Uzlaşmaz sınıf karşıtlığına sahip her toplumda, sadece geçici bir etki yaratan “ruh halleri”ne örnek olarak, seçim sonrası gözlenen “yenilgi-dağınıklık-umutsuzluk” havasının, Ağustos ayı itibariyle yerini yeni bir eylem dalgası coşkusuna bırakmasına şahit oluyoruz.
Çokça dile getirildiği üzere “Bu daha başlangıç daha bir şey görmedik”! Çünkü sömürü-sefalet yıkımının boyutları öyle yaygın ve derin ki, farklı taleplere odaklı tek tek eylem biçimli bugünkü dalga, ne bu çöküşü yavaşlatabilir ne de durdurabilir. Canı yanan her emekçi kesim, ertelenmez bir eyleme geçme eğilimi taşıyor.
Farklı taleplere odaklı tek tek eylemler, genel hareketin sıfırdan başladığı, start noktasına geri döndüğü anlamı taşımıyor. Genel hareket, kaldığı yerden devam edebilmek için, yere serilmiş gibi göründüğü topraktan yeniden doğrulacak gücü devşiriyor. Peki nerede kalmıştı genel hareket? Başta ifade ettiğimiz gibi, iktidar sorununa çözüm arayışında kalmıştı. Sınıflar arasındaki siyasal sınır çizgisi, bu kez iktidar sorununa odaklandıysa, bu sorunun çözümüne yönelik genel bir hesaplaşmaya girişmeden, onu aşamaz ya da geri düşmez. Genel hesaplaşma henüz gerçekleşmedi. Emekçi kitleler, bu sorunun çözümü arayışlarında, kendi yanılgı ve önyargılarını aydınlatan çıkmazlara sürüklenmeden, doğru mücadele biçimini bulamazlar. Bu açıdan, ama sadece bu açıdan, son seçimler, yeni bir yol deneme fikrine kapı aralayan bir deprem olarak ciddi bir dönemeçtir. En deneyimli aydınlardan, en taze gençlik güçlerine dek, bu arayışın izleri her yerde.
Korkut Boratav, şu günlerde tüm devrimci yapıları saran umutsuzluğu ters köşeye yatıran tespitleriyle öne çıktı: “25 milyonluk muhalif kitlenin fiilen sol bir kimlik taşıdığını düşünüyorum. Meydanlarda toplanan milyonlar, ortak özlemleri, sloganlarıyla kürsüde konuşanları da şaşırttı. (...) Kim bunlar? On yıl önce Gezi kalkışmasına katılan gençlerin öğrencilerin bugünkü türevleri... Kendiliğinden örgütlenebilen, dinamik, yaratıcı bir güç. Onları birleştiren ortak değerlerin sola-sosyalizme açık olduğunu düşünüyorum. Liderlik fiilen sol devrimci güçlere, sosyalist, komünist partilere düşmektedir.”
“Hocaların hocası”nın sözleri, her durum tespitine sosyalistlerin gücünü dile vurmasıyla başlayanlara ya da biz ne zaman genel bir hareketten bahsetsek “Bir kalkışma mı var?” diye soranlara iyi bir yanıttır. Korkut hoca, hile-hurdayla çalınanları ve sandığı boykot edenleri hesaba katmadan 25 milyon rakamını vermiş, fakat önemli değil, ana fikir doğrudur. Bu kitle, örgütlenme yeteneğiyle olduğu kadar, kürsülere çıkanları “iktidar!” sloganlarıyla da şaşırtmıştır. Ekranları dolduran siyaset bilimci (bilimci?!!!) şahsiyetler, bu manzarayı yüzeysel okuyanlar, kırk yıldır hükümet olamayan CHP tabanının özlemleri biçiminde görmüşlerdi. Oysa bu haykırış, genel sınıflar mücadelesinin siyasal sınır çizgisinin dile getirilişiydi. Daha seçim öncesi, “ya iktidar oluruz ya da bu ülkeden umudu keser, terk ederiz” diye haykıranlar, sadece bu özlemin ne denli yakıcı, ertelenemez hale gelişini dile getirmişlerdi.
Çizgi bu denli keskinse (ya iktidar, ya terk ediş) genel bir hesaplaşmanın bu keskinlikte boy vereceğini anlamak zor değil. İşte bu yüzden, kerametleri kendinden menkul öncülerin “dibe vurduk” laflarının mürekkebi kurumadan, emekçilerin çok yaygın bir eylem dalgası yükseltecek denli umutsuz (evet umutsuz!) çırpınışları, çaresizliği (evet!), can havli ile oradan oraya sürüklenmenin öfkesini kendi bağrında birleştirip, bu karanlık bulamaçtan güneş gibi parlayan bir cesaret çıkartıyorlar.
