Korku ve umutla dolu kuru bir bağırsak olduklarını bir kez daha sergileyen, kafaları burjuva parlamentosuna dair boş beklentilerle tütsülenmiş zevat, neredeyse kutsal bir ibadet gibi yerine getirdikleri ritüellerini tekrarlıyorlar; “salt oylama” ve onun sonuçları üzerinden ‘sosyoloji’ okumaları döktürmek...
Apaçık, bu kavga gerekçesi olduğu için, özenle gözlerden kaçırdıkları seçim hileleri dışında, üzerinde ortaklaştıkları iki tespit var. Birincisi sosyalist güçlerin zayıflığı, ikincisi dinci-faşist iktidarın kitleleri baskıyla sindirme ve aldatma kapasitesi.
İlk tespit, uzlaşmacı solun zihinsel bir hastalığıdır ve bir tedavisi yok. Yine de üzerinde bir iki cümleyle duralım: Ah sizi zavallılar! Siz değil misiniz, bu gericiler kürsülerde halk ve devrim düşmanı naralar atarken sesini bile çıkarmayan? Uzak geçmişte yaptıklarınızın ve uzak gelecekte yapmayı vadettiklerinizin sizi kurtaracağını sandınız, oysa sadece, burjuvazi için “çantada keklik” olduğunuzu kanıtladınız. Şimdi kalkıp “sosyalistlerin güçsüzlüğünden bahsetmeniz, işbirlikçi politikanızın iflasını gizleme çabasından başka bir şey değil.
İkinci tespit üzerinde uzunca durmak gerekli, çünkü halkın daha geniş bir kesimi tarafından mutlak ve değiştirilemez bir gerçek olarak kavranma riski taşıyor. Doğrudur, dinci-faşizmin sindirme ve aldatma kapasitesi bu seçimde tam gaz çalıştı. Fakat; “Kapitalizm bir yandan kitleleri boyun eğmeye, ezilmişliğe, yılgınlığa, dağınıklığa, cehalete mahkum etmekle kalmayıp, öte yandan da burjuvazinin eline güçlü bir yalan ve hile aygıtını, sayesinde işçileri ve köylüleri aldatıp aptallaştırabileceği bir aygıt vermemiş olsaydı, kapitalizm olmazdı”. Lenin, bu tezini yüzyıl önce yapıyor. Geçen süre içinde tekelci kapitalizmin bu kapasitesi genişlemiş, faşist politik aygıtlar ve iktidarlarla zirvesine ulaşmıştır. Bu koşullar altında, proletaryanın salt bir oylamayla geniş emekçi kitlelerin çoğunluğunu kazanabileceği, ikna edebileceği, bir çocuk masalından ibarettir. Emperyalist merkezlerde bu çocuk masalının geçmişi çok eskilere, II.Enternasyonalin batık partilerine kadar gider. Bu topraklarda ise, son çeyrek yüzyıl adım adım, en radikal pratikler sergileyen parti ve grupları da kapsayıp, esir alacak bir yaygınlığa ulaşmıştır. Faşist iktidarların ağır baskısı, başka hiçbir şey başaramamış olsa bile, en radikal devrimci örgütleri bu çocuk masalına ikna etmekle kendini başarılı sayabilir.
Son seçimlerde yaşananlar bu çocuk masalını bir kez daha teşhir ettiğine göre, şu soru anlamlıdır: Devrimci proletarya ve toplumsal bir devrim hedefi olanlar, emekçi sınıfların engin çoğunluğunun desteğini nasıl kazanırlar? Cevap bilinmez değil, sadece hatırlatmakta fayda var. yüzyıl öncesinden verilen cevabı buraya aktaralım:
“Halkın çoğunluğunu kendine kazanmak için proletarya, ilk olarak (abç) burjuvaziyi devirmek ve iktidarı ele geçirmek; ikinci olarak eski devlet aygıtını paramparça ettikten sonra Sovyet iktidarını örgütlemek zorundadır; çünkü böylelikle, proleter olmayan emekçi kitleler arasında burjuvaların ve küçük-burjuva uzlaşmacıların egemenliğini, otoritesini ve etkisini bir çırpıda (abç) yıkar; üçüncü olarak o, proleter olmayan emekçi kitlelerin çoğunluğu üzerinde burjuvazinin ve küçük-burjuva uzlaşmacıların etkisine, bu kitlelerin ekonomik ihtiyaçlarını sömürücülerin sırtından devrimci tarzda karşılamak suretiyle ölümcül bir darbe indirmek zorundadır.” (Lenin, Seçme Eserler, C: 6; sf 492)
Tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık ki, Komintern’e seslendiği bu makalesinde Lenin, dünya komünist hareketine çoğunluğu kazanmak için ilk adımda devlet iktidarının ele geçirilmesini salık veriyor. En fazla büyük Ekim Devrimi ve yüzyılın bütün halk devrimleri, bu taktiğin doğruluğunu kanıtlamıştır: Proletarya, burjuva iktidarları yıkmak için emekçi nüfusun ezici çoğunluğunun aktif desteğini kazanmayı beklemez, böyle bir aktif desteğe, sadece, ele geçirilen iktidarı pekiştirmek ve sosyalizmin inşasını başlatmak için ihtiyaç duyar.
