Henüz ortada “kırmızı yelekliler” yok. “Sarı Yelekliler” var. “Sarı Yelekliler” kavramı, biliniyor, Fransa’da hükümetin akaryakıta getirdiği ağır vergileri protesto eden Fransız işçi ve emekçilerinin, kendilerini farklı kılmak için protestolarda giydikleri “sarı yelek”lerden geliyor. O protestolar hız kaybetmiş olsa da sona ermiş değil.
“Kırmızı Yelekliler” kavramı RTE’ye ait. RTE, Macron’a hakaret edip gözden düşürmeye çalışırken bile anti-komünizm damarının etkisi altında (buna komünizm korkusu da diyebiliriz) kaldığı için Fransa, Macron’dan kurtulmaz ise, Fransa’nın komünizmin kucağına düşebileceğini anlatmaya çalışıyor.
“Macron Fransa'nın başına beladır. Macron ile Fransa çok tehlikeli bir dönem yaşıyor. Temennim odur ki bir an önce Macron belasından Fransa kurtulsun, aksi takdirde sarı yeleklilerden kurtulamayacak. Yoksa bu da kırmızı yeleklilere dönüşebilir.”
Türkiye’nin dinci faşistlerindeki anti-komünist damarın ne kadar güçlü olduğunu okur görebiliyor mu? Bir anti-komünisti, Macron katıksız bir anti-komünisttir, kendi halkının gözünden düşürmeye çalışırken bile komünizme olan kin ve nefretinden yararlanmaya çalışıyor. Devlet Bahçeli’nin “Sarı Yelekliler” olarak bilinen devrimci kitle hareketinden nasıl bir korkuya kapıldığı halen hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Bundan tam iki yıl önce, kapıldığı “Sarı Yelek” korkusunu, bir ton laf salatası yaptıktan sonra şu tehditlerle savuşturmaya çalışmıştı bu konuşma özürlü:
“12 Eylül öncesi şartları bu mankurtlara ikazla hatırlatmayı tarihi bir görev addederim. Fransa’yı baştan ayağa saran ve diğer Avrupa ülkelerine sıçrayan sarı yelek terörüne özenen varsa, bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerini de şimdiden ifade etmek isterim. Sarı yelek giyen çıplak yatmayı göze almalıdır. Bu işin şakası yoktur. Mesele beka meselesidir.”
Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, Türkiye’nin dinci faşistlerinde komünizm korkusunun nasıl büyük bir yer kapladığı ve sadece kendi topraklarındaki değil, başka kapitalist ülkelerdeki komünizm tehlikesinden de büyük bir korkuya kapıldıklarıdır. Bu, aynı zamanda, yüksek bir burjuva sınıf bilincini gösterir.
Eski kuşaklar iyi bilir, Türkiye gericiliğinin duayeni sayılan, 1950-1960 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapmış Celal Bayar, ömrünün son demlerinde her kış komünizm korkusu yaşar ve “bu kış ülkemize komünizm gelecek” diye sayıklardı. RTE’nin “sarı yelekliler kırmızı yeleklilere dönüşür” korkusu, Bahçeli’nin Fransa’daki “sarı yelek” ayaklanmasında Türkiye’deki bir ayaklanmayı görmesi Celal Bayar’ın komünizm korkusundan farksız. Korkuyorlar.
Korkunun ecele faydası yok derler. Doğrudur. Dünya, insanlık büyük bir değişime, yeni bir toplum biçimine, kapitalizmden komünizme doğru hızlanan bir tempoyla gidiyor.
Tarihi bir kriz içinde bulunan Amerika ayaklanmalar ve iç savaşla sarsılıyor. Haziran ayında George Floyd’un ırkçı polis tarafından katledilmesinden sonra patlak veren ayaklanma, aynı hızda ve aynı nedenle olmasa, başka vesilelerle de olsa devam ediyor. Bu ayaklanma sadece ırkçılık karşıtı değil ama aynı zamanda sistem karşıtı, anti-kapitalist bir ayaklanmadır.
Fransa’da ayaklanmalar, isyanlar, devrimci kitle eylemleri, uzun yıllardır sürüyor. Ayaklanma ve isyanlar süreci diyebileceğimiz bu sürece bir başlangıç tarihi vermek gerekirse, 2005 Kasım ayında patlak veren ve aralıksız iki hafta boyunca devam eden “Banliyö isyanlarını” göstermek gerek. Çünkü Fransa, o gün bu gündür, aralıklarla patlak veren isyan ve ayaklanmalardan başını kaldıramadı.
Fransa’daki bir ayaklanmadan, bizdeki dinci faşistler kadar tüm dünya burjuvazisi kaygılanıp korkmakta yerden göğe kadar kadar haklı. Çünkü Fransa, emperyalist-kapitalist sistemin önemli bir halkası olmakla kalmıyor, Fransa’daki bir ayaklanma, çok kısa zamanda diğer Avrupa emekçileri ve gençliği tarafından örnek alınıyor; Fransız işçi sınıfı ve emekçileri Avrupa işçi sınıfını, emekçilerini, gençliğini etkileyerek harekete geçiriyor. Belçika ve Almanya etkilenen ülkelerin başında geliyor.
Sadece ABD değil, Fransa dahil bütün bir emperyalist-kapitalist sistem tarihi bir krizin içinde. Ayaklanmalar, şiddetli patlamalar artık emperyalist-kapitalist sistemin sadece uç bölgelerinde değil ama bizzat merkezinde, kalbinde patlak veriyor. İsyanlar, ayaklanmalar, devrimler sistemin uç bölgelerinde patlak verdiği dönemlerde sistem bu patlamaları kontrol altına alma, etkisini sınırlama olanağı bulabiliyordu. Çünkü, “merkezde denge olanağı uç bölgelerdekinden daha fazladır” ve merkezdeki denge sayesinde sistem az bir sarsıntıyla süreci atlatabiliyordu.
Oysa şimdi, ABD’de süren, Fransa’da tekrar tekrar ortaya çıkan ayaklanmalar sistemin kalbini, merkezini tehdit ediyor. “Uç bölgelerdeki” yani bağımlı ülkelerdeki ayaklanmalar, isyanlar zaten ateş üstündeki mısır tanecikleri gibi, bir gün şu ülkede, öbür gün bu ülkede patlayıp duruyor. İsyan, ayaklanma ve devrim ateşi şimdi “merkez”leri sarmaya başladı.
RTE, ne kadar korksa hakkıdır!