Lenin, büyük Ekim Devrimi'nin arifesinde kaleme aldığı ölümsüz eseri Devlet ve Devrim'de, şu ifadelerin altını özellikle çizer; ''İşte Marx ve Engels'in tüm öğretilerinin altında yatan, kitlelere, zora dayalı devrim görüşünü, tam da bu görüşü sistematik bir biçimde aşılamak gerekliliğidir.''
Nisan referandumunun en esaslı, en temel devrimci dersi nedir diye sorulsa, hiç kuşkusuz cevap tektir: Faşist-dinci iktidarın seçimler yoluyla değil, ancak zora dayalı devrim yoluyla yıkılabileceğini, tereddüde yer bırakmayacak biçimde kanıtlanmış olmasıdır. Bu ders, ne örgütlü öncüler içindir, ne de daha geniş devrimci kitleler için; onlar bu zorunluluğu zaten öteden beri biliyordu. Ders, en geniş tanımıyla on milyonlarındı, sermayenin ve onun devletinin bütün baskı gücü ve serveti ortaya koyup yürüttüğü kampanyaya rağmen, boyun eğmeyen ezici çoğunluk içindir. Bu ders alınmış mıdır? Kuşkusu olan varsa, CHP gençlik kollarının ardı ardına yayınladığı bildirilere baksın.
Ancak, biz ömrünü komünizm davasına adayanlar dışında, bizden farklı olarak dünyayı güncel yaşamın zorlukları üzerinden okuyanlar, devrimin derslerini kitap ve broşürlerden değil, sarsıcı olayların sonuçlarından öğrenebilirler. Pratikten öğrenilen dersleri, geniş yığınlar için kalıcı hale getiren ise, bunun siyasal bir hedef ve hareket biçiminde somuta, ete kemiğe bürünmesidir. Toplumsal harekette ete kemiğe bürünmeyen hiçbir bilinç sıçraması, geniş kitleler içinde kalıcı karakter kazanmaz. Öncünün görevlerinden biri de budur: Sarsıcı olayların derslerini, en temel olana indirgemek ve buradan, siyasal bir atılımın kalkış noktası çıkartmak.
Referandumun en geniş kesimlere gösterdiği zora dayalı devrimin zorunluluğu, bilinci aydınlatan bir dersti. Bu bilinci kalıcılaştıracak hareket, ancak, zora dayalı devrimin organlarını (dayanışma için değil, yerel sorunlar için değil, ama ayaklanmanın organı olarak işleyen konseyler, mahalle meclisleri vs); devrimin askeri-teknik sorunlarını (bir halk ordusu, bunun silahlı küçük birimleri, savunmaya çakılmayan hareketli savaş taktikleri ve buna yönelik hendek savaşlarından çıkarılan dersler); nüfusun yoksul ezilen çoğunluğunu ayaklanmadan yana tutum almaya sevk eden, zaferin güvencesi olan en yaşamsal ve acil tedbirleri açıklayan siyasi amaçlar- hedefler programını (GDH programını) milyonların önüne taşımak ve bu somut araç ve somut hedefleri hareketin yeni başlangıç noktası haline getirmektir. Bu noktanın gerisine düşen her siyasi eylem, ne denli kararlılık ve direnişle donanmış olursa olsun, devrimin zayıflamasını önleyemez.
Leninistler, söz konusu somut hedef ve araçları, referandumun sarsıcı sonuçları bunların zorunluluğunu kanıtlamadan önce, siyasal çalışmasının temeline koymuştu. Bu sayede, olayların sarsıcı etkisi içinde yolunu kaybetme, en kritik anlarda tereddütte kalma riski bertaraf edilebilir. Eğer tarihe ve topluma bilimsel yaklaşıyorsanız, sözünüzü olaylardan önce söyler, olayların bu sözü kanıtlamasının manevi özgüven ve gücüyle yolunuza devam edersiniz. Ya da boş hayaller içinde yüzer, olmayacak duaya amin der ve sarsıcı olayların tokadıyla sersemlersiniz.
Referandum, bu toprakların oportünizmi için elbette sersemletici bir tokat gibi işledi. Derslerini aldılar mı diye soran olursa, cevabımız olumsuz. Hayır, derslerini almamışlar, alamazlar, esas meselenin çevresinden dolanır, üzerinden atlar, görmezden gelirler. Bu konuda örnek görmek isteyen Kızıl Bayrak'ın 26 Nisan tarihli sayısında yayınlanan yazıya bakabilir. Reformist oportünizmin tipik bir temsilcisi olarak bu çevre, referandumdan, zora dayalı devrimin zorunluluğu dışında, her türlü sonucu çıkarmış, CHP gençlik kollarının gerisine düşmüştür. Dahası bu referandum sayesinde, “düzen muhalefeti politik ve moral yıkımından kurtuldu” iddiasıyla, seçimlere ve sandıklara duyulan güvenin daha da güçlendiği imasında bulunmaktan çekinmiyorlar. Peki ya “işçi sınıfının ana gövdesi dinci-faşist gericiliğin etkisi ve denetimi altında” tespitine ne demeli acaba? Zora dayalı devrimin tek yol olduğu gerçeği, tekelci partilerin gençliğini bile sarsacak bir güneş ışığına dönüşürken, reformist-oportünizm milyonları, kendi içinde debelendikleri umutsuzluk çukuruna çekmeye çalışıyorlar.
Sözünü ettiğimiz çevrenin bu konuda yalnız olmadığını hemen belirtelim. Başka kanallarda leninistler ile yan yana duran çevrelerden birisi, referandumda milyonların tutumunu şöyle açıklıyor: “Bugün kitlelerin tepkisi, dünden farklı olarak artık devletin varlığı, seçimlerin meşruiyeti, parlamento ve parlamenter siyaset zemini, anayasa değişikliği ve yargı bağımsızlığı gibi yapılara olan inancı da kökünden sarsmaktadır” (Atılım). Bu çok şey söylediğini sanan ama tek bir şeyden söz eden laf kalabalığı, asıl meselenin yanından yöresinden dolanma sancısına işaret ediyor: Zora dayalı devrim. Çünkü, bu sözlerin hemen ardından, bu çevre, HDP'ye, hayır meclislerinde olgunlaşmaya başlamış taban ittifakına önderlik etme çağrısı yapıyor. Gezi ayaklanmasını seçim sandıklarına çevirmekle övünen bir çevre için, bu tür çağrıların anlamı açıktır. Bir kez daha, hayır cephesini sandık zaferleri ile taçlandırmak. Bunu, eskiden olduğu gibi açıktan söyleyemiyorlar sadece.
Bu tür kafa karışıklıkları, olayların devrimci etkisi ile giderilecek değildir. O aşama çoktan geride kaldı. Sınıflar mücadelesi öyle bir gelişim noktasındadır ki, ya proletaryanın öncülüğünde yoluna devam edecek, ya da patinaj yapan tekerlek gibi, çırpındıkça daha dibe batacak. Proletaryanın devrimci sınıf öncüsü, somut hareketi başlatacak nirengi noktası niteliğindeki politik eylem hattına sahiptir.
Umut Çakır