Tekelci sermaye cephesinde, dinci faşizm cephesinde arayış sürüyor. “Asiye nasıl kurtulur” diye sorar gibi, “düzen nasıl kurtulur” sorusuna yanıt arıyorlar.
Dinci faşizmin manevraları baş döndürmeye başladı. “Reform” yapacağız dediler, reformun ilk harfini yazmadan bitirdiler. “Geleceğimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz” dediler. Sözleri henüz havada asılıyken Avrupalı emperyalistlerle ağız dalaşına başladılar.
Bütün bunlar olup biterken bütün toplumu, özellikle de emekçi sınıfları, yoksul, ezilen, sömürülen kitleleri vuran koronavirüs pandemisi ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Hastahane morgları, mezarlıklar toprağa verilmeyi bekleyen yoksul insanların ölü bedenleriyle dolup taşıyor.
Çaresizlik içinde, büyük acılar çeken toplumun bu ezici çoğunluğu dokunsan patlayacak durumda. Öfke, kızgınlık, isyancı ruh hali her yeri sarmış durumda. Kendilerini ölümün kucağına terk etmiş dinci faşist iktidara ve kendileri büyük acılar içinde kıvranırken sefahat içinde yaşayan zenginler sınıfına karşı bir isyan, bir ayaklanma her an patlayabilir.
Dinci faşist iktidar ve tekelci sermaye sınıfı bunun farkında. Ama yapabilecekleri fazla bir şeyleri, başvuracakları değişik alternatifleri yok. Düzeni “proleter vandallara”, devrimci komünist güçlere, ezilen sınıf ve halklara karşı silahla koruyacak güçleri “göreve” çağırmaktan başka bir şey yapamıyorlar.
Mafya, sözünü ettiğimiz güçlerin başında geliyor. Göreve çağrıldılar. Mehmet Ağarlı, mafyalı fotoğraf henüz taze, hafızalardaki yerini koruyor. Mafya başının burjuva muhalefet başına tehdit mektubu göndermesi, faşist devletin mafya başına sahip çıkması artık işin gizlisinin saklısının kalmadığını gösteriyor. Türkiye normalinde, mafya devlete sahip çıkar, muhalif olarak gördüklerini devletin yerine kendisi “ortadan kaldırırdı.”
90’lı yıllar ve öncesi bunun örnekleriyle doludur. Söz konusu yıllarda başbakanlık yapmış olan Tansu Çiller’in “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözü bunun en somut ifadesidir. Mafya, faşist devlet adına kurşun atıyor, kurşun yiyordu.
Şimdi işler tersine döndü. Geçtiğimiz günlerde, mafya başına meydan okuyarak hakaret eden bir gencin evi polis özel harekat birimleri tarafından basılarak gözaltına alındı. Devlet, mafyaya sahip çıkıyor, koruması altına alıyor; mafya başlarına hakaret edenler, karakol polisi tarafından da değil, PÖH birimlerince gözaltına alınıyorlar.
Demek oluyor ki, tekelci sermaye sınıfının politik iktidarının sacayaklarına bir yenisi eklenmiştir. Bu mafya oluyor. Ancak burada herhangi bir yanlış anlamaya yer vermemek için şunu belirtmek gerekir: Mafya ile burjuva muhalefetin başı arasında tehdit düellosunun olması, burjuva muhalefetin pozisyonunda bir farklılık yaratmıyor. CHP’sinden İYİP’ine kadar cümle burjuva muhalefet, dinci faşist iktidarı ayakta tutan payandalar olarak kalmaya devam ediyorlar.
Dinci faşist iktidar, düzeni korumak ve kendine bir çıkış yolu bulmak için vurucu güçlerini, zor araçlarını böylece bir araya getirip sağlamlaştırmaya çalışırken, ekonomik alanda da hararetli bir arayış sürdürüyor.
“Varlık Barışı” yasası bu arayışın sonucudur. Kısacası, Türkiye’ye getirilmek koşuluyla, her türlü kara paranın aklanması yasası demek lazım bu yasaya.
“Yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını Türkiye ekonomisine kazandıranlar, vergi incelemesine tabi tutulmayacak.” Yasa böyle.
