Onu ilk kez Adana'nın o kavurucu sıcağında, Sanat Merkezi'nin kütüphanesinde etrafına aldığı gençlere Bileşik Devrimi anlatırken tanıdım.

Gezi günleriydi, herkesin her şeyi söylediği, ama uygulamada geride kaldığı, ancak halkın bütün ideolojileri geride bıraktığı zamanlarda, o büyük bir özgüvenle Ocak ayında dergide çıkan yazıyı anlatıyordu gençlere... Dergi önünde duruyordu, yazıyı açmış “ama leninistler söylediğini yapar” diyor, gençler de pürdikkat onu dinliyordu. Sonra sözünü bitirince dönüverdi tanışmak için.

İlk gün sohbetinde bana Kürtçe bilmediğim için kızdığını anımsıyorum. Anadilin önemini nasıl bilmediğimi, bunun bilinçli bir politika olduğunu anlattı uzun uzun. O gün sonunda kendimi sorgulamış, kızmış, hatta öfkelenmiştim. Kendimi bulma serüvenimde en çok emeği olan isimlerden biriydi o.

Asla onun yanında sıkılmamıza, gerilmemize, kasılmamıza izin vermez, “ben sizin yoldaşınızım, en çok benim yanımda rahat ol olmalısınız” derdi. İnançlıydı, boş tek bir anı yoktu. En küçük boşluğa bir konu sıkıştırır, o konuda aydınlatır, fikir verir ve yol gösterirdi. Aynı soruyu tekrar sormanızın hiçbir önemi yoktu, hiç sorulmamış gibi en baştan anlatır, hiç sıkılmazdı bu işten.

Yolumuz yeniden kesiştiğinde farklı bir şehirdeydik artık. Aradan uzun zamanlar geçmişti “ilk tanıdığım sen ile şimdiki sen arasında dağlar kadar fark var yoldaş” deyişi hala kulaklarımda...

“O mükemmel biriydi” demek istemiyorum ,bu sözü hiç sevmezdi. Eminim o, olması gerektiği gibi yaşayan bir devrimciydi. İdeolojisine, yoldaşlarına, sevdiklerine yürekten bağlıydı. Kendimden vazgeçtiğim, inanmadığım zamanlarda bile o benden hiç vazgeçmedi, inancını tüketmedi bana dair. Tıpkı bütün yoldaşlarına olduğu gibi...

Şimdi ne mutlu bizlere ki, O'na “yoldaşım” diyebiliyor, aynı bayrağı taşıyoruz. Onun her anını tereddütsüz adadığı bu kavga, artık omuzlarımızda.

Uzun uzun yazmak istiyorum ona dair. Yani uzun bir yürüyüşe dair... Ama söyleyecek tek bir söz kalıyor bize:

"Canım yoldaşım, elin bizde."

Dicle