Koronavirüs pandemisi en çok toplumun hangi kesimlerini vurdu diye sorulsa, bu soruya tereddütsüz biçimde işçi sınıfıyla birlikte küçük işletme, küçük dükkan sahiplerini, yoksul emekçileri diye yanıtlamak gerek.

Hükümetin “koronavirüs ile mücadele ediyorum” görüntüsü vermek için aldığı tedbirler, bu saydığımız toplumsal sınıf ve kesimleri daha da zor duruma düşürdü. Çünkü hükümetin aldığı tedbirlerin başında, lokanta, kahvehane, restoran, gibi yerlerin kapatılması geliyordu.

Hükümet bu yerleri kapatırken ne herhangi bir maddi destekte bulundu, ne örneğin vergiden muaf tuttu, ne banka kredilerinin faizlerini üstlendi. Tam tersine, gelir vergisi olmasa bile dolaylı vergiler artırıldı. Dükkanı, işletmesi kapalı esnaf yerin kirasını eskisi gibi ödemeye devam etti.

Bir Esnaf Derneği Başkanı, esnafın durumunu şu sözlerle özetliyordu:

İçkili lokantalar, restoranlar kapalı; adrese içki servisi yapmak da yasak olduğu için biz ne satacağız? (...) Ruhsatları bar olan işletmeler kapalı oldukları halde vergisinden vazgeçmiyor. Örnek olarak kira stopajı, SSK stopajı, muhasebe stopajı, kurumlar vergisi, eğlence vergisi, damga vergisi gibi tüm bu vergiler alınıyor. Hem kapatıyorlar hem de vergi almaya devam ediyorlar.”

Sınıf karakteri gereği, zenginler sınıfını koruyup kollamakla yükümlü hükümet iki şeyi yapamazdı. Birincisi, vergilerden vazgeçmek. Hükümet vergilerden vazgeçemezdi ve hiç bir zaman vazgeçemez; çünkü vergiler hükümetin başlıca, temel gelir kaynağıdır.

Dört bir tarafta sürdürdüğü savaş politikalarını, dinci faşist çeteleri, silah alımlarını, savaş masraflarını vb. vb. finanse etmek için vergi ve daha çok vergi kaçınılmazdı. Bekçilerden başlayarak koca memurlar ordusunun maaşlarını ödemek için vergiler, hükümet için yaşamsal önemdedir. Zenginler sınıfına servet transferini yapabilmek vergiler olmadan nasıl mümkün olacaktı? Liste uzatılabilir ama bu kadarı yeter.

Hükümetin yapamayacağı ikinci şey, işçileri, emekçileri, küçük esnafı, küçük köylüyü, yoksul halkı maddi olarak desteklemektir. Çünkü bir burjuva hükümet, bir sınıftan almadan öteki sınıfa bir şey veremez. Saydığımız toplumsal sınıf ve kesimlere dişe dokunur bir maddi kaynak ayırması için burjuva sınıftan alıp emekçiler sınıfına vermesi lazım. Bu, burjuva sınıfa hizmetle yükümlü bir hükümetin yapacağı bir şey değil.

Hükümetlerin bu karakteri Türkiye’ye özgü değil. Bütün kapitalist ülke hükümetlerinin yaptığı şey aynıdır: Devletin tüm olanaklarını büyük tekellere, büyük şirketlere aktarmak, tepkileri yatıştırmak için de emekçilere kırıntı düzeyinden şeyler vermek. Helikopterle para dağıttığı söylenen Almanya’nın yaptığı da, en zengin ülkeler arasında yer alan İsviçre’nin yaptığı da budur.

Küçük işletme sahibi, küçük dükkan sahibi, esnaf iflas ediyor; kendi sözleriyle söyleyecek olursak “esnaf batıyor.” Örgütsüzlüğünden, dağınıklığından, tecrit olmuş yaşam biçiminden dolayı sesi çıkmıyor olsa da, küçük tarla sahibinin, yoksul köylünün, küçük çiftçinin durumu kentin esnafından farklı değil.

İşçi sınıfıyla birlikte küçük esnafın, küçük tarım üreticisinin, yoksul köylünün arkasında Covid-19 pandemisinden ölüm tehlikesi varsa, önünde açlıktan ölmek tehlikesi duruyor. İşçi, tazminatsız işten atılma, işsiz kalma, aç kalma korkusunu her gün yaşıyorsa, küçük işletme sahibi esnaf, küçük tarla sahibi köylü her gün iflas etme, bankanın haciz memurlarıyla karşılaşma, kirayı ödeyememe, vergilerini ödememesi durumunda borcun katlanarak artması korkusuyla yaşıyor.

Esnafın, emekçi köylünün, küçük işletme sahibinin bu durumdan çıkışının tek yolu var: Sermaye düzenin yıkılması. Yalnızca işçilerin başında olduğu bir devrimci hükümet, bir halk iktidarı halkın bu kesimlerini tam çöküşten, toplumsal aşağılanmadan kurtarabilir. Yalnızca bir halk devrimi, esnafın, küçük işletme sahibinin, küçük köylünün bu kahredici korkusuna son verebilir.

Şimdi, dinci faşizme, dinci faşist iktidara, tekelci sermaye sınıfının düzenine karşı daha geniş yığınlar mücadeleye atılıyorlar. Hükümetin, sözümona Covid-19 pandemisine karşı aldığı, ama esnafı, köylüyü, işçiyi açlık ve sefalete mahkum etmekten başka bir işe yaramayan önlemlerine karşı her eylem, devlet gücüne karşı bir savaşıma dönüşüyor. Aynı şekilde, devlet gücüne karşı bir savaşıma dönüşen her savaşım tekelci sermaye sınıfı egemenliğine karşı bir savaşıma dönüşüyor.

Düzen, şimdi gerçek bir “beka”, varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya. Bundan dolayı, en küçük eyleme saldırıyor, polis, bekçi ne varsa sokaktan ayırmıyor, silahların, zorun gücünü daima hissettirmek zorunda kalıyor. Devlet, politik iktidar ve sermaye sınıfı, düzeni topluma karşı savaşım içinde ve savaşımla ayakta tutuyor.

Sınıf bilinçli öncü devrimci işçiler, bu durumun farkında olarak, sadece işçi sınıfının çıkarlarıyla ilgilenmekle kalamazlar. Düzene, sermaye sınıfı egemenliğine ve bu egemenliğin politik güçlerine karşı savaşım halinde olan tüm bu güçlerin öncüsü olarak öne çıkarak, onları ancak sermaye düzenin çökmesinin, bir halk devrimin kurtarabileceği perspektifiyle hareket etmeliler.

Tekelci kapitalist düzende esnafın, küçük işletme sahibinin, küçük tarla sahibinin sonsuz bir korkuyla yaşamaktan başka çaresi yok.

Onları bu korkudan kurtaracak tek güç toplumsal devrimdir.