Özetle, kumardan, uyuşturucudan, kaçakçılıktan, dolandırıcılıktan, soygundan, hırsızlıktan elde edilmiş her türlü para itinayla aklanır demek istiyorlar: Yeter ki paranızı Türkiye’ye getirin. Bu çağrının tek anlamı devlet hazinesinin bomboş, tamtakır kuru bakır olduğudur.
Çaresizlik içinde çırpınan dinci faşist iktidar, bu çağrının yanı sıra Katar Emirliği’ne elde ne var ne yoksa satmaya başlamış. Borsanın %10’unun Katar’a satışı biliniyor. Bilinmeyen, toplumdan saklanan bir dizi satış anlaşmasının yapıldığı da yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlıyor.
Ama en önemlisi, düzenin bekçilerinin koşa koşa düzenin sahiplerinin ayaklarına gidip onlara planları hakkında bilgi vermesidir. İktidarın bakanları TÜSİAD’a gidip basına kapalı biçimde görüşmeler yapıyorlar. Neler konuşulduğu, neler vaat edildiği bilinmiyor. Bilinen tek şey, düzenin gerçek sahipleriyle “verimli bir toplantı” yaptıklarıdır.
Arkasından koşa koşa Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği’ne gidiyorlar. Daha doğrusu, bu zenginler kulübüyle online bir toplantı gerçekleştiriyorlar. Görüşmeye Bakan düzeyindeki memurlarla neredeyse tam kadro katılıyorlar. Kimler yok ki? Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, hepsi katılıyorlar. Güvenceler veriyorlar. Bir araba dolusu söz veriyorlar. Yatırımlarda izin süreçlerini kolaylaştırma, “girişimcilerin, müteşebbislerin önünü açma” ve daha neler neler!
Tüm bunlar tamam da elde, cepte, kasada para yok. Dahası, bütçe açık vermeye devam ediyor ve açığı kapatmanın hiçbir yolu yok. Sadece bu yılın ilk dört ayındaki bütçe açığı, 30 milyar Türk lirasına yaklaştı. Bu açığı ne Katar’ın dolarları ne de kara para aklama yoluyla gelecek Eurolar kapatabilir. Coronavirüs Pandemisi ise bu duruma tuz biber ekmiş, süreci hem hızlandırmış hem de derinleştirmiştir.
Kitlelerin durumuna gelince. Şu özet rakamların işçinin, emekçinin, esnafın perişanlığını anlatmaya yeter. Mart ayının ortasından itibaren, İçişleri Bakanlığı genelgesi ile;
“...çoğu hizmet sektöründe yer alan 150 bine yakın kahvehane, bar, kantin, birahane, internet kafe gibi iş yerleri, geçici olarak kapatıldı. Bunu takip eden bir genelge ile berber ve kuaförler, restoranlar kapatıldı. Böylece geçici olarak kapatılan iş yeri sayısı 300 bine yaklaşırken, burada kendi hesabına ve/veya ücretli çalışan 1,5 milyona yakın kişi, işsiz duruma düştü. ... pandeminin geçici de olsa işsiz bıraktığı kitle ile Mart ayından itibaren işsiz sayısı 7,5 milyona yaklaştı.... Sayıları henüz belli olmayan ancak yaklaşık 5 milyon çalışanı olan iş yeri de bu kriz dolayısıyla iş yerlerini geçici kapatacağını, İşsizlik Sigortası Fonu’na bildirdi. Bu kümedeki iş yerlerinin çalışanlarına kısa çalışma ödeneği ve/veya ücretsiz izinli maaşı adı altında aylık 1700 TL ile 3 bin TL arasında değişen maaşlar ödenecek ve bu, 3 aylık bir süre için yapılacak. Bu kümedeki asgari 5-6 milyonluk işsiz de katılınca, bir anda işsiz kitlesinin 13 milyon dolayına ulaştığı söylenebilir.” Başka söze gerek var mı?
Ve emekçiler, yoksullar, ezilen halklar, işsizler şimdilik ölülerini kaldırmakla meşguller. Kendilerine gelip de kafalarını kaldırdıklarında ortaya çıkacak devrimci enerjinin önünde ne mafya bozuntuları ne de düzenin kendisi ayakta kalabilecek.