Son günlerde dünyada, sağanak misali ardı ardına gelen haberler, 3. Dünya Savaşı’nda çok daha tehlikeli bir aşamaya varıldığına işaret ediyor. Aynı zamanda bu dönem, çökmekte olan kapitalist uygarlığı bir vahşet dalgasıyla restore etme umutsuzluğunun sonucudur.
Biden başkanlığı devralınca, ABD’nin resmi ve yarı resmi kurumları, Beyaz Saray’a raporlar sunma kuyruğuna girdiler. Hepsinin ortak noktası, Çin ve Rusya’nın baş düşmanlar ilan edilmesiydi. Biden’in resmi strateji belgesi, bu ortak öğüde uydu ve yeni yönetim işe çok hızlı başladı.
Önce, Asya’nın NATO'su diye adlandırılan, içinde Japonya ve G.Kore’nin olduğu askeri pakt canlandı, Pasifik'te devasa tatbikatlarla Çin’e gözdağı verildi. Yetmedi Çinli heyet Alaska’ya davet edildi ve dünya basını önünde ABD dışişleri bakanı, uzun bir suçlama seansı sergiledi. ÇKP Politbüro üyesi aynı sertlikte bir suçlama seansına girişince, deyim yerindeyse “çarşı karıştı”, basın adeta ite kaka dışarı çıkarıldı. Aynı saatlerde Biden, bir televizyon röportajında Putin’i alenen katillikle suçladı. Moskova alttan almadı ve “aynaya bakın” cevabını yapıştırdı.
Bu savaşın paldır küldür hazırlandığına ilişkin başka gelişmeler de var. NATO, son toplantısında şimdiye kadar Almanya’nın kabule yanaşmadığı temel belgeyi karar haline getirdi. Bu karara göre, NATO’nun düşmanları, Rusya ve Çin. Hiçbir düğünü kaçırmayan kamber, yani İngiltere, duruma anında uyum gösterip, nükleer silah kapasitesini %40 arttırmaya başladı. Ardı ardına gelen ayaklanma dalgalarıyla bunalan Fransa hiç durur mu? O da gitti Bengal Körfezi’nde, elindeki tek uçak gemisiyle havasını attı. Tüm bu adımlara karşılık, Çin Ulusal Kongresi “Rusya ile stratejik ortaklık artık bir zorunluluk” kararına tam onay verdi. Meselenin püf noktasını hemen görmüş Çin Kongresi. Çünkü, asırlık gamlı baykuş Kissinger, ABD’yi tam da bu noktada uyarıyordu: “Tek bir cephede savaşı kazanabiliriz, ama iki cephede hiç kazanamadık.”
Trump’tan sonra girilen rotayı, yeni yönetimin tercihleriyle açıklamak ne kadar yanlışsa, ABD plan ve niyetlerinin dünyadaki tüm gelişmeleri belirlediğini sanmak da o kadar yanlıştır. Trump ve Biden, aynı hastalığın semptomudur: çöken ABD hegemonyasını geri kazanma çabalarının ürünüdür. Bu yüzden ABD planları, bu çöküşü görünür kılmaktan başka bir işe yaramıyor. Her restorasyon çabası, çöküş virüsünü, kapitalist uygarlığın her köşesine taşıdı.
6 Şubat ABD kongresi baskını, orada iç savaşı reddedilemez bir olgu haline getirdi. Başka iktidarların tersine, iç savaştan korkan bir sermaye iktidarı varsa, o da ABD’dedir. Halkın elindeki yüz milyonlarca silah, orada tüm dengeleri sarsmaya yeter. O yüzden ABD mali oligarşisi, geçmişten bu yana, iç savaşı ötelemenin yolunu, birbirini tamamlayan iki politikada bulmuştur. İlk adımda, emekçi sınıfları uysallaştıracak bol para desteği ve ikinci adım, bir dış savaş tertiplemek. Böylece, iç savaş tehlikesini kışkırtan çatlaklar onarılır, aşırı uçlar törpülenir, tüm sınıflar ulusal bir davanın bayrağı altında toplanırlar. Bu politikanın en başarılı örneği ‘29 Buhranından sonra önce New Deal ile, sonra 2. Emperyalist Savaşa katılarak sergilendi. Ve daha yakın örnek, 11 Eylül provokasyonuyla açılan dönemde yaşandı.
