Haberi gazetelerden okumayan okurlar inanmakta güçlük çekecekler ama gerçek. Yukarıdaki söz ya da belirleme okuma yazması sorunlu Binali Yıldırıma ait. Üstelik “sistem çöktü” derken sadece Türkiye'yi ya da Türkiye'nin tekelci kapitalist düzeninin bir yönünü, bir parçasını değil, dünya kapitalist sistemini kastediyor.
Bu belirleme kesinlikle doğru: Kapitalist üretim biçimi dünya çapında çöküyor. Gerçi, Bin Ali Yıldırım'ın sözlerini bir ön uyarıyla aktarmak lazım. Cehaleti, yüzünden akan bu adam, bu sözleri söylerken dinci faşist iktidarın, Türkiye tekelci kapitalizminin içine düştüğü krizi haklı çıkarma amacıyla söylüyor. Ama işin bu tarafı ne önemlidir ne de bizi ilgilendiriyor.
İlgilendiğimiz nokta, sosyal reformist partilere, uzlaşmacı partiye, bunların etrafında dolanıp duranlara yıllarca anlatmaya çalıştığımız, tekelci kapitalizmin krizinin ne “tek adamlığa”, ne de dinci faşist iktidara bağlı olmadığı gerçeğidir. Tekelci kapitalizm, Türkiye'de ve tüm dünyada ağır bir bunalım içinde. Sistem bir bütün olarak çöküş içinde. Emperyalist-kapitalist sistem çökerken dünya devrimi gittikçe güç kazanıyor, gelişiyor ve yeni yeni coğrafyalara yayılıyor. Ama önce Bin Ali Yıldırım'ın kendisinden asla beklenmeyecek açıklıktaki sözlerine bakalım:
“Covid sonrası artık dünya, eski dünya değil. Bütün dünyada artık fiyatlar kontrol edilemiyor. Enflasyonun 'E'sini bilmeyen ülkeler, bugün enflasyon en önemli sorunu haline gelmiş. 39 yıl sonra Amerika'da yüzde 7'ye çıkmış. Avrupa'da yüzde 6'ların üzerine çıkmış. Bu ne demektir? Demek ki bu Covid sürecinde dünyanın düzeni bozuldu. Üretim sistemi çöktü, ihracat, ithalat, nakliyat; bütün bunlarda sorunlar yaşanıyor. Bu sorunlar küresel sorun.”
Evet beyler, “Üretim sistemi çöktü.” Binali Yıldırım isim vermemiş olsa da biz çöken bu üretim sisteminin kapitalist üretim sistemi olduğunu biliyoruz. Çöküş nedenlerine burada uzun uzadıya değinmeyeceğiz. Şu kadarını söyleyelim, kapitalist üretimin engeli bizzat sermaye tekelinin kendisidir ve bu engel özellikle Covid-19 sürecinde Himalayalar’ı aşacak büyüklükte birikmiş, ve biriktiği oranda da az elde toplanmıştır.
“Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.” (Marx, Kapital Cilt I)
Meselenin özü budur.
Biz, çözüm yoluyla ilgileniyoruz. Kapitalizmin krizi -burada Türkiye tekelci kapitalizmiyle ilgileniyoruz- nasıl çözülür? Sosyal reformist partiler, uzlaşmacı küçük burjuva çevreler, onların yörüngesinden bir tülü ayrılamayan güçler ısrarla çözümü dinci faşist iktidarın, onun başındaki adamın değiştirilmesinde görüyorlar.
Leninistler aksini ileri sürüyor ve işçi sınıfına, sınıf bilinçli öncü işçilere şunu söylüyor: Dinci faşist iktidarın ve onun başının değiştirilmesi çok şey ifade etmez. “Millet İttifakı” denen gerici-faşist ittifakın tüm liderlerini, artı sosyal reformist partilerin liderlerini; bu da yetmez, liberal çevrelerin iktisatçılarını bir araya getirip hükümete doluştursanız bile kapitalizmin krizini çözemezsiniz. Çünkü, tekelci kapitalist üretimin tüm tarihsel gelişmesi mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi aşamasına gelip dayanmıştır. Şimdi bu aşamadayız.
Sözlerimizin daha da somut anlaşılması için, çözüm yolu olarak şunu ileri sürüyoruz:
1- Sermaye adına ne varsa, fabrikalara, topraklara, bankalara, büyük iç ve dış ticarete, el konularak toplumsallaştırılmalıdır.
2-Sanayide ve tarımda üretim bu temelde yeniden örgütlenmelidir.
Şüphesiz bu, bir ekonomik devrimdir. Bu ekonomik devrim, yani burjuva sınıfın tüm varlıklarına zorla el koyma işlemi açıktır ki, ancak zora dayalı bir devrimle mümkündür. Bu yüzden,
3- Bu ekonomik devrime, ekonomik kurtuluşa açılan ilk kapı olarak, önce politik iktidar, zora dayalı bir devrimle, fethedilmelidir. Politik iktidarın fethinin ilk koşulu, burjuva egemenliği, sermayenin varlığını proletaryadan, emekçi sınıfların ve yoksul halkların saldırılarından koruyan faşist devletin yıkılmasıdır.
Sosyal reformist partilerin, uzlaşmacı küçük burjuva partinin “ama biz bunlara karşı değiliz ki; sadece şimdi sırası değil, o aşamaya gelene kadar yapacak daha çok işimiz var” diyen sözlerini duyar gibiyiz. Bu, sosyal reformistlerin Marx-Engels'ten bu yana elden bırakmadıkları tarihsel ve geleneksel savunma biçimleridir. “Şimdi yapacak çok işimiz var” dedikleri şey, kapitalist düzenin sağının solunun tamir edilmesi, yırtığının-söküğünün dikilmesidir.
4- Burjuva egemenliğin ve bu egemenliği koruyan faşist devletin yıkılması yetmez; yıkılanın yerine hemen bir yürütme gücünün konulması gerekir. Bu yürütme gücü, egemenliği yıkılan ve tüm sermayesi elinden alınan burjuva sınıf üzerinde devrimci yöntemler uygulayacak, her türlü karşı saldırıyı enerjik biçimde bastıracak Geçici Devrim Hükümeti olmalıdır.
5- Sosyal reformist partilerin, dostlar alışverişte görsün misali, lafını ettikleri Devrimci Demokratik Cumhuriyet, Kurucu Meclis gibi kavramlar yaşamda ancak böyle kan ve can bulurlar. Gerçek olurlar ve iki ülkenin ezilen halklarına, proletaryaya, yoksul kitlelere tam ve kesin kurtuluşun yolunu açarlar. Kitlelerin açlık, yoksulluk, işsizlik sorununa böyle çözüm bulurlar. Buna Halk İktidarı denir; dileyen Emeğin İktidarı da diyebilir.
Binali bey, “üretim sistemi çöktü” diyor; daha nasıl bir ipucu versin size! Üstelik bu tespitini sadece Türkiye tekelci kapitalizmi için değil, emperyalist-kapitalist sistemin tümü için yapıyor. Daha ne yapsın!