Dünya çapında olağanüstü hızlanan tarih, bu topraklarda o hızla keskin bir viraja giriyor, istisnasız tüm sınıf ve katmanlar bulundukları konumdan savruluyorlar.
Dağılmayı toparlayabilecek ve yepyeni temelde bir toplum olarak yeniden ayağa kaldırabilecek politik aktör, sadece proletaryadır. Devrimci proletaryanın sonuna kadar gidecek kararlı bir savaşım çağrısının milyonlara nüfuz edebileceği bir ufka varmış bulunuyoruz.
Tarihi olağanüstü hızlandıran, kapitalist uygarlığın çöküşüdür. Pandemi çöküşü görünür hale getirdi ve içinden çıkılmaz bir buhrana taşıdı. Kapitalist toplum çırpınıyor, onu keskin viraja sokan ise, saflarına her geçen ay yeni yeni milyonlar katan tevazu açlar ordusunun şiddet dolu ruh halidir. Olmaz deneni, hiç düşünülmeyecek olanı bir çırpıda on milyonların en yakıcı gündemi haline getiren; her sınıfı geleneksel tutum ve eyleminin dışına taşıran; ideolojik, ahlaki, kültürel ve elbette politik, akla gelebilecek her alanda, herkesi bir “sınır ihlaline ve haddini aşmaya” götüren, işte bu keskin virajdır.
Somut konuşalım: RTE’nin Gezi Ayaklanmacılarına yönelik ağıza alınmayacak hareketleri, anlık bir öfke midir? Hayır, tekelci sermaye sınıfının haddini aşmasıdır. Peki ya, her fırsatta açıkça sergilenen sefahat alemlerine ne demeli? Bütün dünyada olduğu gibi bu topraklarda da egemen sınıf, “aynı gemideyiz” palavrasını yutturabilmek için, kendi sefahatini kapalı kapılar ardına gizlemeyi bilir. Oysa şimdi baklayı ağzında tutamıyor burjuvazi: “Ben efendiyim, sen köle” diye haykırmaktan kendini alamıyor.
Somut konuşmaya ve sınır ihlallerini göstermeye devam edelim, daha basit görünen bir olgudan söz edelim: Bir bakın yoksul semtlere, her gün şiddet dolu ruh halinin binbir şekliyle sokaklara taştığına şahit oluyoruz. Bahane çok: Bir taciz iddiası, bir husumet, aile ve esnaf kavgaları, hatta düğünler bir anda polislerin müdahale etmek zorunda kaldığı büyük kitle kavgasına dönüşüyor. Sebebini bilmeyen yok: Aç milyonların canı burnunda. Kanın beyne sıçraması için tek bir dokunuş yetiyor. Başka bir zamanda vaka-i adliyeden sayılan bu olaylara gerçek adını koymak gerek. Bu tamı tamına, bir toplumsal patlamadır. Gelişimi bu çizgiyi izliyor. Sıradan sebeplerle başlayan kavgalar, giderek sıklaşan ölçülerde, polislere karşı kitlesel öfke seline dönüşüyor. Polis ekipleri taş yağmuruna tutuluyor. Çünkü açığa çıkmak için sıradan bir sebep arayan bu öfke, açlar ordusunun bağrında biriken sınıf öfkesidir, karşısına çıkan ne varsa yakıp yıkmaya hazır bir enerjiye sahiptir.
Her zamanki gerçekçiliğiyle sermaye sınıfı, bu her şeyi yakıp yıkmaya, her sınırı ihlale hazır öfkeyi tam isabetle gördü. Duyuyoruz ki, büyük zincir marketler, “yağma” üzerine eğitim veriyor çalışanlarına. Tekelci sermaye, gerçekleşmesi düşük olasılıklar için kılını kıpırdatmaz. Ne para, ne zaman ne de emek harcar. Tekellerin yağmaya karşı eğitime başlamaları, sıradan olaylarla başlayan toplumsal patlamanın bir sonraki durağına, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde işaret ediyor. Yağma, sermaye sınıfı için, açık ve yakın bir tehdittir, mülkiyetin kutsallığını korumak adına en vahşi yöntemler devreye girecektir; ama emekçi on milyonlar için toplumsal patlamanın yağma durağı, geri dönüşü olmayan noktadır.
