Sınıflar mücadelesinin karşılıklı güç ilişkilerinde bütün kartları yeniden dağıtan, son derece yoğun ve bir o kadar karmaşık olaylar zincirine tanık oluyoruz. Her olayı, her gelişmeyi kapsayan ve belirleyen sınıf savaşımının genel dengesinde, devrim tarafı yükselişte olan ve karşı-devrimi savunma pozisyonunda kalmaya mahkum eden taraftır.
Leninist teorik bakış, meseleyi bu denli apaçık belirlediğinde, sol cenahtan hemen itirazlar yükseliyor. Fazlasıyla alışkınız ve hiç şaşırmıyoruz, çünkü bu bakıştaki yalnızlığın nedenini biliyoruz. İtirazı olanlar, politik gelişmeleri “resmi” gündemden takip ediyorlar. Proleter devrimciler ise, tüm gelişmelerin ardında yatan esas ögeye, sınıfların karşılıklı ilişkilerine çeviriyorlar radarı.
Karşımızda olayları ve olguları kavramada iki farklı bakış açısı bulunuyor. Birincisi, burjuva propaganda bombardımanı altında şekillenen “resmi” gündemi odak noktasına koyuyor. İkincisi, bu bombardıman altında gürlemeler ve nutuklardan sesini duyuramasa bile, tüm burjuva dünyanın en kritik adımlarına damgasını vuran, emekçi sınıfların gerçek gündemine odaklanıyor.
“Resmi” gündem, adeta karmaşık bir ip yumağı, nereden çeksen hemen düğümleniverir. Neler yok ki içinde? Dinci-faşist iktidarın ve gerici muhalefetin çeşitli türden politik tasarıları, planları, ittifak hesapları, bunun için ince ince örülmüş karşılıklı adımları ve bunlara eşlik etmezse olmaz bol küfürlü nutukları... Başka? Mesela, Biden’ın başkanlığında ABD’nin yeni stratejileri, Avrupa’nın niyet ve endişeleri, vs vs. Hepsi de, nihayetinde, burjuva dünyasının öznel amaçlarını dile getirir. Kuşkusuz, egemen sınıf olan burjuvazinin öznel amaçlarını politikada hesaba katmak gerekir. Tersini düşünmek, olsa olsa, tarikat haline gelmiş politik öznelere yaraşır. Fakat bu hesabı tek yanlı değil, kendi gerçek doğası içinde kavramaktır doğru olan. Burjuva amaç ve iradeleri, onlar öyle istediği için, şu veya bu biçime bürünmez; bunlar, mutlaka, karşıt eğilimler tarafından, yani proleter ve emekçi kitlelerin özlem ve iradeleri ile ilişkileri içinde şekil bulurlar. Her şeyi, burjuva sınıfın “siyaset mühendisliği”ne ciro edenler, giderek, burjuva gündeminin tutsağı haline gelirler.
Hiç tereddütsüz söyleyelim: En sefil reformistinden en radikal görünen oportünizme kadar, sosyalist çehrenin genelinde, “resmi gündeme tutsaklık” bir alışkanlık, bir politika yapma tarzı haline gelmiştir. En önemli nedeni, sol ve sosyalist grupların devrimci iktidar hedefini çoktan rafa kaldırmış olmalarıdır.
Konunun bu yanına birazdan yine döneceğiz, ama burjuvazinin “resmi” gündemini destekleyen bir başka unsurdan bahsetmeden geçmeyelim. Kavrayış, bir kere, burjuva öznel amaçlara, daha özelde ise, burjuva partiler arası ittifaklara tutsak olunca, bu partilerin kitleler içinde ne kadar destek gördüğü, politikanın belirleyen unsuru haline geliverir. Reformist-oportünist politikaya yön veren, hiç tereddütsüz söyleyelim, anket şirketleridir. Bu çevrelerin yayınlarında, anket şirketlerinin araştırma sonuçlarını göz önünde tutmayan tek bir yazı göremezsiniz.