Burada kitlelerin durumu ve genel siyasal koşulları hiçe sayan Blankist bir darbe taktiğinden söz etmediğimizi herkes bilir. Bizzat devrimci kitlelerin uzun ve keskin bir mücadele deneyimi olmadan, nüfusun bütününü sarsan bir devrimci kriz olmadan, iktidarın fethinden söz etmek bile abestir. Peki, bu devrimci kriz ve mücadele deneyimi koşullarına bağlı olarak, burjuva iktidarını devirebilmek için, ne kadar bir aktif kitle desteği gerekir? Sorunun cevabı da bilinmez değil, ama ülkeden ülkeye değişir ve nirengi noktası aynıdır: Tayin edici anda, tayin edici yerde bir güç üstünlüğüne sahip olabilmek; “Halkın politik kaderini başkentler ya da genelde en büyük ticaret ve sanayi merkezleri belirler, elbette merkezlerin yeterli yerel, kırsal güçler tarafından desteklenmesi şartıyla, bu destek derhal olmasa da (abç)” (Lenin, age, sf 485)
Geçen yüzyılın ve yeni yüzyılın bütün proleter ve halk devrimleri (ulusal kurtuluş mücadelesi dışındakiler), Leninist taktiği doğrular. Büyük Ekim Devrimi, Bolşeviklerin tayin edici güç üstünlüğüne sahip oldukları iki başkentte, Petrograd ve Moskova’da, iktidarın fethiyle başladı. Oysa bu iki başkentte, Kurucu Meclis için ülke genelinde kullanılan 36 milyonu aşan oyun sadece 1,8 milyonu kullanılmıştı ve bunun yarıdan biraz fazlası Bolşeviklere gitti. İktidarın ele geçirildiği andan sadece birkaç saat sonra çıkarılan bir dizi kararname (Barış ve Toprak Sorunu üzerine, vb.) devrimin tayin edici mekanları olan bu iki başkente, Rusya’nın ezici çoğunluğunun sempatisini kazandırmaya yetti.
1918 Kasım Devriminde, Alman komünistleri bu şansa sahip olamadılar, çünkü Almanya’da sanayi ve ticaret çok geniş bir coğrafyada dağınık, çok farklı merkezler oluşturmuştu, ayaklanmanın zafer kazandığı Berlin ve Hamburg, geriye kalan merkezleri ardından sürükleyecek ağırlıktan yoksundu.
İran Şah’ını deviren ayaklanmada Tahran, Tebriz ve Abadan gibi sanayi ve ticaret merkezlerinde toplanan milyonlar; nüfusun geneli içinde azınlıktaydılar. İranlı devrimciler, yıkıntıların üzerinde kendi iktidarlarını ilan etmekten kaçındıkları ve çoğunluğun sempatisini kazanacak kararnameler ve pratik uygulamalara girişme şansını bu yüzden kaybettikleri için, zaferin meyvelerini mollalara hediye ettiler. Küba’da Che ve komuta ettiği 500 kişilik savaşçı grubu adayı boydan boya kateden karayolu ve demiryolunu kontrollerine aldığında, başkent Havana’da ayaklanan kitleyi bastıracak burjuva gücü felç etmiş oldular. 2002’de Caracas’ta 2 milyon emekçi, Chavez’i esir eden cuntacıların yerleştiği başkanlık sarayını kuşatınca, tayin edici yer ve zamanda güç üstünlüğünün, nüfusun ezici çoğunluğunun aktif desteği anlamına gelmediği bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Bu açıdan bakıldığında, yani salt oylamayla ortaya çıkan bir sosyolojik analize değil, ama sınıflar mücadelesi, devrimci teori ve taktik açıdan incelendiğinde bu topraklardaki durum nedir?
Türkiye’nin tekelci kapitalist egemenliği, tıpkı Rusya gibi, halkın ezici çoğunluğunun kaderini belirleyecek bir yoğunlaşmaya sahip birkaç merkez yaratmıştır. Sanayinin %40’ını barındıran Çerkezköy-Gebze hattı, açık ara önce giden bir merkezdir. Ek olarak İzmir ve Ankara, gerek barındırdıkları proleter nüfus, gerekse yoğun göçler nedeniyle geriye kalan tüm kentlerle akrabalık ilişkileri ile iktidarın fethi aşamasında tayin edici yerler halindedir. Kürdistan için Amed ve Antep, benzer bir özelliğe sahiptir. Proletarya, nüfusun tümü üzerinde değil, ama belli başlı bu merkezlerde mücadeleci kitlelerin çoğunluğunu yanına çekmeyi başarırsa, tekelci sermaye egemenliğini devirecek bu güç üstünlüğünü elde etmiş olacaktır. Ve fethedilen iktidarın hemen devreye sokacağı acil önlemler, örnek olsun, Konya, Kayseri, Rize gibi dinci-faşizmin kalelerindeki emekçi çoğunluğu bir çırpıda destek ve sempati saflarına çekecek bir araç olarak işlev görecektir.
Devrim, nüfusun bütünü hesaba katıldığında, azınlıkta kalacağı şüphe götürmeyen kalabalıklar tarafından başarılabilir. Tekelci kapitalizmin tüm gelişim ve krizleri, bunun koşullarını yeterince hazırlamıştır. Aynı koşullar, nüfusa oranla azınlık sayılabilecek bir kitle tarafından ele geçirilen iktidarın, en acil önlemler ve pratiğe geçirilen adımlarla, nüfusun ezici çoğunluğunu yanına çekmeyi de garantiler.
Umut Çakır