İSİG Meclisi, Ocak ayında en az 119, Şubat ayında en az 182 işçinin hayatını kaybettiğini raporlaştırdığı açıklamasında, “Deprem, iş cinayetleri, sel, yangınlar, salgın... Ölen hep biziz... ARTIK YETER!” dedi.
Deprem nedeniyle halkımıza başsağlığı dileyerek başlayan açıklamada, “Bu süreçte gerek İSİG Meclisi’nin kurumsal ve bireysel üretenlerinin deprem bölgesinde ya da bulundukları şehirlerde dayanışma faaliyetlerine katılması gerek toplumsal yasımız nedeniyle Ocak ayı iş cinayetleri raporunu çıkarmadık. Bu raporda esas olarak deprem bölgesindeki işçi ve halk sağlığı sorunlarına değineceğiz” dedi.
İSİGM’in açıklaması şöyle:
Deprem esnasında işyerinde ya da patronun talimatıyla bölgede olan (geçici görevlendirme, seminer vb. faaliyetler nedeniyle) bütün işçilerin ölümü iş cinayeti (resmi terimle iş kazası) kapsamına girer. Bu noktada İskenderun Devlet ve Hatay Eğitim Araştırma ile Özel Akademi, Defne ve Megapark hastanelerinin veya belli bölümlerinin yıkıldığını biliyoruz. Yine yıkılan otel, lokanta, oto tamir, belediye, genel işler vb. işyerleri var. Buralarda gece vardiyasında çalışırken hayatını kaybeden tüm işçiler de yine bölgedeki otellerde eğitim seminerleri ve geçici görevlendirme ile kalırken hayatını kaybeden işçi arkadaşlarımız da iş cinayetleri kapsamındadır.
125 sayılı KHK ve işçi hakları
Depremde birçok işçi arkadaşımız hayatını kaybetti. Kalanlar yakınlarını kaybetti, evleri yıkıldı ve bu sürecin tüm psikolojik yüküyle karşı karşıya. Diğer yandan da geleceksizlik, güvencesizlik... Bu noktada “işe gelmeyen işçilerin işten çıkarılması”, “depremde hasar alan işyerlerinde üretime devam edilmesi”, “çalışma baskısı” gibi birçok uygulama ile karşılaştık. Hatta Kahramanmaraş’ta hasarlı bir metal fabrikasında patronun görevlendirmesiyle tencere-tabak paketlerini çıkaran işçilerin üzerine kolon ve kirişler çöktü, bir arkadaşımızı kaybettik ve dört arkadaşımız yaralandı.
Bu noktada devlet tarafından 125 Sayılı KHK çıkarıldı: “Kısa Çalışma Ödeneği” ve “Nakdi Ücret Desteği” düzenlemeleri getirildi. Ancak bu düzenlemelerdeki miktarlar ayrıcalık yaratan ve yetersiz desteklerdir. “Yine pandemi dönemine benzer bir şekilde işten çıkarma yasağı getirildiği belirtilmesine rağmen, İş Kanunu md. 25/2’deki, (devamsızlık dahil) ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler yasak kapsamı dışında bırakıldı. Pandemi süresince bu düzenlemenin işçi aleyhine patronlar tarafından nasıl kötüye kullanıldığını hep birlikte yaşayıp gördük. Fesih yasağına aykırılık halinde işçinin ücretinin ve tüm sosyal haklarının patron tarafından ödeneceği, işe iadeye ilişkin sürecin fesih yasağı sonrasında başlayacağı, bu sürenin çalışılmasa da kıdemden sayılacağı, açıkça düzenlenmeliydi. Oysa mevcut düzenlemeye göre patron fesih yasağına aykırılık durumunda idari para cezası ödeyerek işin içinden sıyrılacaktır. Ayrıca çalışma hayatı ile ilgili düzenlemelerin sadece depremden etkilenen yerler ile sınırlı değerlendirilmesi de tümden yanlıştır. Bölgeye desteğe giden herkesin bir çeşit iş güvencesine alınması gerekirdi.”
Çadırkentlerde hayat
Şu an yüzbinlerce insanımız çadırlarda kalmaktadır. Ancak çadırların belirli fiziki ve insani standartları bulunmalıdır:
“Her 1000 kişi için 3-4 hektar alan ayrılmalıdır. Çadırlar arasında en az 8 metre, çadırlar ile yol arasında en az 2 metre mesafe olmalıdır. Çadırlar arasındaki yollar 10 metre genişliğinde olmalıdır. Her çadır için 3,5 metrekare oturma alanı olmalıdır. Çadırlardan en az 30, en fazla 50 metre uzaklıkta, ortalama 25 kişiye bir kabin düşecek sayıda tuvalet kurulmalı, tuvaletler için lağım sistemi veya yeterli büyüklükte tuvalet çukuru açılmalıdır. Tuvaletler, el yıkama musluklarına 100 metreden uzak olmamalıdır. Kabin yerleşimlerinde kadın-erkek farklılığı ve kadınların güvenliği göz önünde bulundurulmalıdır. Tuvaletler, günlük 100 kişinin kullanabileceği düşünülerek hazırlanmalıdır. (TTB)”
Ancak bu genel çerçeveye rağmen taşkın ve sel riski olan Dicle Nehri kenarına çadırkent kurulması, çadırlar arası mesafeye uyulmadığı için dün Kahramanmaraş’ta bir çadırda çıkan yangının birçok çadıra sıçraması ve yetersiz çadır dağıtımı sonucu hala binlerce insanın çadırsız kalması nedenleriyle AFAD ve Kızılay’ın bu süreçte yetersiz kaldığı görüldü.