Oysa, pek çok açıdan, anket araştırmaları, sınıflar mücadelesinin bilimsel kavranışında, en güvenilmez malzemelerden birisidir. Birçok nedeni var. Birincisi, anket şirketleri, parayı verenin düdüğü çaldığı araştırmalar yaparlar. Arzulanan sonucu çıkarmak üzere yönlendirici sorular keşfetmekte ustalaşmışlardır. İkincisi, olağanüstü politik baskı ve ağır propaganda bombardımanı altında, halkın partisiz engin çoğunluğu, kendi gerçek politik tutumunu hiç tanımadığı bir anketçiye açıktan anlatamaz. Ve üçüncüsü, ama teorik kavrayış açısından en önemlisi şudur: İç savaşın damgasını vurduğu ülkelerde, sıradan partisiz emekçilerin, eylem alanlarındaki politik tutumu ile sandık başında takındığı politik tutum, her zaman, sonuçları etkileyecek önemde farklılıklar taşır.
Bu neden böyledir? Lenin, Rus Devrimi ve İç Savaş başlıklı makalesinde bu konuya değinmiştir: “...yığınlar üzerinde etki ve onları savaşıma sürüklemek bakımından, proletaryanın gücünün, parlamento dışı savaşımda, parlamenter savaşımdakinden çok daha büyük olduğu yolunda Batı’da birçok kez yapılan gözlemin” Rusya içinde doğru olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “İç savaşla ilgili çok önemli bir gözlemdir bu.”
Gerçeği yansıtma gücünden hiçbir şey kaybetmeyen bu tespiti günümüzde, örneğin, nasıl oluyor da geçen yaz aylarında ABD’de ayaklanmacıların sokağa sürükledikleri güç Trump yanlılarını on kez dayaktan geçirmeye yettiği halde, seçimlerin neredeyse başa baş gidebildiğine dair, hakim şaşkınlığı da gidermeye yeter. Bu topraklarda aynı güç denklemini testten geçirmiştik. Gezi’de, Kobane ayaklanmalarında... Şimdi bu olguyu açıklayalım:
Her savaş gibi, iç savaşlar da, toplumda şiddet yüklü duyguları gün yüzüne çıkarır, bu duygular eşliğinde toplumu kutuplaştırır. Devrimci öfkenin karşısında şovenizm ve dinci gerici ön yargılar canlanır. Yeterince uzun her iç savaş, bu tarz ön yargıları kemikleştirir. Tüm başarısızlık ve imza attıkları kepazeliklere karşın, bu ön yargıları kaşıyan faşist partilerde kitle desteğinin öyle kolay kolay erimemesinin ardında, işte bu, uzun iç savaş gerçeği vardır.
Dahası, iç savaşta burjuvazi, her daim bir güç gösterisine, olağanüstü propaganda bombardımanına ihtiyaç duyar. Bu olağanüstü politik ortam, başka zamanlarda sakince köşesine çekilip, zaferi kazanan tarafın eteklerine sarılmayı alışkanlık haline getirenleri politika arenasının arkasına zorla çeker ve her güç gösterisi, toplumun bu ciddi orandaki kesiminde, yalpalamalarla dolu tutumlara yol açar.
Bitmedi: İç savaşı ancak belirgin bir kitle desteğiyle uzatabilen burjuvazinin, sürekli “ulufe/sadaka” dağıtma eğilimi, küçücük çarklarını yüzdürebilmeyi tek varlık koşulu sayan çok geniş bir kesimin, politikada aktif hale gelişinin yolunu açar. İşsizlik ve sefalet ne kadar geniş bir tabana yayılmışsa, iki yakasını bir araya getirebilmek için küçücük çıkarlarına sarılanların sayısı da artar. Ama, tam da bu geniş emekçi kesimlerdir ki, proletaryanın ve devrimci yığınların güç gösterilerinden, aynı ölçüde etkilenirler. Ve bu keskin yalpalama, uzun iç savaş süreçlerinde, alanlardaki güç ile sandıklardaki güç arasında, sonuçları etkileyecek ölçüde farkların ortaya çıkışına neden olur.
