Rusya tarım ürünleri denetim ajansı Roselhoznodzor; Türkiye’den getirilen meyve ve sebzelerin bitki sağlığı kalitesinin düşmesi sonucu, bu ürünlerin 2018 yılında,1495 kez Rusya’dan geri gönderildiğini duyurdu.

“Neden?” diye soruyorsanız, şöyle bir genel cevap verilebilir: Genetiği insan sağlığına zararlı şekilde geliştirilen hibrit tohumları toprağa düştüğü ilk andan itibaren peşi sıra bir dizi kimyasal işlemi gerektirmektedir. Zehirlenen topraktaki cıva oranı düşüşü, bir sonraki ekimlerde tarımsal üretim verimlerine elbette yansıyor. Kimyasal gübre ve ilaçlamaların etkisiyle toprak canlıları katledilirken, bunun diğer bir yönü ise toprağı havalandıran canlıların olmayışından dolayı, toprağın kuruyup çölleşmesidir. Büyük ölçekli üretim sahalarında tekellerin ürettiği bir takım makineler, toprak üzerinde çeşitli hesaplamalar yapıyor. Hangi ülkenin toprağının ne derece gübre ihtiyacı olduğu bilgisine, elindeki veriler aracılığıyla ulaşarak bunların ne kadar genişletilmiş yeniden üretiminin yapılacağının hesabını tutabiliyorlar. Önceki yıllarda kendi elleriyle oluşturdukları hasarlar sonucunun ne denli büyük olduğunu, toprağın hangi minerallerinin yok edildiğini bu makinelerce tespit edebiliyor ardından da topraktan emilen mineralleri de içeren daha yüksek bir gübreleme ilacı kullanılmasını dayatıyorlar... Her yeni gelen yıl kimyasallarla biraz daha zehirleniyor toprak anamız. Dev tekeller bu sayede hem her sene tohum fabrikalarından artan oranlı tohum alımını düzenliyor, hem de yine artan oranlı kimyevi maddeleri pazara hazır hale getiriyorlar. Tüm bu işlemler dolar endeksli olduğu için de doğal tohumun kat be kat üzerinde bir maliyet oluşturarak, pazarı belirleyen dev tekellerin karşısında küçük üreticinin yıkımını kaçınılmazlaştırıyor.

Pestisit maddesini duymuş olmalısınız. Hibrit tohumla (yani kendisini bir sonraki seneye tohumluk olarak ayıramayacağınız tek seferlik kimyasal tohumlarla) yapılan ekim işleminin ardından bitkiyi kemiren güve gibi canlılara karşı bitkiyi “korumak” adına bu madde ile çeşitli işlemler yapılır. Toprakta canlı kalmadığı için bitkiyi kemiren de olmaz, kanatlı canlılar da yediklerinde zehirlendikleri için onlar da bir sorun teşkil etmez!.. Türkiye’de bitkiye uygulanan kimyasal işlemler ülkeler arası anlaşma standartlarının %50 üzerinde uygulanmaktadır. Köklerinden yapraklarına kadar zehir yumağı haline gelen marul, salatalık, domates gibi günlük yaşamımızda pek sık tükettiğimiz bu gıdaların üzerindeki kimyasal işlemlerin kalıntıları yıkama, kurutma, pişirme dondurma gibi işlemlerle de bitkiden ayrıştırılamıyor. Küçücük bir toprak kalmasın diye litrelerce su tüketerek yıkadığımız sebzelerimiz esasında baştan sona bir zehir deposu…

Gıda fiyatlarının yüksekliğinden şikayet ederken diğer yanıyla gözümüzün önünde gerçekleşen başka bir olguya yeniden işaret etmek istiyoruz: Bu, ihraçtan dönen gıdalar ise iç pazarda bizim mutfaklarımıza giriyor, hepimizi zehirliyor.

Daha yüksek karlar elde edebilmek adına pazara sunacağı ürünün dayanma ömrünü uzatmak için kimyevi işlemleri yapan kapitalistler ve onların egemenlik biçimi olan kapitalist devlet, o zehirli tohumları laboratuarda üreten mühendisleri, o tohumları tarlaya eken tarım işçisini, o kimyasalları tarlaya taşıyan nakliyeciyi, ürün toplanmaya hazır hale geldiğinde işçisini, pazara girdiğinde tüketicisini de kapsayan geniş bir ağı zehirliyor. Kapitalistler ise kendi ürettikleri zehirleri tüketmiyor. Organik tarımı kendi kontrolleri altında yüksek karlar getiren bir pazar haline getirerek, burjuvaziye sağlıklı ve doğal ürünler hazırlıyorlar. Hibrit tohumu da biz yapıyoruz, tarlaya da biz ekiyoruz, üç kuruş kazancımızla gidip pazarlardan o zehirleri yine biz satın alıyoruz. Bu gidişe bir dur demeli ve bize yaşama şansı tanımayan kapitalizmi yok etmeliyiz. Şimdi, tam da şimdi harekete geçmeliyiz!