşörlerinden, sivil-faşist destekçilerine kadar tüm karşı-devrim güçleri, son birkaç haftadır Rojava’ya yönelik kapsamlı bir saldırıdan söz ediyor.

Türk tekelci sermaye sınıfı ve faşist devleti, tüm gücüyle içerde oluşan dağınıklığı, güvensizliği, belirsizliği giderebilmek ve ekonomik-siyasal krizin yoğun yaşandığı bugünlerde güçlü görünebilmek için uzun bir süredir açık tarafı olduğu Suriye savaşında, Rojava topraklarının diğer kantonlarına, sınır hattına kapsamlı bir saldırının hazırlıkları içinde. Bu bir saldırı için psikolojik ortam yaratmakla birlikte zırhlı ordu birlikleri, komandolar, piyade güçleri, dinci-faşist paramiliter çete olan ÖSO’cular Rojava sınır hattına yığılıyor.

Afrin, Cerablus hattını işgal etmekle yetinmek istemeyen dinci-faşizm, halklara örnek olan, Rojava devrimini kanla boğmak için emperyalist ağababalarından da onay almış gibi görünüyor. ABD’nin bölgeden çekileceğini açıklaması ile birlikte, bölgede ABD’nin çıkarlarını koruyacak gücün T.C olduğunu, ABD Rojava’ya yönelik yeni bir işgalin önünü açarak ortaya koydu.

Her demokratik devrimin karşısına emperyalizm ve en gerici karşı devrimci güçler çıktığı gibi Rojava devriminin karşısında da bölge gericiliği, dinci-faşizm, ilhakçı ve işgalci Türkiye, işbirlikçi Barzani yönetimi ve emperyalist-kapitalist dünyanın kendisi bulunuyor. ABD belli bir süreliğine TC ve PYD/ YPG ile ilişkilerinde denge politikası izlemiş olsa da, savaşın aktif katılanı olması hem ekonomik yönden daha zorlu hem de NATO müttefiki TC ile ilişkilerinde zorlayıcı bir durum yaratıyordu. Bunun farkında olan ABD, bölgede TC’nin önünü olabildiğince açmak, Türkiye-Rusya yakınlaşmasının önüne geçmek, Astana sürecini de engellemek için çekilme hamlesini uygulamaya koymuş durumda. Fakat ABD’nin bölgeden tamamen çekileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır. ABD belli sayıda askeri personeli dışında tüm gücünü bölgeden çekerek, nasıl Afrin’de olduysa, bugün Türkiye’yi yeni bir işgale itekleyerek, Suriye’deki çıkarlarını hem daha masrafsız hem de bölgenin içinden bir NATO müttefikiyle gerçekleştirmiş oluyor. ABD’nin bölgeden çekilmesinin ve Rojava’nın doğu bölgelerine yapılacak olası saldırının Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi açısından birçok sonucu olacaktır.

Ekonomik-politik krizi derinlemesine yaşayan tekelci sermaye sınıfı ve faşist devleti, toplum üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanabilmek için şovenist histeriyi tekrardan yaratmaya çalışacak, işçi sınıfının, emekçilerin, gençliğin, Kürt halkının isyan ve ayaklanmalarını bastırmak için de işgalden ve dış savaştan yararlanacaktır. Savaş durumunda olağanüstü yasalar, sokağa çıkma yasakları, kitlesel tutuklamalar ve kitle katliamları, karşı-devrim güçlerinin sokaklarda mobilize edilmesi gibi pratikler olası bir işgal ve saldırı durumunda karşımıza çıkabilir.

Leninist gençlik olarak olarak savaşın, politikanın başka araçlarla sürdürülmesi olduğunu her zaman bilmeliyiz. Bu yüzden mücadelenin, pratiklerimizin hatta kadroların her birinin yaşamları kesinlikle aynı kalamayacak ve değişecektir. Bu yazımızın konusu sadece sürece dair belirlemelerde bulunmak değil, aynı zamanda gençliğin bu savaşta oynayacağı rolü tartışmak, kendimize yol ve yöntemler belirlemek olacaktır. Ama olay ve olguların bilimsel bir tahlilini yapmadan doğru mücadele yol ve yöntemlerini de belirleyemeyiz.

Öncelikle bu kapsamlı saldırı ve savaş hazırlığı bazı kesimlerin düşündüğü gibi, sadece bir seçim hazırlığı değildir. Bu saldırı tekelci sermaye sınıfının ve faşist devletinin yanı başında gelişen bir devrimi kanla tank, top, tüfek yani bir bütün olarak zor araçlarıyla kanla boğma hazırlığıdır. Savaşın yaratacağı şovenist histeri, işçilerin, emekçilerin bu ekonomik krizi yoğun bir şekilde hissettiği, gittikçe açlığa mahkum olduğu bugünlerde kendi tarafına çekme, gerçeklerin önüne sis perdesi çekmesi için de yarayacaktır. Aynı zamanda içerdeki devrim güçlerine karşı amansız bir baskı ve saldırı dalgasının önünü de açacaktır.