Fakat, köprünün altından çok sular aktı ve bu kez bir şeyler fena halde ters gidiyor. İlk adımda gündeme gelen ve 1,9 trilyon dolarlık destek paketini içeren ekonomik program, hemen bir “ameliyat sonrası komplikasyon” işareti verdi. Faizler hızla yükseldi, enflasyon raydan çıktı, dolar hızla düşmeye başladı. Bu finansal dalgalanma, eğer telafi edecek adımlar atılmazsa, dünya borç zincirinin akışını bozacaktı. Nihayetinde doları rezerv para olmaktan çıkaracak noktaya doğru ilerlemeye başladı. Komplikasyonlar, beklenenden daha hızlı devreye girmiş olmalı ki, Biden ekibi, adeta paldır küldür, üzerinde düşünülmemiş bir stratejiyle acele adımlar atmaya başladı. Tıpkı yirmi yıl önce Bush’un “ya bizden ya da düşman” diye tarif ettiği çizgiye oturdular. Ama bu kez karşılarında, Irak ve Afganistan gibi yutulması kolay lokmalar değil, Rusya ve Çin gibi titanlar var. Özetle, ABD yıkılan hegemonyasını yeniden ayağa kaldırmak ve iç savaşı geriletmek üzere, ezbere attığı her ileri adımda da, bir duvara tosladı.
Stratejik akıldan yoksun bu adımlar, asırlık baykuş Kissinger’in işaret ettiği gibi “iki cephede savaşmanın imkansızlığı” ile damgalıdır. Yine de çaresizlik, imkansız olanı deneme çılgınlığı doğurur, bu ihtimal gözardı edilemez. Ne var ki, daha ilk adımda tökezleyen bu yalapşap strateji, dönüp dolaşıp, şu noktaya evrilecek gibi görünüyor: Rusya’da Putin’in Çin’de Xi’nin prestijini sarsmak, ittifaklarını dağıtmak ve bu iki ülkeyi kendi içine kapanmaya zorlamak.
Çin devlet başkanı Xi’yi hedefleyen adımlar, Trump döneminde başlamıştı, Biden kaldığı yerden devam ettiriyor. Bu amaçla, hiç paslanmayan o sihirli aleti, “Komünizm hayaleti”ni kullanıyorlar. Xi ile birlikte Çin’de Marksizm-Leninizmin yeniden canlandığı, kırk yıldır sürdürülen kapitalizm-sosyalizm uzlaşısının terk edildiği ve ÇKP’nin tüm özel sektörü kontrolüne aldığına ilişkin bir dizi resmi ABD raporu mevcut. Raporların o kadar uydurma olmadığını gösteren bir olay, yılın başında meydana geldi. Açık ara dünyanın en büyük e-ticaret platformu AliBaba’nın Hongkonglu sahibi, Çin’in en zengin adamı Jack Ma, kamu bankalarını zarara uğratmakla suçlandı ve bir gecede adeta ortadan kayboldu. Bu olay, ÇKP ve Xi’nin prestijinin öyle kolay sarsılamayacağına işaret ediyor. Jack Ma’nın ardından kimse ağlamadı, onun için tek bir protesto gösterisi yapılmadı.
Xi’nin tersine, Putin’in prestiji çok daha zayıf bir görüntü çiziyor. Şubat boyunca, yüzden fazla kente yayılan gösteriler, Putin’e karşı birikmiş öfkeyi açığa çıkardı. Dahası, genel merkezdeki yöneticilerinin tersine, yerel çapta gösterilere katılan komünist çevreler, soytarı Navalny’den çok daha fazla ilgi çekti, halka güven verdi. İşte bu ABD planlarının Rusya’da nasıl bir duvara çarpacağını gösteriyor. Rusya ve Çin, iç dengelerinde, ABD’nin arzu ve hedeflerini tersine çevirecek dinamiklere sahip. Bu yüzden ABD 3.Dünya Savaşı’nı, titanların merkezine değil, kanatlardaki mevzilere saldırarak geliştirmekten başka çare bulamaz. Yani, Çin için Kore DHC ve Tayvan, Rusya içinse, Donbass ve Suriye. Bu sayılı ülkelerde patlayacak bölgesel savaşların Çin ve Rusya’yı geriletmesi, ABD’nin olası tek umududur.
Nihayetinde, titanların kapışmasında kabak, çatışma bölgelerine en yakın işbirlikçilerin kafasında patlayacak. Ankara, hem Kırım, hem Donbass için, Ukrayna’ya askeri teçhizat satmaya başladı. Fakat sıra Suriye’ye gelince, o kadar rahat değil. RTE’nin aylardır çalmayan kırmızı telefonundaki gizli mesaj bellidir. Bırak Ukrayna’yı, Suriye’de cepheni seç!
