İnsanların kavramlarla düşündüğünü biliyoruz. Kavramları elinden alınan bir insan, o kavramların yerine başka bir kavram koyar. Ya kavramınızı elinizden alanlar onun yerine sizin değil de kendi çıkarlarının kavramlarını yerleştiriyorlarsa? İşte o zaman gerçeğin güçlü bir dalgası gelip darmadağın etmedikçe, o yanılsamalar hayatımıza yön verir.
Sınıf mücadelesi açısından bilerek bozulmuş bu kavramlar, eylem, grev, dayanışma, sendikalar, işçi demokrasisi, komiteler gibi en temel kavramlarımız.
Eylem kavramıyla başlayalım. Sendikaların (siz bunu konfederasyonlar olarak da okuyun) etkisiz eylemlerle, yapıyormuş gibi yapıp kaçarak, bütün kazanımlarımızın elimizden kayıp gitmesine nasıl ön ayak olduklarını görüyoruz. Asgari ücrete ve emeklilere temmuz ayında zam yapılmaması ve hatta böylece tüm işçilerin alım gücünün ocak ayının gerisine düşmüş olması karşısında üç büyük konfederasyon güya “eylemler” yaptılar. Yaprak kıpırdamadı. Hatta yapılan eylemlerden, kendi üyeleri de dahil, birçok kesimin haberi bile olmadı. Sorsanız yaptılar.
Sendikaların eylem yapmaları söz konusu olduğunda, bunun bir hedefi ve hedefe kadar sürecek olan bir eylem planı olur. Bu planın B ve C olasılıkları da önceden ortaya konulur. Bu eylem kararı ve planı tabanda tartışmalarla başlar ve eylemlere katılımların örgütlenmesiyle eğitici bir hazırlık süreci geçirilir. Eylem günü iş bırakılacağı, çünkü işçilerin eyleme gidecekleri dost düşman tarafından bilinir. İşyeri önlerinden arabalar kalkar, daha işyerinde bayraklar ve önlüklerle açıklamalar ve yürüyüşler başlar. İl içi ya da il dışı olsun, dört bir yandan kalkan otobüsler işyerlerinden uğurlanır. Alanlar coşkuyla dolar taşar. Eylem komiteleri, görevliler, kortejler, yürüyüş yolu, bildiriler, yolların trafiğe kesilmesi ve tabi ki eylemin talepleri. Talepler yerine gelmezse hazırlanmış olan B planına geçiş. İş durdurmaların devamı ya da mitinglerin merkezileştirilmesi vb. Tüm bu sürecin aslı “caydırıcılık” içermesidir. Karşı taraf eskilerin dediği gibi, kamyon çarpmış gibi olur. Eylemin etkinliğini patronlar ve onun devleti cephesindeki şaşkınlık, karışıklık ve tabi ki çıkış yolu arama telaşından anlarız.
Bunlar bizim hayal ürünlerimiz değil. İki yüz yıllık sınıf mücadelesinde elde edilmiş ve deneylenmiş birikimler. Böylesi eylemleri yaşamış olanlar sonuçlarını, etkisini hala anlatırlar.
Bugün yaşadıklarımız tamamen bir simülasyon. Üç beş kişi kapalı kapılar arkasında “eylem” kararı alıyor. Sendikaların iş bırakma kararı olmadığı için, işçiler iş yerlerinden çıkamıyorlar. Sözüm ona eyleme, gelebilenler geliyor. Başkanlar masalara yumruk vuran(!) bol istatistikli, gazetecivari açıklamalar yapıyorlar. Sonra eylem dağılıyor. Kendilerinin de dediği gibi “sembolik” eylem sonrası yöneticiler, işçilerin eylemlere katılmıyor olmasından şikayet ediyorlar. Onlar işçilerin haklarını kazanmak için uğraşıyorlar, ama işçiler geri! Başkanlar yürüyor, temsilciler yürüyor, uygun bakanlıklar önünde açıklamalar yapılıyor ama, işçilerin çoğunlukla kendi sendikasının eyleminden bile haberleri yok. Sermaye sınıfının cephesinde yaprak bile kıpırdatmıyor bu "sembolik” eylemler.
Bu sirk oyunlarını kuranların en önemli başarısı, işçilerin de eylem denilince akıllarına bir pankartın arkasında toplaşmanın gelmesi. Büyükler konuşma yapar, pankart toplanır ve yorucu bir iş gününe daha yetişmek üzere yola çıkılır. Koltukları kıymetli sendika bürokratları, eylem yapmış olmak için “zahmet” ediyor görünürlerken, işçi sınıfının en önemli eğitim ve örgütlenme aracını elinden alıyorlar. İşçilerin sermayenin sisteminde tek özgür oldukları yeri, eylem alanını işçilerin elinden alıyor ve onu yorgunluk, bıkmışlık ve inançsızlıkla değiştiriyorlar. “İşçilerin eylem içinde örgütlendiği” tüm eğitim ve yönetim sürecini bir hokus pokusla ortadan kaldırarak, sermayenin saltanatını dikensiz sürdüreceği bir bahçe yaratıyorlar. Ve tüm bunları bilerek yapıyorlar.
Elbette bütün bu yanılsama, simülasyon gerçeğin sert rüzgarı işçi sınıfının yüzüne vuruncaya kadar. Ancak bu durum, devrimcilerin olan bitene söylenerek kopacak fırtınayı beklediği bir duruma yol açmamalı. Bulunduğumuz her yerde bu oyunu bozmanın ve kavramlarımızı sınıf mücadelesi için kullanmanın bir yolunu bulmalıyız. Eylemlerimiz ve yapacaklarımız aklımız, bilincimiz ve hayallerimizle sınırlı. Her günü işçilerin yönetmeyi öğrendikleri bir eğitim gününe çevirmeli, kaybettirdikleri zamanı ve arkadaşlarımızı onlardan geri almalıyız.
Temade Çınar