Fakat savaş aynı zamanda dinci-faşizmi zor yoluyla yıkma, bir devrim için mücadele etme, devrimci safların büyümesi anlamına da gelecektir. Çünkü savaşın masrafları işçilerin, emekçilerin cebinden misliyle çıkartılacak, açlığa, sefalete, geleceksizliğe mahkum edilen kesimler düzenle bağlarını koparmak zorunda kalacaktır.

Uzun bir süredir iç savaşın yaşandığı coğrafyalarımızda sermaye sınıfı süreci bir varlık-yokluk savaşı olarak tanımlamış ve devrimci güçlere, Kürt halkına, Rojava devrimine yönelik yürüttüğü savaşı, önüne koyduğu yol haritasını ‘Çöktürme planı’ olarak ilan etmişti. Bugün Rojava, Kuzey ve Güney Kürdistan’da Kürt halkına yönelik yürütülen savaş bu plandan, sermayenin örgütlü bir gücü tasfiye etme istek ve arzusundan bağımsız olarak okunamaz.

Bu koşullar altında gençlik içinde faaliyet yürüten birçok sol-sosyalist çevrenin bugün yayınlarına baktığımızda yaklaşan savaştan, olası etkilerinden ve buna karşı mücadele yöntem ve araçlarından -parmakla sayılacak devrimci gençlik örgütü dışında- kimsenin bahsetmediğini görüyoruz.

Sosyal-şovenizme kapılmış Gençlik Muhalefeti, Türkiye Komünist Gençliği gibi siyasal çevrelerin gündeminde Kürt halkına yönelik hazırlanan katliama dair tek bir cümle bile göremezsiniz. Çünkü onlara göre gençliğin en önemli sorunu eğitim sisteminin gericileşmesi ve gençliğin ‘laiklik kavgası’ için örgütlenmesi.

Gençlik içindeki bir diğer eğilim ise Türkiye ortalama solunda hakim bir anlayış olan ‘Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi!’ politik hattıdır. Buradan anlaşıldığı gibi bu slogan ne bir mücadele araç ve yöntemini anlatmakta, ne bir gerçek kurtuluş yolu vaat etmekte, ne de mücadelenin ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Bu politikayı ortaya koyanların yaptığı tek şey, ‘muhalefetçilik, pasifizm ve devrimci saflarda moral bozukluğu yaratmaktır’. Nasıl daha dün Afrin’e yönelik saldırılar ve işgal başladığında bu politika somut durumda sürecin ihtiyacı olamamışsa, bugün de olamayacaktır. Zaten bu politikayı savunan ortalama sol olan gençlik siyasetlerine baktığımızda, hala burjuva dünyadan bir şeyler beklediğini görebiliriz.

Geriye üçüncü yol olan, gerçek kurtuluşu vaat eden, proletarya enternasyonalizmine dayalı, halklar arasında gerçek dayanışmayı yaratacak, kalıcı bir barış isteyen herkesin savunması gereken Leninist barış politikasıdır. Bu politika, mevcut siyasal iktidara, kapitalist sisteme, dinci-faşizme ve onun örgütlü kesimlerine karşı devrim mücadelesi politikasıdır. Dişe diş, militan bir kavgayı göze almak ve dinci-faşizmi bir devrimle yıkıp onun yerine halk demokrasisini kurmak devrimci demokratik bir iktidar kurma politikasıdır.

Gençliğin mücadelede izleyeceği çizgi bu üçüncü yol olmalıdır. Bunun için öncelikle en geniş gençlik kesimlerine ulaşmak şovenizmin, sosyal-şovenizmin yalancı, düşman maskesini yerle bir edip gençlik kesimlerini aydınlatmak, gençliği dış savaşa, bir halkın katledilmesine karşı çıkmaya çağırmak olmalıdır. Her üniversite, her lise, her atölye ve fabrika, sokaklar gençliğe ulaşmanın en önemli araçlarıdır. Her devrimci genç, bu meseleyi başat görev saymalı, hem yeni güçlere hızla ulaşıp onları aydınlatmalı, hem de devrimci saflarda anti-faşist mücadele hattında birleştirmeliyiz. Devrimci, demokrat, yurtsever gençlikle yan yana gelmekten tartışmaktan, onları ikna etmeye çalışmaktan vazgeçmemeliyiz.

Yapacak işimiz çok, beklemenin değil işe girişmenin zamanı!

 

Umut Güneş