Öğretmenlik Meslek Kanunu, bilindiği üzere yasalaştı ve 19 Kasım’da öğretmenler, kariyer basamakları sınavına girecekler. Hali hazırda “ücretli öğretmen”, “sözleşmeli öğretmen” ve “kadrolu öğretmen” olarak parçalı bir yapıda olan öğretmenlik mesleği bu yasayla birlikte iki yeni gruba daha ayrılacak: “uzman öğretmen” ve “başöğretmen”.
Öğretmenlik mesleğiyle ilgili birçok yasa, yönetmelik değişiklikleri oldu ya da tartışıldı. Fakat hiçbiri öğretmenlik meslek kanunu kadar tepki toplamadı, öğretmenler odasını birleştiremedi. Peki, yüzbinlerce öğretmenin hemfikir olduğu bir konuda neden güçlü karşı koyuşlar, güçlü eylemler örgütlenemedi?
Hangi alanda olursa olsun güçlü eylemler örgütlemek, saldırılara güçlü bir şekilde karşı koymak ancak örgütlü olmakla mümkündür. Eğitim emekçileri yaklaşık bir milyonluk bir nüfusa sahip. Bir iş yerindeki elli kişilik grubu bile örgütsüz hareket ettirmemiz mümkün değilken, bir milyonluk bir kitleyi nasıl hareket ettirebiliriz? Buradaki sözlerimiz, eleştiri ve önerilerimiz, çok açıktır ki, biz devrimci emekçilerin de içerisinde yer aldığı Eğitim-Sen’e yönelik olacaktır.
Çok eskilere gitmeye şu an lüzum yok. Birçok yazıda sorunların tarihsel kökenine değinildi geçmişte. Yakın dönemi değerlendirirsek, bugünkü durumu anlamak zor olmayacaktır. 15 Temmuz sonrası “FETÖ” bahanesiyle birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da ciddi bir saldırı başlattı iktidar. Birçok arkadaşımız ihraç edildi, bir kısmı açığa alındı. Bu saldırılara güçlü bir karşı koyuşla cevap verilemedi. Sadece ihraç edilen emekçiler ve onların yanında yer alan dostlarıyla birlikte devrimci emekçiler sokaklara çıktı, eylemler yaptı. Bu süreçte sendika içi tartışmalarda her zaman sokağı temel alan eylemleri savunduk. Göstermelik basın açıklamalarıyla bu saldırının püskürtülemeyeceğini ve ardından daha büyük saldırıların gelebileceğini belirttik ki öyle de oldu. Her zamankinden daha güçlü bir karşı koyuş gerekliydi. Birçok üye istifalarını vermeye başlamıştı. Bu istifaları bazıları korkuya yordu. Kitlesel ihraçların insanlarda korku yarattığını belirttiler. Evet, insanlar korkabilir ve geri çekilebilirler. Ama bu saldırıya karşı daha kararlı, daha istekli ve bedeli ne olursa olsun, geçmişte olduğu gibi sokağı temel alan eylem ve etkinlikler yapılsaydı, okul ziyaretleri sıklaştırılsaydı, kısacası dimdik durulup dosta da düşmana da biz buradayız, geri çekilmiyoruz mesajı verilebilseydi, korkunun yerini hiç de zor olmayacak bir şekilde cesaret alırdı. Diğerlerinin susup görmezden geldiği bir ortamda güçlü ve kararlı bir ses muhakkak eğitim emekçileri açısından bir odak olacaktı, onlara cesaret verecekti. Eğer bu başarılsaydı ve odak olunabilseydi, Öğretmenlik Meslek Kanunu karşımıza getirildiğinde böylesine örgütsüz ve güçsüz yakalanmazdık. Hatta bu meslek kanunu saldırısıyla karşılaşmayabilirdik.
Sıraladığımız birçok eleştirinin yanı sıra uzun bir aradan sonra miting ve grev yapılmasını olumlu gelişmeler olarak görüyoruz. Ama zamanlama olarak ikisi de geç tarihlerde yapıldı. İkisi için de yüksek bir efor harcanmadı. Okullarımızda grevi örgütlerken en çok karşılaştığımız eleştiri geç kalınmasıydı. Birçok eğitim emekçisi “19 Kasım’daki sınav için 2 Kasım’da grev yapılması sizce de geç değil mi?” sorusunu sordular bize. Nihayetinde 2 Kasım’da grev yapıldı. Birçok ilde basın açıklamaları gerçekleştirildi. Fakat bazı illerde kitlesel yürüyüşler yapılırken, bazı illerde kitleselliğe rağmen yürünmedi ve açıklama ile yetinildi.
Yürüyüş yapılması planlanan illerin başında İstanbul vardı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önüne yürünüp açıklama orada yapılacaktı. Polis kitlenin önünü kesti ve yürüyüşe izin vermedi. Uzun süre beklenildi. Daha sonra sendika yürütmesi buradaki tavrı teşhir edip, açıklamanın burada yapılacağını söyledi. Birçok emekçi duruma tepki gösterdi. Uzun süre beklemeyi ve asıl açıklama yeri olmayan bir yerde barikat kurulduğu için durmayı ve açıklamayı burada yapmayı kabul etmeyen emekçiler, tepki göstererek barikatın zorlanmasını istediler.
İşte sorun da çözüm de burada. Bir milyon eğitim emekçisinin neredeyse tamamı bu yasaya karşı, sınavın iptalini istiyor, grev yapan ve sokağa çıkan emekçiler durum karşısında gayet kararlı bir tutum gösteriyor ve barikatı zorlamak istiyor, barikatın ardını görüyor. O zaman neden orada durulup faşizmi teşhirle yetiniliyor?
Faşizm, beklemekle gitmez, teşhirle bitmez. Faşizmi yıkmanın yolu örgütlü ve kararlı mücadeleden geçer. Eğitim emekçileri yaşam ve çalışma koşullarından rahatsız. Yoksulluk sınırının altında bir maaşa mecbur bırakılıyorlar. Uzman öğretmen ve başöğretmen olarak bölünmeyi kabul etmiyorlar. Kariyer basamakları uygulamasını ve sınavı reddediyorlar. Bu noktada yapılacak en doğru hamle; bu genel memnuniyetsizlik halini örgütlemek ve rüzgarı arkaya alarak hamle beklemeksizin karşı hamle yapmaktır.
Var olanı teşhir dönemi çoktan geçmiştir. Eğitim emekçileri çok zor dönemlerden geçiyor ve bu dönemlerde kimin kararlı, istekli ve samimi mücadele ettiğine bakacaklar. Koşullar örgütlenmeye, sokağa çıkmaya yeni mitingleri ve grevleri organize etmeye fazlasıyla elverişlidir. Biz devrimci emekçiler olarak her zaman sorumluluğumuzun bilincinde olduk ve bu dönem de var gücümüzle süreci örgütlemeye ve mücadeleye hazır olacağız.
DEK’li Bir Öğretmen