Emekçi sınıfların, kadınların, öğrencilerin büyük öfke birikimi kabından taşıyor, dalgaları kıyıyı dövmeye başlıyor. Cüretli, baskı tanımayan, kavgacı bir eylemler dalgası yayılıyor.
Bu çalkantı, iktidarı ve muhalefetiyle, burjuva dünyanın dengesini bozuyor. Kurumsal işleyiş dağılıyor, tüzükler yerlerde sürünüyor, yöneticiler kırkını doldurmadan koltuklarından oluyor. İktidardaki dahil, bütün burjuva partiler, sokaktaki çalkantıdan uzak durarak kendilerini işlevsizliğe, etkisizliğe mahkum ediyorlar. Bu ortamda, burjuva muhalefeti bile, bir iktidar değişiminin ancak olağanüstü şartlarda mümkün olabileceğine dair gerçeği ve ne yapsalar bu gidişatı önlemeye güçlerinin yetmediğini anlamaya başlıyorlar.
Öfkenin yarattığı çalkantıdan dinci faşist iktidarın payına düşen, hızlı ya da yavaş, bir sona doğru gittiğini görme paniğidir. Ancak burada, bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerek: bu sonun bir seçimle geleceğine dair endişesi yok dinci faşizmin. Aksine bu konuda gayet rahatlar. Aksi takdirde, ölümlü salgının herkesi perişan ettiği bu ortamda, ısrarla kin ve öfke doğuracağını bile bile, “lebaleb” kongreler toplamazlardı. Halkın yoksulluğuyla açlığıyla dalga geçmezlerdi. Eğer kaderleri bir seçimle çizilecekse, bunu kendi lehlerine çevirecek büyük imkanlara halen daha sahiptir dinci faşizm. Kritik makamlarını elinde tuttuğu kocaman bir devlet aygıtı, hesap vermekten muaf Hazine ve kamu bankaları, borazanlıktan başka hiçbir işlevi kalmamış tekelci faşist basın, hepsi emirlerine amade. Daha büyük turplarsa henüz heybede. Altı yaşında bir çocuğun bile rahatlıkla görebileceği bu nokta üzerinde, daha fazla durmaya gerek yok.
Dinci faşizmin sonunun, ancak bir ayaklanmayla geleceğine dair o belli belirsiz sezgi, cüretle ortaya atılan kavgacı kitleler sayesinde, daha geniş emekçi yığınlarda, kesin bir kanaat konumuna yükseliyor. Giderek genel kabul görmeye başlayan bu nokta üzerinde de daha fazla durmaya gerek yok. Bir yanda dinci faşizm, diğer yanda devrimci halk kitleleri, sonucu belirleyecek nihai kapışmanın hazırlığı içinde.
Bütün bu alanlarla iç içe, üzerinde durmak istediğimiz mesele şu: Dinci faşizmi bir sona doğru çeken süreçte, başka dinamikler de iş başında; öyle ki, dinci faşist iktidarın çevresinde kümelenen sermaye bloku, iç kapışmaların ve dağılma riskinin tehdidi altındadır. Dinci faşizm, moda haline gelen söylemle, beşli müteahhit çetesinin değil, çok daha geniş sermaye gruplarının bileşimidir. Ve bu grupların çıkarları şimdi ciddi biçimde çatışıyor. İktidar, hangi yöne doğru bir adım atmaya kalksa mutlaka bir grubun nasırına basmaktan kurtulamıyor.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, dinci faşizmi farklı çıkarlara sahip sermaye gruplarının tekelci partisine dönüştüren, bizzat tam ilhaktır. Bu yüzyılın başında devasa adımlarla ilerletilen tam ilhak, iç pazarın bütünlüğünü bozdu. Geçmiş zamanlarda, büyük sanayiyi elinde tutanlar ihracata da damgasını vurur, buradan elde edilen döviz sayesinde ithalat beslenirdi. Perakendeyi, inşaatı, tarımı, vs. hepsini bu döngü belirledi. Tam ilhakla beraber bütünlük bozuldu. İç pazara adeta kürek kürek saçılan döviz kredisi yoluyla, ithalat ihracata bağımlılıktan, ticaret de sınai üretimden görece uzaklaşarak kurtuldu. Tüm bu faaliyetleri, birbirine bağımlılıktan kurtaran ara havuz, kredi havuzudur ve bozulan iç pazar dokusunu işlevli halde tutmaya yarayan tek araçtır. Ve şimdi o havuz kupkuru. O nedenle, farklılaşan tekelci sermaye çıkarları, hızla bir çatışma noktasına vardı.