Teker teker saymakla bitmeyecek talep odaklı ve yerel olan eylemlerin üzerinde asılı duran, bu eylemlerden beslenen, ama şimdilik bu yerel eylemlerden herhangi birisinin büyümesiyle değil, doğrudan iktidar odaklı bir sorun etrafında fırtınalar estirmesi daha büyük olasılık olan genel hareket, emekçi sınıfların hangi politik birikimine dayanıyor? Ya da şöyle soralım: İktidar sorununu ve ancak zor yoluyla çözümlenmesi gerektiğini sınıflar arası siyasal sınır çizgisi haline getiren bilinç durumu nedir? Bu bilinci genel bir kalkışmaya en uygun araçlarla sürüklemek için nasıl bir ajitasyon yürütmek gerektiği, bu soruya verilecek cevapta olacaktır.
Hareket genel, ama içerdiği sınıflar farklı; her biri sınıf süzgecinden geçirerek deneyimliyor ve bilincine katıyor.
Talep odaklı iktisadi-yerel mücadeleyle, iktidar odaklı genel hareket arasındaki sıkı bağları en iyi kavrayacak konuma sahip sınıf, işçi sınıfıdır. Bu kavrayış, günlük eylem dalgasında sınıfın daha geniş kesimlerine hızla yayılıyor, üstelik yüksek bir farkındalıkla, gerici burjuva muhalefetin tuzaklarına düşmeden... Son eylem dalgasında işçiler, mevcut iktidara olduğu kadar, gerici burjuva muhalefete duyulan öfkeyi yansıtma fırsatlarını hiç kaçırmadılar. Bir başka ifadeyle, işçiler iktidar odaklı genel harekete, bağımsız sınıf tavrını güçlendirerek dahil oluyorlar.
Halihazırda işçi sınıfının büyük bir kuşatma altında bulunduğu, çok parçalı bir görüntü verdiği yadsınamaz. Öte yandan, yıkım gücünü olağanüstü hızda arttıran buhran, hem bu kuşatmayı kırıyor hem de parçalı görüntüyü yok ediyor. Dinci-faşist beslemelerin yönettiği sendikalar bile sokaklara eylemlere yönelmek zorunda kalıyor. Farklı farklı üretim sektörleri için de durum benzer.
Buhran tarafından topun ağzına sürülmeyen sektör kalmadı; ama metal, tekstil ve inşaat bu konuda başı çekiyorlar. Metal işçileri eylemlere hazırlanırken, gerici sendika temsilcilerini aralarına almıyorlar. Topyekün bir iflasla tehdit altında olan tekstilde grev dalgasını durdurmak için iktidar ve gerici muhalefet birbiriyle yarışıyor, ama burjuva sınıfa toplu bir öfke uyandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Alışageldik inanca göre inşaatlar en geri bilinçli, örgütlenme açısından en dağınık işçilerle doludur. Oysa tersine, inşaat şirketlerinin dinci-faşist iktidarla iç içeliği, bu işçilerin politik uyanıklığını besliyor. Dahası, ani gelişen ve hızla sonuç alınan eylemler, sınıfın bu kesiminin özgüvenini yükseltiyor ve sermaye birikiminde nasıl kritik pozisyonda olduklarına dair bir bilinci uyandırıyor. Uyanmaya başlayan bu bilinç ileri taşınırsa (bunun yolu eylemleri birleştirmekten geçer) dünya devrim tarihinde az rastlanan bir olguya, inşaat işçilerinin kritik eylemlerle devrime özel bir itilim verdikleri noktaya ulaşmak zor olmayacaktır.
Bir yandan dayanılmaz haldeki çalışma koşullarına karşı talep eksenli ekonomik mücadeleye girişen; diğer yandan, Korkut Boratav’ın bahsettiği “kendiliğinden örgütlenebilen, dinamik yaratıcı bir güç” olarak genel siyasi hareketin bir parçası olan işçi sınıfını, iktidar odaklı bir kalkışmanın öncüsü haline hazırlamanın yolu, sınıfa sürekli “tarihi misyonu”nu hatırlamaktan geçer. Proletarya emeğin kurtuluşunu hedeflemelidir ve bu kurtuluş aynı zamanda insanlığın ve doğanın kurtuluşu olacaktır.