Asbest ve halk sağlığı
Geçmiş yıllarda birçok açıklamamızda asbest ve sonuçlarına değindik. Burada akut bir duruma dair bazı satırbaşları ifade etmemiz gerekiyor. Şu an için asbest içeren büyük bir enkaz (ki toplamının Erciyes Dağı boyutlarında olduğu tahmin ediliyor), uygun olmayan bir yıkım ve enkaz kaldırma faaliyeti ile atıkların atıldığı yerlerin uygun olmadığını görüyoruz. İlk etapta dikkat edilmesi gereken acil hususlar:
“Enkazlar profesyonel ekiplerce kaldırılmalıdır. İş makinelerinin çalıştırılma şekli etrafa asbest yayılmasını azaltabilecektir. Uygunsuz ve aşırı toz çıkmasına yol açacak biçimde yapılan enkaz kaldırma çalışmaları engellenmelidir. Enkaz kaldırma çalışmalarında sulama yapılması kaldırılan tozun etkisini azaltacaktır. Bu nedenle enkaz çalışmalarına sulama eşlik etmelidir. Kaldırılan enkazın döküleceği yerler doğru ve merkezi bir planlama ile belirlenmeli, rastgele hafriyat dökülmesi engellenmelidir. Enkaz kaldırma çalışmasına katılanların “FFP2” veya “FFP3” tipi yüksek koruyucu maske kullanması, sağlık açısından bir zorunluluktur. Bu bağlamda bu tür maskelerin bölgeye ulaştırılması gerekmektedir. Pandemi döneminde yaygın kullanıma giren basit cerrahi maskeler bu maddelere karşı koruyucu değildir. (TTB)”
Deprem ve İskenderun Limanı’nda yangın
“İskenderun Limanı’nda deprem sonrası çıkan ve beş gün süren yangın Limak Holding’e ait LimakPort’un gerekli altyapı ve güvenlik önlemi olmadan kabul ettiği IMO’lu konteynerlerden kaynaklandı. Hiçbir limanın kabul etmediği tehlikeli ve yanıcı maddelerin içinde olduğu 300 IMO’lu konteynerler Hollanda ve Belçika’dan gelmişti. İçlerinde ayakkabı, giysi, kumaş, plastik yapımında kullanılan yanıcı kimyasallar bulunuyordu. Sadece LimakPort’un kabul ettiği bu konteynerlerin transit geçişi yapılıyor. Burada yükleniyor, Irak veya Suriye’de işleniyor. Tehlikeli yük taşıma faaliyetinde bulunan tüm taraflar; taşımacılığı emniyetli, güvenli ve çevreye zararsız şekilde yapmak, kazaları engellemek ve kaza olduğunda zararı olabildiğince aza indirmek için gerekli olan tüm önlemleri almak zorundadırlar.” Ancak bu yangın deprem gibi durumlarda bizi ne gibi başka tehlikelerin de beklediğinin bir habercisi oldu.
Ocak’ta en az 119, Şubat’ta en az 182 iş cinayeti
İş cinayetleri raporlarında işkolları, nedenler, cinsiyet, istihdam biçimi, yaş, şehirler gibi birçok grafikle birlikte işçi ölümlerini tasnifleyerek gerçekliği ifade ediyorduk. Ancak bu ay deprem sonucu meydana gelen yıkımla birlikte bu sürece dair birkaç hususa değineceğiz. Genel anlamda Ocak ve Şubat aylarına dair iş cinayetleri bilgileri hazırladığımız infografiklerde incelenebilir.
Deprem sonucu meydana gelen yıkımın tarifi yok. Bazı bölgeler neredeyse haritadan silinmiş ve birçok çekirdek aile artık aramızda değil. Diğer yandan AFAD’ın gecikmeli ve yetersiz arama kurtarma faaliyetleri sonucu birçok canımızı da enkazdan çıkaramadık. Tam olarak kaç kişinin öldüğü, isimleri belli değil. Belli ise de devlet tarafından isim isim açıklanması gerekiyor. Bu yüzden gece vardiyasında olan kaç işçinin öldüğünü bilmiyoruz. Örneğin “11 sene önce depreme dayanıklı değildir” raporu verilen İskenderun Devlet Hastanesi’nde şu ana kadar 10 sağlık emekçisinin kimliğini tespit edebildik. Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ise 4 arkadaşımızın kimlik bilgisine ulaştık. Yine Akademi, Defne, Megapark gibi yıkılan özel hastaneler mevcut. Bu noktada Sağlık Bakanlığı’nın kimlik bilgileri ile hangi hastanede kaç sağlık emekçisinin hayatını kaybettiğini açıklaması gerekiyor.