Tekeller arası kızışan çatışma, şimdilerde devletin kritik noktalarında koltuklar kapma kavgasına vardı. Çünkü şu an için, birikimi sürdürmenin en güvenli alanı, Hazinenin talan edilmesidir. Salgın ve krizle beraber iyice kızışan kavga, dinci faşizmin iktidar blokunda gedikler açmaya başlıyor. Çünkü, koltuk kapma yarışında geriye düşen, rakibini “sızdırma” haberlerle kepaze etmekten çekinmiyor. Sarıklı amiraller, bagajından para balyaları boşaltanlar, kokain çekenler; daha neler göreceğiz kim bilir? İfşaatlar, ittifakın iç birliğini fena halde zorluyor.
Meselenin bu noktasında, sosyal medyanın kamuoyu oluşturma gücü devreye giriyor. Dinci faşist iktidara karşı derin bir öfke ve kin besleyen milyonların, çok cesurca ve etkin kullandığı sosyal medya, iktidar blokundan sızan her ifşaatı, sarsıcı bir skandala dönüştürüyor. Genel geçer bir laf var: Bu memlekette her şey olursun ama rezil olmazsın diye; kepazeliği ortalığa saçılanların pişkinliğine diyecek yok. Ama mide bulandırıcı bu pişkinlik dolu sahnenin altında, seyirciler arasında bu kepazelikler daha ciddi sonuçlara gebedir.
Dinci faşist iktidara, ideolojik saiklerle değil, ama iki yakasını bir araya getirebilmek türünden mikro çıkarlarla bağlı olan, çok fazla sayıda emekçi var. Onlar, diğer emekçilerden ayrı, tecrit edilmiş mekanlarda yaşamıyorlar. Aynı fabrikada, aynı tezgah başında çalışıyor, aynı mahallede oturuyor, aynı marketten alışveriş yapıyorlar. Kutuplaşmanın bizzat yığınlar içinde, açıkça düşmanlık seviyesine tırmandığı politik iklimde, açığa çıkan her kepazelik, dinci faşizme mikro çıkarlarla bağlı olanların sosyal ilişkilerini ciddi biçimde sarsıyor. Erimedeki yavaşlığın tersine, dinci faşist tabanın etkinliği çok daha hızlı azalıyor.
Taban etkinliğinin azalışı, seçime dair kaygıları büyütse de, dinci faşizm açısından, bu kaybı telafi edecek imkanlar yok değil. Toplum içinde azalan etkinlik, pekala devletin kılcal damarlarına dek yayılan etkinlikle telafi edilebilir. Öyle de oluyor. Toplumsal tabandaki etkinliğini yitiren sermaye güçleri, bu telafi imkanını hızla değerlendirmeye girişiyorlar. Ve böylece, artık kendi kendini doğuran bir sarmal işlemeye başlıyor: kuruyan para havuzu çıkar çatışmalarını kızıştırıyor; kızışan rekabet ifşaatları tetikliyor; her ifşaat tabanın etkinliğini sınırlıyor; ve bu sonuç, en baştaki çatışmayı bir üst seviyeye taşıyor. Dinci faşizm bu sarmaldan kendini sıyırıp alamıyor.
Devrim açısından bu sarmalın önemi, kuşkusuz gözardı edilemez. Hele ki, nihai bir kapışmaya dolu dizgin gidildiğini bilen devrimci yığınlar için, dinci faşizmin kurtulamadığı bu sarmal, on milyonlarca emekçi arasında kin ve nefret tohumlarını ekmek yolunda pek çok fırsat sunuyor. Sızdırılan her kepazeliğe dair öfke dolu milyonlarca mesaj, devrimci yığınların bu fırsatı değerlendirdiğine kanıttır.
Şunu bilmekte fayda var: emekçi halklar, kendi anketlerini kendileri yapar. Dinci faşizmin toplumda ne kadar karşılık bulduğunu anlamak, şimdi eskisinden daha kolaydır. İktidarın körüklemesinden çok, temel sınıf dinamiklerinin sürüklemesiyle, kutuplaşmanın açık düşmanlığa evrildiği bu aşamada, devrimin ve karşı-devrimin tabanı, duygu ve tutumlarını gizleyemiyor. Bugünlerde her fabrika, her işyeri, her sokak, güncel gelişmelere ilişkin politik tartışma sahası olarak işliyor. Bu sayede devrimci sınıflar, düşman saflarında keşif yapabiliyorlar.
Tüm olay ve gelişmelere, bir ana muharebenin kuralları damgasını vuruyor. Bu ana muharebeyi, “Herkes kendi talebini haykırsın!” diyerek, bir siper savaşına geri döndürmeye çalışanların vay haline! Böylesi genel bir kapışmanın tek bir hedefi olabilir: İktidarın fethi...
Umut Çakır