Bu başlık, 25 Mayıs’ta Workers World’da yeralmıştı diyor bir Portekizli komünist. Ve devam ediyor:
Bundan 11 gün sonra Trump’ın göz korkutmaya çalışan tehditleri ve polis şiddetine rağmen eylemler bütün ülkede sürüyordu. 10 binden fazla insan tutuklandı.
Dünyanın çeşitli yerlerinde dayanışma protestoları oldu. Ciddi nedenlerle insanlar sokağa indi ve polisle karşı karşıya geldi.
Irkçılık, polis vahşeti, Floyd’un beyaz ayrımcıların her zaman yaptıkları gibi linç edilmesi ve katledilmesi, protestoları ateşleyen fitil oldu. Fakat kuşkusuz, bu yaygın isyan dalgasının altında yatan sebepler, eskiden beri varolan eşitsizlikler, süregelen adaletsizlikler, bu protestolarda da öne çıkan devlet şiddetiydi. ABD, çürüyen bir toplumun işaretlerini gösteriyor.
Protestoların gücü, iki ya da üç noktada görülebilir: Eylemler tüm renk ve milletten insanı çekiyor- en çok ayrımcılığa uğrayanlar, genellikle en yoksullar(siyahiler, latinolar)); ama aynı zamanda adaletsizliğe,eşitsizliğe ve şiddete “hayır” diyen beyazlar ve özellikle de genç insanlar.
Polis güçleri şehirden şehire farklı tutumlar izlediler. Bazı durumlarda olageldiği gibi vahşet uyguladılar, bazı durumlarda da eylemcilerle birleşmeye çalışarak Minneapolis’teki gibi “Anlıyorum” dediler. Bu üstten gelen emirlere uymayı reddetmek anlamına gelmese de şefleri için hala bir uyarı niteliği taşıyor.
Son olarak, örneğin Trump’ın orduyu caddelere sürmeyi reddeden savunma bakanıyla ya da Trump’a “ülkeyi bölüyor” diyen eski savunma bakanı Mattis’le arasındaki çekişmede olduğu gibi en tepede varolan anlaşmazlıklar..
Mücadelenin Uluslarasılaşması
Küçük kıvılcımlar uzun süre yakıt biriktirmiş olan büyük yığınlarda kontrol edilemez yangınlar başlatır.
Fransa, Irak, Cezayir, Ekvador, Şili, Tunus, Sudan gibi her kıtada düzinelerce ülke, milyonlarca insanı caddelere döken eylemlerle aylarca sarsıldı. Bir çok olayda baskıcı devlet güçleri yüzlerce ölüme sebebiyet verdi.
Her ülkede sebepler farklı olabilir; ama hepsi milyonlarca insanın bugünü ve geleceği olmayan kötü bir dünyada yaşadıkları ortak hissine dayanıyor. Patlama noktasına gelmiş sınıf çelişkileri, yoksulluk içindeki geniş halk kitleleri ile yolsuzlukla zenginleşmiş olan iktidara yerleşmiş azınlığı birbirinden tümüyle ayırıyor. Tüm kıtalarda modası geçmiş siyasi kurumlar, sahte ya da hiç olmayan demokrasiler, burjuva klikler tarafından halk yığınlarının hiç sesinin duyulmadığı şekilde tekelleştirilmiş.
Herbir ülkenin kendine has özellikleri var, ancak hepsinin yadsınamaz ortak özelliği, gezegenin her yerinde mevcut kapitalizmin iflasta oluşu ve krizden krize girmesi.. Kapitalizm, aralarındaki farklılıklara rağmen tüm toplumları kaosa sürüklüyor.
Bu büyük eylemler, bu felakete sürüklenmeyi reddeden yığınlarca insanın bu kaosu nasıl farkettiklerini gösteriyor. Protestocular, bir çok yerde birbirinden kopuk olsalar, hala doğru yolu bulamamış olsalar da kaybedecek hiçbirşeyleri olmadığını hisseden değişik ülkelerdeki mülksüz sınıfların bir parçası olarak cevabın işaretleridirler.
Ancak ustaların dediği gibi, proleterlerin mücadelesi ulusal olarak başlasa da içeriği uluslararasıysa o zaman antikapitalist mücadelenin uluslararasılaşmasına tanık oluruz.
ABD’li işçileri bu mücadelede yanıbaşımızda görmek, dünyanın her tarafındaki insanlar için sevinçle karşılanacak bir gelişmedir.