“Resmi” gündemi aşamayan, politik tutumlarını “seçim anketi sonuçları”na göre ayarlayan uzlaşmacıların, hem kendilerini hem de etkiledikleri yığınları nasıl bir tuzağa sürükledikleri buradan daha net görünüyor. Anketler dahil, burjuva gündeme tutsak olduktan sonra, elbette her şey “sarı renkte” görünecektir ve elbette tüm güç ilişkileri tepe taklak ele alınacaktır. Bu oportünist çevrelerden birinin sözcüsü, bir gazeteye, bu tepe taklak bakışı birkaç cümlede özetlemişti. Sözcüye göre, Gezi-Kobane döneminde sokaklarda sağlanan hakimiyeti sandıklara taşımak için çok gayret göstermişlerdi, ama istedikleri sonucu elde edemediklerinde, bu kez geriye dönüp, şu tespite vardıklarını itiraf ediyordu: “Demek ki sokaklara da hakim olamamışız!” Şahane bir inci değil mi? Kum yutan istiridye, stresten yaratır incilerini, bizim oportünistlerse kavrayışsızlıktan.
Uzlaşmacı ve oportünist hareketin elini kolunu bağlayan kısırlığı, sadece burjuva propaganda bombardımanıyla açıklamak, eksik kalır. Onları tümüyle baş aşağı bir kavrayışa mahkum eden, iktidarı zor yoluyla fethetme hedeflerini tüm politik faaliyetlerinden dışlamış olmalarıdır.
Oysa, gerek Marx-Engels, gerekse Lenin’de, bütün politik kavrayış ve faaliyetin esas noktası, bu iktidar sorunudur. Her şeye, her gelişmeye, bu hedefin belirlediği noktadan bakarlar. Bu esas nokta yoksa, devrimci politikanın malzeme bahçesi darmadağın olur. İktidarın zor yoluyla fethi, bir kez bakış açısından yiterse, bu amaçla izlenmesi gereken devrimci dip dalgaları, güç ilişkilerini belirleyen ama gürültülü nutuklar altında sesi zor duyulan her olgu, hesaplardan tümüyle düşer.
Gelişmelere, iktidarın fethi perspektifinden bakış ise, sınıflar mücadelesinin karşılıklı ilişkilerini sürekli göz önünde bulundurur, böylece resmi gündem ile gerçek gündem arasında, iç savaşın, ağır baskı ve propaganda bombardımanının açtığı büyük uçurumun farkına varır.
Uçurumun dibine değil, aşılması gereken açıklığa gözünü dikenler, emekçi sınıfların gerçek gündemlerinin, tüm burjuva partilerden bağımsız bir politik hat oluşturmak ve bu yoldan yürüyüp bir ayaklanmaya hazırlanmak olduğunu görebilirler. Öncekiler bir yana, son haftalarda öne çıkan iki eylem, bu arayışın ve hazırlığın izlerini taşıyor: İstanbul ilçe belediye işçilerinin eylemleri, bu sınıfın, tüm burjuva partileri karşısına alan bağımsız bir hatta girildiğinde, halktan nasıl coşkulu bir karşılık bulduğunu açığa çıkardı; bu bağımsız sınıf hattı tüm propaganda yalanlarını nasıl hızla tuş etti. Bu eylem, başlı başına, proleter bağımsız sınıf politikasının, onu devrimin hegemon gücü haline getirme potansiyelini test etti ve testten başarıyla çıkıldı. Bir diğer eylem Boğaziçi öğrencilerine aittir. Öğrencilere verilen desteğin adeta bir çığ gibi büyümesi, onlarca kente hatta ilçelere dek yayılması, halkın genel bir ayaklanma özlem ve arayışına işaret ediyordu.
Bu işaretleri göremeyenler, Leninistlere “Bize devrim programıyla gelmeyin” diyorlar. Onlar, bunun için uygun şartları, gerçek eylemlerde değil, anket sonuçlarında görmeyi bekliyorlar. Böyleleri, hemen ve açıktan, burjuva muhalefet saflarına katıldıklarını ilan etsinler, herkes için en hayırlısı bu olur. Proleter devrimciler ise, proletaryanın bağımsız sınıf eylemlerinden aldığı güçle, gerçek gündemin resmi gündeme galebe çalmasına öncülük edecekler.
Umut Çakır