Washington açısından durum kritik, idare edilemez, beklemeye tahammül gösterilemez cinsten. Ve resmen açıkladıkları üzere, tereddüt gösteren işbirlikçilerinin gözünün yaşına bakmayacak. Her ne kadar Ankara, Suriye’deki tutumunu pazarlığa açık tutmaya çalışsa da, Biden sessizliğiyle, bir pazarlık masasına değil, talimatlar yağdıracağı bir masaya hazırlandığını belli ediyor. Ne var ki, bu noktada da ABD planları, bir duvarla karşı karşıya. Çünkü Ankara’yı zorladığı konum, RTE’nin iktidarının altını fena halde oyuyor, tehlikeye düşürüyor.
Sanıldığının aksine RTE, her şeye gücü yettiği için değil, ama çıkarları birbiriyle fena halde çatışma noktasına gelmiş çeşitli sermaye güçlerini, aynı parantez içinde tutabilecek bir konumu işgal ettiği için iktidarını koruyabilmekte. O sermaye güçleri ki, tam ilhakın iç bağıntıları çözdüğü bir pazarda, ihracatın, ithalatın, ticaretin, inşaatın, faizin ve rantın birbirinden kopuk derebeyliklerinde köşe kapmaca oynadılar. Ya da biz onları, farklı etiketlerle karşımızda bulduk. Bir yanda NATO sadakatçileri, diğer yanda Avrasyacılar; bir yanda tarikatlar, diğer yanda Ergenekoncular. Kendilerine yakıştırdıkları ad ne olursa olsun, her biri yönetim bürokrasisinde bir köşeye yuvalandığı halde, sokaklarda hiçbir politik karşılığı olmadıkları ve birbirlerine söz geçirecek güçten yoksun oldukları için, bir kriz anında birbirleriyle kapışmaya nasıl teşne olduklarını 15 Temmuz’da ispatlayan bu burjuva çevreler ancak bir “beka” parantezi içinde bir arada tutulabiliyor. Birbirinin boğazını sıkmaya pek hevesli bu farklı güç odakları için Suriye, tam bir ittifak sahası.
Ve şimdi Biden, bu ittifakı dağıtacak adımları atması için RTE’yi sıkıştırıyor. Washington, bu baskıların bir sonuca ulaşacağından öyle emin ki, bir diyalog başlatmaya bile tenezzül etmiyor. Fırat'ın doğusunda bir Kürt oluşumunu hazmetmeye adım adım sürüklendiğini gören RTE, üzerinde yükseldiği ittifakın bozulmaması için şimdiden telafi adımları atmak zorunda kalıyor: HDP’nin kapatma davası, İstanbul Sözleşme’sinin iptali, iktidar blokunu oluşturan ittifakın farklı kanatlarını tatmin etme çabasıdır.
Fakat bunların hepsi, sonuçta uygarlıkları çökmekte olan efendilerin çaresiz planlarıdır; her adımda bir duvara çarpmak ya da ittifak halindeki güçleri dağıtmak, bu planların kaderidir. Ama, daha da önemlisi, dünya emekçi halk kitlelerinin, bu çöküş karşısında gösterdiği muazzam tepkidir. Salgın ve krizin güçten düşürdüğü sermaye iktidarlarına karşı gelişen isyan ve ayaklanmalar, neredeyse, günü gününe izlenmeyi zorlaştıracak denli sıklaştı. İşçiler, çiftçiler, kadınlar, gençler, yerli topluluklar, göçmenler, sokağın ateşinde birleşiyor ve çöküşün resmini tamamlıyorlar.
Kitlelerin hareketi ivmelenen bir karakter taşıyor; yani her yeni momentte daha yaygın bir coğrafyaya, daha geniş halk kesimlerine doğru ilerliyor, olayların tekrarlanış frekansı yükseliyor. Özel dikkat çekmek istediğimiz olgu, ivmeli harekettir. Bir hareketin ivme kazanması, içinde bulunduğu sistemin dengesizliğinin ve bu dengeyi bir daha kurulmamak üzere tümüyle bozmanın koşullarına işaret eder. Durağan ve kendini önceki boyut ve içeriğiyle tekrarlayan her hareket, dengeyi her seferinde yeni kurar, oysa ivmeli hareket bu dengeyi bozar ve bozulan dengeden güç alır. Hareketin politik içeriği, bu ivme sayesinde radikalleşir, şiddetlenir. Küresel ölçekte tespit edilebilen, ancak böyle bir bütüncül bakışla kendini ele verebilen bu olgu, 3.Dünya savaşının bu son perdesinin hem sebebi, hem de onu aşmaya yönelik enerjiyi açığa çıkartan kritik ögedir.
Umut Çakır