Başka bir zaman ve yerde, sıradan bir olay sayılan bir yağma, burada ve şimdi, emekçilerle sermaye sınıfını kan deniziyle ayırması kaçınılmaz bir uçurum olarak beliriyor. Tek başına yağma, burjuvazinin topluma giydirdiği tüm deli gömleklerini yırtmaya yeter, “sınır ihlali”nin ta kendisidir o. Mülkiyetin kutsallığına, ahlakın ikiyüzlülüğüne, dinin umarsızlığına, bayrağın boğuculuğuna, hukuk ve adaletin safsatalığına karşı bir hücumdur. Egemen sınıf bir kez elinden ipleri kaçırmaya görsün, o güne dek toplumu biçimlendiren tüm soyut çerçeveler parçalanır.
Sınıf bilinci denince akıllarına sadece “Kahrolsun ...”la başlayan sloganları düzenli bir koro halinde atanları getirenler ya da devrim denince akıllarına ütülenmiş bayraklar ve çeşit dolu “görseller” eşliğinde düzenli saflar halinde yürüyen milyonları getirenler için üzgünüz. Devrim sizin düşlediğiniz yoldan bambaşka bir çizgide ilerliyor: Önce, hiçbir politik sebep içermeyen sıradan vakalarla kabarıp kaynıyor. Sonrasını ise tahmin etmek zor değil. Kızaran yağın tavadan her tarafa sıçraması gibi rastgele, hedefine en zayıf ve en korumasızları da alacak şekilde (göçmenler) büyüyen toplumsal patlama, zenginliği ve onu korumaya alan her kurumu yakacaktır. Ve yine kuşkusuz, bu yağmadan çıkarı olan en sefil maceracılar, lümpen çeteler, şu veya bu kodamanın yağmadan pay almak için parayla tuttuğu gruplar, hepsi işe karışacak ve meseleyi daha çetrefilli hale getirecek.
Kargaşadan korkanlar geri çekilirken ve tam ‘her şey kontrolden çıktı’ noktasındayken, tarihin keskin giyotini, sınıfların karşılıklı ilişkisine dayanan hükmünü verir. Evet tüm sınırlar ihlal edilmiştir, ahlaki, politik hatta vicdani... Ama bu arada on milyonları burjuva sınıftan ayıran köprüler geçilmiştir ve o tarafta doğru olan, bu tarafta yanlıştır artık ve de tam tersi. O köprüyü geçenler için, yarıda bırakılacak bir çılgınlığın bedeli, dinin, ikiyüzlü ahlakın ve safsata hukukun sınırını çizdiği bir cehennem azabı olacaktır. Ya da sonuna kadar gidilecek, yepyeni değerler üzerine kurulu yeni bir toplumu inşa etmek üzere, on milyonlar kaderini en devrimci sınıfın inisiyatifine bırakacaktır.
“Giyotinin birçok günahı vardır, ama hakkını verecek olursak, hiçbir evrimci yanı yoktur. En çok tutulan evrimci argüman en iyi cevabını baltada bulur. Evrimci ‘çizgiyi nereye çekeceksin’ diye sorar. Devrimciyse cevap verir ‘Buraya çiziyorum: kafanla gövdenin arasına.” Şayet bir darbe indirilecekse her an soyut bir doğru ya da yanlış olmak zorundadır, ani bir şey olacaksa şayet, dışsal bir şey olmak zorundadır” (Ç. K. Chesteton’dan aktaran Zizek)
Yağmanın burjuva toplumdaki ‘soyut yanlışlığı’ ile, yeni bir topluma geçişin emekçi saflardaki ‘soyut doğruluğu’ arasında, proleter sınıfın baltası uzanıyor. Ve devrimci proletarya, sıradan olaylarla başlayan, yağma durağından geçerek iyice şaşkınlık verecek karmaşa karşısında, ürküntüyle “çizgi nerede?” diyenlere aynı cevabı verecektir. Tam burada, kafayla gövde arasında...
Umut Çakır