Diğer yandan gece vardiyasında çalışan otel, lokanta, belediye, oto tamir vb. tüm işçilere dair neredeyse hiçbir bilgi yok. Belirleyebildiğimiz kadarıyla eğitim faaliyetleri kapsamında Adıyaman’da Arsemas Hotel'de kalan 32 kimya işçisi ve İsias Hotel’de kalan 31 turist rehberini kaybettik. Yine geçici görevlendirme ile gelen farklı mesleklerden kaybettiğimiz sağlık emekçileri var.
Şu ana kadar depremde iş cinayeti kapsamında kaybettiğimiz 97 emekçiyi tespit edebildik. Önümüzdeki günlerde araştırmalarımız devam edecek ama devlet açıklamadığı sürece kaybettiğimiz yüzlerce emekçinin kimliklerine ulaşmamız neredeyse imkansız. (Bu noktada farklı meslek gruplarımızdan genel kayıplarımızı paylaşıyoruz. Ancak evlerinde hayatını kaybeden arkadaşlarımızı iş cinayeti kapsamında değerlendiremiyoruz. Daha genel anlamda depremdeki tüm ölümler için “sosyal cinayet” kavramını kullanabiliriz.)
Deprem bölgesinde işçi sağlığı ve güvenliği
Deprem bölgesindeki tehlikeli kimyasallar, halk sağlığını tehdit ettiği gibi deprem bölgesinde çalışan işçileri de doğrudan etkilemekte ve ciddi sağlık riskleriyle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu noktada gerek üretim ve hizmet sürecinin gerek halk yaşamı ve sağlığı için yapılan çalışmaların işçilerin sağlığı ve güvenliğine zarar vermeyecek şekilde gerçekleştirilebilmesi için alanda temel önlemlerinin alınması elzemdir:
İşçilere, her işe uygun kişisel koruyucu donanım yeteri miktarda ve eksiksiz temin edilmelidir. İşçilerin fiziki sağlığının korunması ve işin verimli ilerleyebilmesi için işçilere barınma, ısınma ve yemek imkanlarına ulaşabilecekleri bir ortam sağlanmalıdır. Bulaşıcı hastalıklardan ve diğer maruziyetlerin sebep olabileceği hastalıklardan korunmak için işçilere hijyen malzemeleri ile duş, tuvalet, el yıkama alanlarının olduğu hijyen ortamları oluşturulmalı ve kuduz ve tetanoz aşılarının yapılması sağlanmalıdır. Çalışma saatleri mevcut duruma göre düzenlenmelidir. İşçiler ağır hasarlı hiçbir işyerine sokulmamalıdır. Verilen maddi desteklerin miktarı yükseltilmelidir. İşten atmalar yasaklanmalı (Kod-29 sürecine mahal vermeyen bir şekilde) ve yasağa aykırı hareket eden patronlara daha ağır cezalar verilmelidir.
İşçilerin fiziksel durumlarının yanında ruhsal durumları da bir o kadar ciddiye alınmalıdır. Deprem bölgesinden intihar haberleri almaktayız ve bu önümüzdeki dönem artabilir. Bu noktada psikolojik destek süreçleri geliştirilmelidir. Ancak sorun sadece psikolojik destek ile çözülemez. Mutlaka ve mutlaka toplumsal dayanışmayı güçlendirmeliyiz. Yine işçilerin ve ailelerinin yas süreçlerine saygı gösterilmelidir.
Bölgede yoğun bir inşa faaliyetine başlanmaktadır. İnşaatların hızlı bir biçimde yapılması kaçınılmaz olarak iş cinayetlerini artırmaktadır. İnşaatlardaki bu süreçlerde başta işçilerin örgütlülüğü olmak üzere bu alanda gerekli adımları atmalıyız. Yeniden inşa sürecinde kentsel yaşam, gıda hakkı, ekolojik denge, tarımsal üretim, göç süreçleri gibi birçok çalışma alanı bizi beklemektedir.
Direniş ve dayanışma yaşatır
“Dayanışma Yaşatır” şiarıyla tüm işçi sınıfı depremin ilk anından itibaren toplumsal bir seferberlik gerçekleştirdi. Maden, sağlık, inşaat, enerji... tüm mesleklerden işçi sınıfı bölükleri gerek arama kurtarma faaliyetlerini gerek tüm yaşamsal gereksinimleri hayata geçirmek için canla başla mücadele ettiler. Neoliberal dönemde devletin ve kurumlarının tüm süreçlerdeki yetersizliği gözler önüne serildi. "Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler"di ve “helallik” istendi.
Deprem, iş cinayetleri, sel, yangınlar, salgın... Ölen hep biziz... ARTIK YETER! Toplumsal seferberliğimizi güçlendirip dayanışmamızı derinleştirmek ve baskılara direnmek işçi sınıfının güncel mücadelesini belirliyor. Yeni bir süreç başlamıştır...