Yani Cumhurekonomisti “faiz sebep enflasyon sonuçtur; bu da benim tezimdir” der de biz “Erdoğan Sebep, Devrim Sonuçtur; bu da bizim tezimizdir” diyemez miyiz! Bal gibi de deriz. Üstelik, bizim iddiamıza dayanak yapabileceğimiz hem örnek var hem de bilimsel açıklaması var.
Örnek, Marie-Antoinette'tir. Bilinir, bu kraliçenin yoksul Fransız halkı için, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği rivayet olunur. Gerçek ya da söylenti, fark etmez, bu sözün Büyük Fransız Devriminin ilk kıvılcımının yakılmasında rol oynadığı kesin. Sınırlı da olsa, bireyler tarihte bir rol oynarlar.
“Tezimize” dayanak olmaya aday başka örnekler de var. Mesela, “zamlar geldi ama mini mini” diyen dinci faşist bir kadının sözleri, ya da “mutfakta tasarruf için mangoyu kurutup saklayın” diyen, “porsiyonlarınızı küçültün” önerisinde bulunan “first lady”nin sözleri gibi. Tüm bunlar yetmedi, bir kadın artistin “gerekirse simit yenecek” sözlerini de alabiliriz. Tüm bu örnekler, burjuva sınıfın bireylerinin küstahlıkta Marie-Antoinette'e atfedilen söze rahmet okutacak noktaya geldiklerine işaret ediyor.
En tepedekinden en sıradakine, burjuva sınıfın bireyleri yoksul sınıfları isyan ettirecek bir küstahlık yarışına girmiş gibiler.
Yoksul kitlelerin, emekçi sınıfların isyan duygularını sürekli kışkırtan bu küstahlık, cüret ve kaynağını, havadan kazanılan servetten, aşırı birikmiş ve bir o kadar az elde toplanmış sermayeden alıyor şüphesiz. Spekülasyon, hükümete-devlete yakınlık, ihaleler yoluyla havadan para kazanma yolları gibi saymakla bitmeyecek yol ve yöntemler bu küstahlığın boy vermesi için çok verimli bir alan yaratıyor.
Marx, 1840'lı yılların sonlarındaki Fransa'da, mali aristokrasinin para kazanma yollarının burjuva toplumda nasıl bir çürümeye, yozlaşmaya yol açtığını şu eşi bulunmaz bir üslupla tarif etmişti. Biraz uzun da olsa, okura bu sözleri aktarmak yerinde olacak. Şöyle:
“Mali aristokrasi, yasaları kendi isteğine göre kabul ettirdiği, devlet yönetimini çekip çevirdiği, kurulu bütün kamu güçlerini elinde bulundurduğu, basın yoluyla ve olguların gücüyle kamuoyunu elinde bulundurduğu sürece, saraydan café borgne'ye kadar bütün çevrelerde aynı ahlâk bozukluğu, aynı hayasız sahtekârlık, üreterek değil de başkasının elindekini kurnazlıkla ele geçirerek aynı havadan zengin olma susuzluğu doğuyordu. Ve asıl burjuva toplumunun en yüksek tepelerinde en sağlıksız, en yolsuz aşırı istekleri doyurma arsızlığı alabildiğine körükleniyor, ve her an, gene burjuva yasalarının kendileri ile çatışma haline geliyordu, çünkü elbette ki, dalavere ile havadan gelen zenginlik, tatmin yollarını, zevkin rezilleştiği yerde, altın, çamur ve kanın birbirine karıştığı yerde arar. Mali aristokrasi, zevklerinde olduğu gibi kazanç tarzında da, lumpen-proletaryanın burjuva toplumun doruklarında dirilişinden başka bir şey değildir.”
Elbette 1840'lı yılların Fransa'sında, Marx döneminde değiliz. Ama, Marx'ın sözlerindeki “Mali aristokrasi” sözcüğünü alıp yerine dinci faşist iktidarı, onun çevresini ve dinci faşist iktidarın arkasındaki asıl gücü, tekelci sermaye sınıfını, emperyalist mali sermayenin Türkiye'deki nüfuzunu koyun, aynı sonucu, milim fark etmeyecek biçimde elde edersiniz. Marx, 1848 devrimlerinden hemen önceki Fransız toplumunu tasvir ediyordu. Bu eşsiz edebi sözlerle tanımlanan Fransız burjuva toplumu, çok geçmeden, bir yıl sonra, devrimlerle sarsılacaktı.
Yanlış anlaşılmasın. Birleşik devrimin tüm gelişimini dinci faşist iktidarın başına bağlıyor değiliz. Böyle bir şey, ona hiç sahip olmadığı zeka ve yeteneği bağışlamak olurdu. Birleşik devrimin gelişimi, Türkiye tekelci kapitalizminin tüm tarihsel gelişmesi tarafından hazırlanmıştır ve bu süreç devam ediyor. Tekelci sermaye sınıfı, bu sınıfın en iri tekelleri, yaklaşık son on yıl boyunca tüm yetkileri, tüm gücü merkezileştirirken gerçekte devrimin mekanizmasını kuruyordu.
Bununla birlikte, bireylerin tarihteki rollerini de unutmamalı. Birleşik devrimin bütün bir tarihsel gelişme tarafından hazırlandığı ne kadar doğru ise, politik iktidarların, politikada etkin burjuva figürlerin, istemeden de olsa, politika ve açıklamalarıyla, devrimin gelişimi üzerinde hızlandırıcı bir etkide bulunabilecekleri de hesaba katılmalı.
RTE, onun başını çektiği dinci faşist politikalar, tüm bir burjuva toplumu cehalete sürüklemek için din temelli bir topluma dönüştürmekte gösterdiği “kararlılık”, emekçi sınıfları ve yoksul halkları açlığa mahkum edeceğini dini referanslara başvurarak açık açık ilan etmesi ve daha sayısız örnek, birleşik devrim üzerinde hızlandırıcı bir etkiye sahip. Bir avuç insanın tekelinde merkezileştirilen yönetim, bu yönetim biçiminden alınan güçle yapılan küstah, nobran açıklamalar; faşist devlet kurumlarının, örneğin zindanlarda emekçi sınıfların, ezilen halkların evlatlarını açıkça katletmesi ve en sonunda özellikle de sonradan görme burjuvaların, havadan gelen zenginliğin kendilerine kazandırdığı küstahlıkla emekçi sınıfları hakir gören açıklamaları... Bir devrimin fitilini ateşlemek için daha ne gereksin!
Elbette bugünden yarına değil. Ama her etki, her sebep kaçınılmaz sonucun ortaya çıkmasını hızlandırıyor.
Kendini “ekonomist” ilan eden ama burjuva iktisada dair bilgisi bir cümleden öte geçmeyen RTE'nin, bıktırıcı şekilde, her gün, günde birkaç defa tekrarladığı “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” cümlesine nazire olsun diye koyduğumuz başlık, elbette bir latifeydi.
Ama, her şakada, azımsanmayacak bir gerçeklik payı olduğunu hepimiz biliyoruz.