Faili meçhuller kraliçesi olarak anılan Akşener, meclis kürsüsüne çıktı ve “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” deyiverdi. II. Abdülhamit’i tahttan indirip İttihat ve Terakki’yi iktidara getiren 1908 burjuva devriminin ana sloganı, yakın zamana dek fason TKP’nin kortejlerinden duyulurdu. Günümüz, “Cumhuriyetçiliği”nin tipik temsilcisi TKP’ye yakışıyordu ya, Akşener’in derdi neydi?
Gariplik burada bitmedi. Aynı gün geçti karanlıkta Kılıçdaroğlu kamera karşısına, bir avuç zengine servet yığan “neoliberallerin” sonunu ilan etti, servetlerin yoksul halka dağıtılacağını söyledi ve “imkansız görüneni düşünmek zamanı” dedi. Bu söz, elbette Che’nin “Gerçekçi Ol, İmkansızı İste” sloganından bir aşırmadır.
Gerici burjuva muhalefete bir haller oluyor, çünkü artık devrimden aşırılmış laflar, sloganlar, hedeflere atıfta bulunmadan politika yapmanın imkansız olduğu günlerden geçiyoruz. Çünkü artık, bu toprakların her metrekaresinde bir “devrim hayaleti dolaşıyor.”
Tipik darkafalının tipik sorusunu duyar gibiyiz: “Devrim hayaleti mi, milyonlar sokaklara döküldü de haberimiz mi olmadı?” Oysa devrimci bir akıl yürütmeye sahip her insanın sorusu çok farklıdır: Hareketin başlayıp başlamamasından bağımsız, onlar soruyu şöyle formüle ederler: Sınıfların karşılıklı ilişkisi ve mücadelesini belirleyen sınır çizgisi neresidir?
Şimdi o sınır, giderek katlanması imkansız hale gelen sefalet ve açlıkla çiziliyor. Her gün anketlere yansıyor; halkın gerçekten ezici bir çoğunluğu için durum felaket, gelecek kapkara. Daha kötüsünü Merkez Bankası raporu açıklıyor: Süte, ekmeğe, makarnaya ciddi zamlar kaçınılmaz diyor rapor. Sabah akşam çorba-makarnayla, üstelik öğün atlayarak açlığı tecrübe edenlere, ölümlere hazırlanın demektir bu. Açlığın trajedilerinin kapkara bir haber gibi yayılacağı günler kapıda.
Peki bu trajik manzara karşısında dinci faşist iktidar ne yapıyor? Sabır vaazından şükür vaazına geçiş yapıyor. Sabır, hiç olmazsa bir parça gelecek vaadi içeriyordu. Şükür vaazı, bu içeriğe bile sahip değil. Durumu kabullenin, ölümün kapınızı kalmasını bekleyin demektir bu. Dinci faşizm artık politika yapmayı bıraktı, diliyle vaaz verip eliyle sopa sallamak dışında.
Halkın etkin çoğunluğu ise dinci faşizmden alenen yüz çeviriyor, fırsat buldukça hoşnutsuzluk ve öfkesini suratlarına çarpıyor. İktidar mensupları, gittikleri her yerde protestoyla karşılaşırken, iktidara karşı olduğunu söyleyenler dinci faşizm kalelerinde diyar diyar gezip gövde gösterisi yapmaya başladılar. Bir avuç cemaat ve kriminal çetelerden beslenen güruh dışında, dinci faşizmin aktif sivil tabanı kalmadı. Büyük bölümü, senede birkaç kez, dişlerinin kovuğuna bile sığmayan yardımlardan mahrum kalmamak adına, anket şirketleri aradığında iktidar partilerini işaret eden pasif bir kitledir. Ama onlar da, genel hareket başladığında, gerçek fikirlerini dinci faşizmin yüzüne haykırmaktan çekinmeyecekler.
Tekelci sermaye egemenlerini küçük-burjuva siyasetten ayıran kalın çizgilerden biri, gerçekçiliğidir. Bir tekelci asla kendini kandırmaya girişmez, boş hayallerle oyalanmaz. Egemenlik koşullarının nelere dayandığını, neleri kaybettiğini, tecrübeyle keskinleşmiş bir hassasiyetle tespit edebilecek olanaklara sahiptir.
İktidarsa, yerine getiremeyeceği vaatleri bol keseden sallamanın artık tehlikeli olmaya başladığı noktayı bilir. Muhalefet ise, yığınların odaklandığı asıl meseleyi ıskalayan her boş vaadin artık işe yaramadığı zamanı bilir.
Dinci faşizm “söz vermiştiniz, ne oldu?” sorusunun bile, bardağı taşıracak son damla olmasından korktuğu için, “müjdeler” açıklamak yerine, şükür vaazına geçiş yapıyor. Gerici burjuva muhalefet, en temel sorunlara hiçbir çözüm vadetmeyen “seçim ittifakı” toplantılarının, emekçi sınıflarda kabaran öfkeyi toparlamaya yetmediğini gördüğü için, devrimlerden aşırılmış sözlerle politika yapma çizgisine kayıyor.
Sanırız böylece, gerici burjuva muhalefetin, uzlaşmacı-sosyalist partilerden bile daha sol, daha radikal cümleler kurmasına neden şaşırmadığımız anlaşılmıştır.
Umut Çakır