1 Mayıs’ta, 1 Mayıs alanında bulunup, 1977’de katledilen işçi yoldaşlarımızı anmak, geleneğimize sahip çıkmak ve yılgınlık bataklığı içinde debelenip, 1 Mayıs’ın anlam ve önemini unutanlara karşı, her yıl olduğu gibi Taksim Meydan'ında eylem gerçekleştirdik. Kendi dar grup çıkarlarımız(!) için değil sınıfın ve halklarımızın taleplerini haykırmak için oradaydık. Bundan önceki yıllarda Taksim kararında diretip sonrasında ise Bakırköy’de, Maltepe’de “kutlama”lar yapanların çelişkilerini bir kez daha yüzlerine vurmak için Taksim'deydik. Eylem alanında soğukkanlı kalabilen insanlara her zaman hayran kalmışımdır. Titremeden, tereddüt etmeden, gözlerinden korku değil öfke dökülen insanlara...


İlk örgütlü eylem deneyimim olduğunu söylemeliyim. En çok heyecana kapılıp titremekten ve donup kalmaktan korkmuştum. Heyecana kapılıp titremekten ve bunu düşmanın hissetmesinden çekiniyordum. Yaptığımın doğru olduğunun farkında olduğumu hissettim ilk önce. Daha sonra ise karşımdaki düşmanın, beş insandan korktuğunu fark ettim. Korkuyorlardı, çünkü karşılarındaki insanlar işçi ve öğrenciydi. Karşılarındaki bir avuç insanın, onların tutunduğu sistemi yıkacak koca bir sınıfın bir parçası olduğunu biliyorlardı. Onlar aslında bir avuç insandan değil, o insanların dahil olduğu işçi sınıfından korkuyorlardı.

Saldırı anında yediğim tekmeler ve söylenen hakaretler, bileklerimi kesen kelepçe, dizlerimdeki ağrı, kaldığım nezarethanedeki pis koku ve zaman algısına sahip olamamanın verdiği çıldırma hissi... Düşmanın, devletin gerçek yüzünü görebilmek için en uygun fırsatlar bunlar. Bu fırsatları iyi değerlendirmek ve bu doğrultuda çıkarımlar yapmak, dersler almak gerekiyor. Yediğiniz dayak gerçekten de bir haftada etkisini yitiriyor. Geriye ise inanç ve direnç kalıyor.

Nezarethanede kalırken ıslık çalmak geldi içimden, çalamadım, keyfim yoktu. Saatin kaç olduğunu düşündüm, sabaha epey vardı. Zamanı öldürmek için uyumak gerekliydi. Başımı iki karışlık tahtadan bozma ve soğuğu iyice emmiş yapıya koyduğumda cezaevinde kalan yoldaşlarımızı düşündüm, adını bildiklerimizi ve nice bilmediklerimizi, ölenler ve ölmeyenleri, gerçekleri haykırdıkları ve yazdıkları için tutsak edilenleri. Bunları düşünmek bana motivasyon kaynağı oldu. Sonra da kendime kızdım. “Yahu şurada bir gece bilemedin iki gece nezarethanede kalacaksın, niye bunları düşünüyorsun, bencillik değil mi bu yaptığın?” Öyleydi, öyleydi ama ne yaparsın... İlk kez görmüşüz nezarethaneyi. İnsan istemeden de umutsuzluğa göz kırpıyor, o insani koşullardan tecrit edilmiş o pis hücrede…

Size bir arkadaşımın ısrarıyla 1 Mayıs deneyimimi elimden geldiğince yazmak istedim. Umarım düşüncelerimi sizlere aktarabilmiş ve anlaşılabilmişimdir.

İstanbul'dan  DÖB'lü Bir Öğrenci