Faşizme karşı birleşik mücadele, ya da faşizme karşı birleşik cephe oluşturma, Türkiye ve Kürdistan devrimci, komünist hareketinin öteden beri hedefi olageldi. Bu hedef doğrultusunda 1970’li yıllardan bu yana büyük bir çaba harcandı, büyük emekler verildi.
Sayısız kez geçici güç birlikleri, eylem birlikleri denedi. Bu denemelerin en çok bilineni, 12 Eylül faşizminin hemen ilk yıllarında Türkiye ve Kürdistan devrimci, komünist örgüt ve partileri tarafından Suriye’de kurulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi idi. Ancak FKBDC de, tıpkı önceki tüm denemeler gibi, döneme uygun mücadele hedef ve biçimleri geliştiremediği için dağılmaktan kurtulamadı.
Cephe ya da “güç ve eylem birliği” gibi birlikler kurma amacıyla yola çıkanların hemen hepsinin şaşmaz hedefi, faşizme karşı “en geniş birlik” oluşturmak ya da başka bir ifadeyle, “en geniş anti-faşist güçlerin birliği”ni sağlamaktı. Yakın zamana kadar hiç biri başarılı olamadı.
Her denemenin, uzun ya da kısa bir süre sonra, başarısızlıkla sonuçlanması, çoklukla, sorunun taraflarınca farklı biçimlerde açıklandı. Parti ve örgütler, çoğunlukla, başarısızlıktan birbirlerini sorumlu tuttular, birbirlerini “dar grupçulukla” suçladılar vb. Ama hiç biri, nasıl olup da her seferinde “birliği” bozacak birilerinin çıktığını; kimsenin bunun önüne geçemediğini, gelecekte de birliği bozacak birilerinin çıkmasının nasıl önleneceğini vs. açıklayamadı. Açıklayamazlardı da. Çünkü kaybettiklerini yanlış yerde arıyorlardı.
Bütün bu cephe, güç ve eylem birliği girişimlerini kırmızı bir çizgi gibi boydan boya kesen ortak hatalar zinciri vardı.
Bu ortak hata ya da yanlışlar zincirinin başında, tüm bu girişimlerin toplumsal devrim ve toplumsal devrimle gerici-faşist iktidarın yıkılarak yerine devrimci demokratik bir iktidarın, isteyen buna başka bir isim de verebilir, kurulması gibi bir hedeften yoksun olmaları geliyor. Böyle iddialı ve emekçi sınıflarda, ezilen Kürt halkında ve diğer ulusal topluluklarda gerçek ve kesin kurtuluş umudu uyandıracak hedefin yokluğu, daha baştan bu cephe vb. girişimlerinin “iktidarsız”, güçten yoksun doğmasına yol açıyordu.
Hatalar zincirinin ikinci halkası, birinci halkanın devamı olarak, devrimci programdan yoksun olmaktı. Zincirin ilk halkası kaçınılmaz biçimde ikinci halkayı şekillendiriyordu. Sosyal reformistleri, uzlaşmacıları, liberalleri “ürkütmemek” adına, devrimin toplumsal güçleri olan ve düzenin yıkılmasına ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duyan yoksul, ezilen sınıfların önüne tekelci kapitalizmi hedef alan bir devrimci program, en azından ana hatlarıyla ve bir kaç maddelik de olsa, konulmuyordu.
Gerekçe, “en geniş kesimler böyle bir birliğe gelmez” idi. Bu gerekçenin Türkçesi, kimi burjuva ve küçük burjuva politik güçlere uzlaşma mesajı gönderme isteğidir. Burada küçük burjuva “politik güçler” kavramını bilerek kullanıyoruz. Zira, küçük burjuva toplumsal güçler bir toplumsal devrimin gerçekliğine inandıklarında proletaryanın arkasında yürümekte bir an bile tereddüt etmezler. Çünkü, küçük burjuva politik güçlerin değil ama küçük burjuva toplumsal güçlerin, günlük dille söylersek, küçük esnafın, küçük köylünün, küçük üreticinin, kurtuluşu da bir toplumsal devrimdedir.
Bu kitleler, çıkarlarının, kurtuluşlarının kapitalizmi yıkacak bir toplumsal devrimde olduğunu sınıf sezgileriyle kavrarlar. 1970’li yılların muazzam devrimci dalgası bunun başlı başına pratik kanıtıdır. Ama bu kitleler zaferden emin olduklarında proletaryanın peşine takılırlar. Proletaryayı temsil eden devrimci, komünist güçler zafere dair onlara güçlü bir inanç verebilirse devrimin saflarına koşmaya hazır olurlar.
Hatalar zincirinin üçüncü halkası, ilk iki halkaya bağlı ve ilk iki halkanın sonucu olarak, cephe vb. birlik arayışı içinde olan parti ve örgütlerin işçi sınıfı ve yoksul kitlelere, Kürt halkının emekçi sınıflarına değil, küçük burjuva politik güçlere yönelmeleridir. Kendine güvensizliğin de bir ifadesi olan bu durum, bugüne kadar tüm mücadeleyi sürükleyen, tüm devrimci değer ve birikimleri, büyük bedeller ödeyerek yaratan devrimci güçlerin küçük burjuva politik güçleri ve kişilikleri el üstünde tutmalarına yol açmıştır. Sanılır ki, “popüler” liberal ve küçük burjuva politik kişilikler ve güçler ikna edildiklerinde kitleler de etkilenecek.
70’li yılların ortalarından bugüne sürekli denenen bu yol ve politika hiç bir zaman sonuç alamadı ve alamayacak. Bu net biçimde ortaya çıkmıştır. Devrimin sürükleyici gücü olarak ne işçi sınıfı ne de yoksul kitleler yüzlerini küçük burjuva kişiliklere, liberallere, politik güçlere dönmüş, gözlerini onlara dikmiştir.
Son dört yıldır bu gidişin kırılacağı yönünde umutlar ortaya çıkmıştır. Birleşik Devrimci Güçler, dört yılı aşan süredir, yavaş da olsa, bir devrim odağı, devrimin toplumsal güçlerine umut verebilecek bir güç odağı yaratma yolunda ilerliyorlar. Yolun başındayız ve eski hastalıklardan tümüyle kurtulmuş değiliz. Ancak Birleşik Devrim Güçlerinin yola çıktıkları ilk adımda, “Şimdi devrim Zamanı” sloganıyla ve bu sloganın ifade ettiği perspektifle hareket etmeleri eski hastalıkları yenme iradesi gösterebileceklerini de gösteriyor.
Birleşik Devrim Güçleri, geçmiş hatalardan ders almayı, başarısızlığa yol açan eski hastalıkları teşhis etmeyi başarmalılar. Faşizme, tekelci kapitalizme ve emperyalizme karşı “en geniş birlik” sağlanmalı. Bu doğru. Fakat bu “en geniş birlik, liberallerin, burjuva ve küçük burjuva kişiliklerin, güçlerin birliği değil, emekçi sınıfların, iki ülkenin işçi sınıfının, gençliğin; tekelci kapitalizmin ezdiği esnafın, küçük köylünün vb vb birliği olmalıdır.
Gözler, dikkatler ve çabalar buraya ve bu birliğin kavga içinde, sokakta, sınıf savaşı içinde sağlanmasına harcanmalıdır.
Gençlik başladı; arkası gelecek.