Bir vatandaş, Malatya’da, otobüsten “Keyif çayı” dağıtan RTE’ye, “evimize ekmek götüremiyoruz” diye sesleniyor ve ardından “Sayın Cumhurbaşkanım, Malatya'da 1600, Türkiye genelinde 350 bin servisçi esnafı sizden müjde bekliyor pandemiden dolayı” diyor.

RTE,yanıt veriyor: “Bu bana abartı geldi, al keyif çayı iç.”

Dinci faşist iktidarın kitle desteğinin nasıl eridiğini derinden kavramak için bu olayda iki noktaya dikkat etmek gerekir. İlki, Malatya, dinci faşist partinin kitle desteğinin en yoğun olduğu illerden biri. İkincisi, “eve ekmek götüremiyoruz” diyen kişi Minibüs ve Malatya Servisçiler Esnaf Odası Başkanı’dır.

Bu noktanın önemi şurda: Minibüs ve Servisçi esnafı dahil, Esnaf ve Sanatkarlar Odası, genel, olarak gerici-faşist iktidarları destekleyen bir kurumdur. Şehir küçük burjuvazisinin en gerici kesiminin bu noktaya gelmiş olması, karşı-devrim cephesinin kitle gücünün nasıl bir erime içinde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Nitekim, “keyif çayı” açlığının üstüne keyif çayı içmesi istenen Oda Başkanı, AKP üyesidir ve RTE’nin karşısına aslında onu karşılayıp kurban kesmek için çıkmış. Başka bir ifadeyle, “evine ekmek götüremeyen” bu şahıs, “Reis”ine sadık bir yurttaş. Yine de feryat ediyor.

Bu AKP’li şahsın “evime ekmek götüremiyorum” sözünü gerçek anlamda mı, esnafın işinin kötüye gittiğini anlatmak için mi söylemiş olmasının bir önemi yok. Hangi anlamda söylemiş olursa olsun, sadece Minibüsçü ve Servisçi esnafın değil tüm esnafın büyük bir yıkım içinde olduğunu biliyoruz.

Sadece Malatya’da da değil. Tüm Türkiye ve Kürdistan’da küçük esnaf, küçük dükkan sahibi büyük bir yıkımın içindedir. Denizli’li küçük dükkan sahibinin “gebermek istiyorum” çığlığı hala kulaklarda. Dükkan sahipleri peş peşe iflas ediyor. Bankanın, tefecinin kıskacında elinde avucunda ne varsa yitiriyor. Esnaf evine ekmek götüremiyor.

Dinci faşist iktidarın bu duruma bulabildiği tek çözüm(!) “keyif çayı iç” demektir. Toplumun temel sorunlarına çözüm iddiasıyla devletin tepesine oturan dinci faşist iktidarın başı, açlık ve yoksulluğa sürükledikleri kitlelerle bir de alay ediyorlar. Ne dinci faşist iktidarın ne de tekelci sermaye sınıfının bu duruma bir çözümü vardır.

Ama burada çaresizlikten öte bir durum var. “Evime ekmek götüremiyorum” diyen birine “keyif çayı iç” diyerek onunla alay etmek dinci faşistlerin emekçi sınıflara, yoksul halka, ezilenlere düşmanlığının tipik bir dışa vurumudur.

RTE, bu düşmanlığı ilk defa dışa vuruyor da değil. Yıllar önce ürünleri para etmediği, tarlada kaldığı için “anamız ağlıyor” diye şikayette bulunan Mersinli bir çiftçiye “ananı da al git” diye hakaret ettiğini biliyoruz.

Bu dinci faşistlerin öncülerinden diyebileceğimiz Turgut Özal da, “ben zengini severim” sözüyle emekçilere düşmanlığını ortaya koymamış mıydı!

Emekçi sınıflar, yoksullaşmanın da ötesinde açlıkla karşı karşıyalar. Semt pazarının bitiş saatinde çöpten meyve sebze toplayanları görmek artık kanıksanmış durumda. Dinci faşist iktidar da yoksullaşmanın nasıl derinleştiğinin farkında. Faşist Devlet Bahçeli’nin, yoksul insanların, emekçilerin onur ve gururuyla alay etmekten başka anlama gelmeyen “askıda ekmek”i bu farkındalığın işareti.

İşçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı, işsiz kitleler büyük bir yıkımın içinde. Pandemi, en çok, toplumun bu sınıflarını vurdu; sefalete sürükledi. Şüphesiz sadece pandemi değil. Pandemiyi fırsat bilerek kapitalistler için sömürüyü ağırlaştırmanın fırsatına çeviren dinci faşist iktidar bu yönde aldığı kararlarla pandeminin yarattığı yıkımı daha da ağırlaştırdı.

Sonuçta, işçi sınıfı, emekçiler, yoksul kitleler, İstanbul valisinin itiraf ve kabul etmek zorunda kaldığı gibi, hasta hasta işe gidiyorlar. İstanbul Valisi, şöyle itiraf etti: “İstanbullu hasta hasta işe gidiyor. Çünkü Kovid’den korkuyor ama işten atılmaktan daha çok korkuyor. Bu noktada bir sorun var.”

Evet, “bu noktada sorun var.” İnsanlar Kovid’ten, hastalanarak ölmekten korktukları halde, işten atılmaktan korktukları için hasta hasta işe gidiyorlar. Çünkü önlerinde Kovid’ten hastalanarak ölmek varsa arkalarında açlıktan ölmek, çocuklarına bir ekmek götürememek; onların aç aç uykuya daldığını görmek var. Bu kahredici duruma düşmektense Kovid’e yakalanmayı, Kovid’ten ölmeyi göze alarak işe gidiyorlar.

Öyleyse korkabilirsiniz bay burjuvalar ve onların uşakları; dinci faşist sürü, karşı-devrimci güruh... Çünkü, açlıktan ölmektense Kovid’ten ölmeyi göze almış emekçi sınıfları, yoksulları, işsizleri, Kürt halkını durduracak hiçbir güç yoktur.

Şehrin küçük esnafı, küçük tarla sahibi, yoksul köylü kendisini ancak işçi sınıfının başında olduğu bir devriminin kurtaracağını giderek anlamaya başlıyor. Alay ve hakaret dolu ifadeleriniz onları sarsıyor, kendilerine getiriyor ve o derin aldatılmışlık halinden kurtarıyor.

Henüz ayağa kalkmış değiller. Ama kalkacaklar. “Askıda ekmek”inizi hakaret olarak kabul ettiler. Ayağa kalkmaları için onları tahrik edecek bir Marie Antoinette’tiniz eksik kaldı. Uzun sürmez aranızdan böylelerini de çıkaracaksınız.

Atımızın dört ayağını nallayarak bekliyoruz o günleri.