İleri doğru atılımları ve isyanları kadar, yanılgılarını da “bir ordu gibi” tek vücut yaşayan Kürt halkı, yakın geleceğe, bağımsız bir politik hat örmenin zorunluluğunu tartışarak giriyor. Son seçimlerde izlenen politik çizginin onları hangi hazin noktalara taşıdığını gördüler. RTE’ye duydukları soylu ve yoğun öfke politikada gözlerini karartmıştı. Bir kez daha aynı yanılgıya düşmemek için tartışma yürütülüyor. Salt RTE’yle sınırlı politik hedefin, genel burjuva muhalefetin tüm şovenist histerisini sineye çekmekle sonuçlandığını gördüler. Bu, ileri bir bilinçtir. Öte yandan bağımsız siyasal duruş, (onlar buna 3. yol diyor) yalnızca proletaryanın politik hattında gerçekleşebilir. Bu tarihi ve temel gerçeği görmezden gelen her girişim, aynı çukurda defalarca tökezlemeye yazgılıdır. Kürt halkının yoksul ve proleter kesimleri, son dönemin büyük yanılgılarını yoğun biçimde masaya yatırmış bulunuyor. Devrimci bir halk yanılgıları üzerine böyle yoğunlaşıyorsa, buradan devrimci sonuçlar çıkacağından kimse şüphe etmesin. Kürk halkına, ancak ulusal-sınıfsal kurtuluşu hedefleyen araçlarla harekete geçerlerse, bağımsız politik duruşu güvenceye alabilecekleri anlatılmalıdır. Şimdi bunu anlayacak noktadalar. Büyük kavga patlak verdiğinde yiğit Kürt halkı, eylemleriyle en etkili ilham kaynağı olacaktır.
Devrimin dinamik unsurları içindeki gençlik, son yılların tüm dünya deneyimleri gösterdiği üzere, görece sessizlikten topyekün isyana en hızlı yükselen kesimdir, bu yükseliş ani sıçramalar biçiminde gerçekleşiyor. Fransa’da patlak veren, onlarca karakolu, resmi binayı, lüks mağazaları, fabrika depolarını ve bankaları hedefleyen ayaklanma için “2. kuşağın tipik ayaklanması” denildi. Tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi, bu topraklarda da gençlik geleceğe dair kapkara fikir ve beklentilerle dolu. Bu da onları, nihilist tarz bir eylemin hemen eşiğinde tutuyor: Servete dair tüm görüntüleri yakıp yok etme isteğiyle dolu, ama yerine neyin konması gerektiğini öne sürmeyen bir hareket. Böyle bir gençlik, geçmişte olduğu gibi, talep odaklı yerel eylemlerle tatmin olamaz, ona ancak hayatı ve kavgayı anlamlı kılacak bir büyük amaç yol gösterebilir. Yepyeni bir toplum, yepyeni bir dünya. Gençliğin sorunu bilinçten yoksunluk değil, umarsızlık ya da vurdumduymazlık hiç değil. Gençliğin sorunu, kavga vermeye değer bir amacın yokluğudur.
Dinci faşizme karşı öfkesini ve kararlılığını hiç yitirmeyen kadınlar, doğal olarak dinci faşizmin en aman vermez engellemelerine maruz kaldılar. Kadınlar bir eylem yapmaya görsün, tüm güvenlik teşkilatı tam kadro alarma geçiyor. Kadınlar dinci-faşizmin en büyük korku kaynağıdır. Çünkü, onların hareketini bitimsiz bir enerjiyle donatan “özgürlük” hedefidir. Son zamanlarda kadınların büyük ve genel eylemlerini organize etme tekelini ele almış feminist hareketlerde ciddi bir dağılma yaşanıyor. Ki bu, tümüyle normaldir. Burjuva ideolojisinin ürünü olarak feminizm ne hareketin karşılaştığı baskılara bir noktadan sonra göğüs gerebilir, ne de onun ihtiyacı olan amaç ve hedefe dair kafa açıklığına sahiptir. Hareketin gelişmesi, yayılması ve dinci faşist iktidar için tam bir “beka” sorunu haline gelmesi, feminist hareketin bunalım ve çöküşünü hazırladı. Tepedeki dağılma, bir süreliğine kadın hareketini çok parçaya böldü. Fakat büyük özgürlük ülküsü, milyonlarca kadının yüreğine ve bilincine hükmetmeye devam ediyor. Emekçi kadınlar, feministlerin boşluğunu doldurabilirler. Yeter ki, aktif ve etkin yönlerinin yanı sıra, birleştirici yönlerini de gösterebilsinler. Mor bayraklarını dürüp kızıl bayraklar açan kadın hareketi, iktidar odaklı genel bir eylemde, “özgürlük” çığlığının esas taşıyıcısı olacak, bu eylemin sonuna kadar gitmesi için kararlılık aşılayacaktır.
Geçici değil, uzun bir birikimin sonucu olan, kalıcılığıyla etkisini ortaya koyan bu bir dizi politik bilincin yanında, bir seçim sonrası yaşanan “haleti ruhiye”nin esamesi bile okunmaz. Hayat bir devrime doğru akıyor, çünkü akmak zorunda, “ya cüretli çıkış ya da yok oluş” ikilemini yaşayan milyonlara başka yol kalmıyor, hiçbir sınıf sessizce kendi yok oluşunu izlemez. Hayatın hazırladığı bu akışa hazırlanmak yerine, geçici “ruh halleri” üzerinden politika üretmek proletaryadan uzak olsun.
Umut Çakır
Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız...