Liberal, uzlaşmacı ve sosyal reformist çevrelerde epeydir alttan alta “yeni bir çözüm süreci” üzerine dedikodu türünden haberler yayılıyor. Açıktan ifade edilmediği zamanlar, “siyaset tıkandı” gibi anlamsız, ucube cümlelerin arasına sıkıştırarak bu posa fikirleri kitlelerin bilincine yerleştirmeye çalışıyorlardı.

Belli ki, şimdi yeni bir aşamaya sıçrama zamanının geldiğine inanıyorlar. Bunun için, yine ufaktan ufaktan ama bu sefer biraz daha açıktan şu suyu çıkmış, posadan ibaret fikirlerini kitlelerin bilincine şırınga etmeye başladılar.

İşaretler çoktu ama ilk açık işaret, geçtiğimiz günlerde bir internet gazetesinde ortaya çıktı diyebiliriz. Nerede liberal, sosyal reformist, uzlaşmacı düşünce varsa yaymayı kendine görev edinmiş bir gazeteci, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı ile söyleşi yapıyor. Konu dönüp dolaşıp “Kürt sorunu”na, sorunun çözümüne geliyor. Gazeteci soruyor, DTSO Başkanı yanıtlıyor:

“Mevcut şartlara, temaslardan edindiğimiz izlenimlere bakarak söylüyorum ki, yeni bir çözüm sürecinin kıyısındayız. Belki önceki sürecin yol ve yöntemleri uygulanmayacak ama bir şeyler olacak.”

Hani artık çok bilinen o sözde olduğu gibi, “bir şeyler olmasa da bir şeyler olacak” demiş oluyor. Gazeteci, gazetecilik refleksiyle diyelim, “Yeni bir çözüm sürecinin kıyısındayız” cümlesini başlığa taşımış. Elbette rastlantı değil. Kürt halkını tekrar bir beklenti, bir oyalama sürecine sokmak için yapılıyor bunlar.

Devam ediyorlar. Gazeteci soruyor: “Sizinki bir temenni mi, genel bir analiz mi, yoksa bilgiye dayalı bir öngörü mü?” Kürt/Kürdistan burjuvazisinin temsilcisi ya da önde gelen adamlarından biri diyelim, Mehmet Kaya yanıt veriyor:

“Doğrusu bunun temenniyi aştığını, ülkenin koşullarından, gidişatından, yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz kanaatten kaynaklı bir değerlendirme olduğunu söyleyebilirim. Yeni bir çözüm süreci hem gerekli hem de gerçekçi.”

Doğrusu, ortada bir Hacivat-Karagöz diyaloğunun olduğudur. Gazeteci bir şey diyor, öteki başka bir şey söylüyor ama ikisi de bir şey olmamış gibi yola devam ediyorlar.

Eğer bu tekil bir durum olsaydı ve liberal, uzlaşmacı bir kampanyanın ilk ilk adımı olmasaydı üzerinde durmaya değmezdi. Fakat durum bunun bir kampanyanın ilk adımları olduğuna işaret ediyor. DTSO Başkanı'nın hemen ardından bir zamanlar Erdoğan'ı “Nobel Barış Ödülü”ne layık gören biri, Sırrı Sakık sazı eline alıyor ve “yeni bir çözüm sürecine dair duyumlar” aldığını açıklıyor. Kim, kulağına ne fısıldamış, belli değil. Sırrı, bunu sır gibi saklıyor.

“Ben yeni bir sürecin başlayabilme ihtimalinin de olabileceğini, Türkiye buna mecbur ve mahkumdur... Dün bu konuda DTO Başkanı'nın açıklamaları vardı, biz de bu konuda duyumlar alıyoruz. Olması gereken de budur.”

Duyumlar alıyormuş, olguyu, gerçek yaşamda olan biteni değil, aklından geçeni, isteğini, özlemini, uzlaşma umudunu gerçek olgu gibi yansıtıyor. Dinci faşist iktidardan umudunu, ortada duran tüm gerçeklere, katliamlara, baskı ve terör politikasına rağmen kesmiyor.

Sorunumuz kişiler değil. Burada bir politik kesimin ruh halini, özlem ve isteklerini, dinci faşist iktidara yaklaşımını, ondan beklentilerini; Kürt halkını, burjuvaziyle, dinci faşist iktidarla uzlaşma uğruna oyalama, aldatma çabasını görüyoruz. Burada tüm liberallerin, “yetmez ama evet”çilerin, “akil adamlar”ın siluetini görüyoruz.

Bu siluetin altında şu slogan yazılı: “Burjuvaziden, dinci faşist iktidardan, onun başındaki RTE'den umut kesilmez!”

Liberallerin, uzlaşmacıların, sosyal reformistlerin şu talihsizliğine bakın ki, tam da böyle bir kampanyanın başlangıç işaretini verdikleri zamanda, dinci faşist iktidardan şöyle bir ses yükseldi:

“HDP/PKK kamilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür.” (Semih Yalçın MHP Genel Başkan Yardımcısı)

Kimsenin zerre kadar kuşkusu olmasın, bu faşistin sözleri ve ruh dünyası, faşist devletin, tekelci sermaye sınıfının, dinci faşist iktidarın ve onun başındakinin düşünce ve yaklaşımını yansıtıyor.

Peki bu, faşist devlet, dinci faşist iktidar ve temsil ettikleri güçler için yeni bir durum mu? Elbette değil. “Çözüm süreci” denen oyalama ve aldatma süreci yürütülürken de devletin, iktidarın, sermaye sınıfının bakışı, şu faşistin dile getirdiklerinden farklı değildi. Ama fark şuydu: Devlet, iç savaş sürecinde Kürt halkının özgürlük savaşı ve birleşik toplumsal devrimin gelişmesi karşısında zor durumdaydı. Dağılan, bozulan saflarını yeniden düzenlemek, güçlerini toparlamak, yeni bir saldırı dalgasına hazırlanmak için soluklanmaya, mola vermeye ihtiyacı vardı. “Çözüm süreci” bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı.

Kısacası, “çözüm süreci” denilen şey, sözünü ettiğimiz ihtiyaçlardan kaynaklanan bir süreç olarak ortaya çıktı. İhtiyaç ortadan kalkınca ondan kaynaklanan süreç de ortadan kalktı. Devlet ve dinci faşist iktidar katliam politikalarına Türkiye tarihinde az rastlanan bir pratikle geri döndü. Onlarca kişinin katledildiği Suruç, Diyarbakır, Ankara/gar katliamlarını Cizre, Nusaybin, Sur gibi insanların yakılarak, kimyasal silahlarla, fosfor bombalarıyla katledildikleri dönem işte bu dönem oldu.

Şimdi, liberal, uzlaşmacı çevreler, sosyal reformist parti ve örgütler, ufaktan ufaktan yeni bir “çözüm süreci” kampanyası başlatmaya çalışıyorlar. Açıktan, doğrudan yapacak halleri yok çünkü katliamların etki ve sonuçları halkların hafızasında henüz taze. Onun için kedinin ciğer etrafında dolanıp durması gibi, yeni bir “çözüm süreci”nin lafını edip duruyorlar. Dinci faşist iktidarla, burjuvaziyle, faşist devletle uzlaşma umutlarını yitirmek istemiyorlar. Çünkü bu umudu yitirmek varlık nedenlerinin ortadan kalkması demektir.

Bu onların varlık nedeni ise, onları Kürt halkını, emekçi sınıfları, yoksul kitleleri burjuvazi hesabına aldatmalarını engellemek, çabalarını boşa çıkarmak da devrimci güçlerin görevidir. Bu görev esaslı ve sürekli bir ideolojik mücadeleyi, teşhir ve tecrit çabasını gerektirir. Çünkü bunlar, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin yakasından düşürülmedikçe, burjuvazi karşısında bir zaferi düşünmek mümkün değil.

Hedefte netlik ve berraklık, uzlaşmacılara, liberallere, sosyal reformistlere karşı mücadelenin temel koşuludur. Faşist devletin ve tekelci sermaye egemenliğinin Kürt halkının, diğer ulusal topluluk halklarının inkar ve imhası üzerinde şekillendiğini, bu temel üzerinde yükseldiğini; dolayısıyla Kürt halkı başta olmak üzere, bütün ulusal topluluk halklarının ancak bu faşist devletin ve tekelci sermaye sınıfının yıkıntıları üzerinde; bir toplumsal devrimle özgürlüklerini kazanabileceklerini büyük bir netlikle ortaya koymak gerek.

Hedefte netlik, berraklık kadar toplumsal devrim konusunda kararlılık da önemlidir. Bir göz devrimde iken diğer gözle burjuvaziye göz kırpan bir yaklaşım ya da politikayla yol alınmaz.

Burjuvazi ve faşist devletle tüm köprüleri atan bir politika Kürt halkını aldatılmaktan, oyalanmaktan, boş beklentiye sokulmaktan korur ve zafere götürür.

Devrimci güçler açısından temel mesele budur.