Kendi uydurduğu yalana kendi inanan kişi durumuna düşen dinci faşist iktidar, gerçekten güçlü ve dünyaya meydan okuyacak noktaya mı geldiğini düşünüyor? Sanmıyoruz. Bu noktaya gelmesi için düşünme yeteneğini ve dengesini tümden yitirmiş olması lazım. Yok, henüz o noktada olmadığını görüyoruz. Yeri geldiğinde ve zorunlu kalınca geri adım atmasından bunu anlıyoruz.

Nerede geri adım atmadı ki! Libya’da Sirte-Cufra hattını almadan durmayız diye meydan okuyordu. Vatiyye üssündeki güçleri bir gece ansızın yerle bir edilince işin şaka kaldırır yanı olmadığını anladı ve olduğu yerde durdu.

Suriye’de geçtiğimiz Şubat ayının başlarında, Suriye ordusu dinci faşist tosuncukları önüne katıp çok geniş bir alanı temizleyince “Serakıp kırmızı çizgimizdir, Suriye ordusu kazandığı tüm topraklardan çekilip operasyon öncesi mevzilerine çekilmelidir. Çekilmezse gerekeni yaparız” diye efeleniyordu. Şubat ayının bir akşamı, bir saldırıyla onlarca askerini kaybedince işlerin sandığı gibi olmadığını anladı.

Soluğu Moskova’da aldı. Putin’in kapısından dakikalarca bekledikten sonra “5 Mart Moskova mutabakatı”nı imzalayıp maiyetiyle birlikte, süklüm püklüm Ankara’ya geri dönmüştü.

Geçtiğimiz ayın başlarında, Eylül’de, D.Akdeniz’de Yunanistan’a karşı bir süre kükrer gibi yapınca önce Macron’un, “bunlar sözden değil sopadan anlıyor” sözüyle karşılaştılar. Fransa, uçak gemisi dahil donanmasını D.Akdeniz’e yığdı.

Dönüşü zor bir çıkmaz sokağa girmişti. Almanya imdadına yetişti ve “sopa”nın yanına “havuç”u koydu. AB, “Türkiye’ye karşı havuç-sopa politikası uygulayacağız” açıklaması yapıp uygulayacağı yaptırımları ilan edince, AB toplantısına bir iki gün kala “Oruç Reisimiz” bakıma alındı.

ABD ve NATO, hem Yunan hem de Türk tarafına “akıllı olun oturup anlaşın” deyince, NATO gözetiminde “istikşafi” görüşmelere başladılar. NATO ve ABD istemeden, ikisi de NATO üyesi ve ABD’ye askeri, siyasi, ekonomik pek çok yönden bağımlı olan Türkiye ve Yunanistan birbirleriyle savaşa tutuşamazlardı. ABD, NATO’nun Güney Avrupa kanadını çökertecek bir Türk Yunan savaşına tahammül etmesi düşünülemez. Hele, tüm amaçlarını, planlarını Rusya ve Çin’i çevrelemeye yöneltmişken.

Fakat Kafkasya bölgesinde durum farklıydı. Orada, NATO üyesi iki devletin savaşı değil, tersine, ABD ve NATO tarafından verilmiş, Kafkasya’ya yerleşme, Rusya’yı güneyden kuşatma görevi vardı. Türkiye, arkasındaki güçlere güvenerek büyük bir afra tafrayla dinci faşist çetelerini, kiralık katillerini, asker ve savaş malzemelerini Azerbaycan’a taşıdı.

Bu sefer Yunanistan yoktu ama bu tür çatışma konularında neredeyse uzmanlaşmış diyebileceğimiz Rusya vardı. Rusya, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasını bir kaç gün gözlemleyip Türkiye’nin hareketlerini izledikten sonra çatışan her iki tarafı Moskova’ya çağırıp masaya oturttu. İki taraf Moskova’ya koşa koşa gidip, D.Karabağ kurtarılmadan savaş durmaz diyen Türkiye’ye kulak asmadan “ateşkes” mutabakatını imzalayınca “bizimkiler” yine ayazda kalmışlardı.

Ama faşizm, içerde ve dışarda dizginsiz bir saldırganlıktır. Kitleleri şovenizmle zehirlemek, kitleleri “milli birlik ve beraberlik davası” demagojisiyle kendi etrafında birleştirmek için sürekli bir saldırganlığa ihtiyaç duyar. Bu anlamda, düşmansız yaşayamaz. Kitlelerin dikkatini yaşamsal sorunlardan başka yönlere başka türlü çekemez.

En son Azerbaycan-Ermenistan kapısı yüzüne kapanınca bu sefer tekrar D.Akdeniz’e yöneldi. “Navtex” ilan etti. Akdeniz’in belli bir bölgesini, yine belli bir süre için “kendi çöplüğü” olarak ilan etti ve yaklaşacak gemilerin başına geleceklerden sorumlu değilim demek istedi. “Oruç Reisimiz” yine demir aldı ve denize açıldı. Bir şey yapacağından, yapma gücünde olduğundan değil. Ama, Yunanistan’ın sinirleriyle oynamak, kitleleri bununla oyalamak, içerde bu hareketle şoven havayı üflemek istiyordu.

Gelin görün ki, ne Avrupalı emperyalistlerin ne de ABD’nin buna katlanacak hali vardı. Kendi kriz ve sorunlarından, hele de şu pandemi koşullarında, Türkiye’nin “şımarık çocuk” kaprislerine dayanacak durumda değillerdi.

İlk tepki, Avrupalı emperyalistler arasında Türkiye’nin, dinci faşist iktidarın hamisi rolündeki Almanya’dan geldi.

Türkiye’ye yola çıkmak üzereyken, Türkiye’ni yeni Navtex ilanı üzerine bu ziyareti iptal edip yönünü Atina ve Lefkoşa’ya çeviren Alman Dışişleri Bakanı Maas, diplomatik üslubu, nezaketi bir tarafa bırakan şu sözlerle seslendi:

“Ankara eğer defalarca vurguladığı gibi diyalogla ilgileniyorsa, gerginliği azaltma ve provokasyon arasından gidip gelmeye son vermeli”

Alman Dışişleri Bakanı bu azarlayıcı sözleri söylerken Yunanistan ve Kıbrıs’la tam dayanışma içinde olduklarını vurgulamaktan da geri durmadı. Daha önceki safhada “Türkiye sözden değil sopadan anlar” diyen Fransa ise, “Türkiye'nin taahhütlerini yerine getirmesini ve yeni provokasyonlardan kaçınıp somut iyi niyet kanıtları göstermesini bekliyoruz”

Avrupalı emperyalistlerin ortak noktası, Türkiye’nin eylemlerinin bir provokasyon olduğudur. Geriye asıl “patron” ABD kalmıştı açıklama yapmayan. O da saat sektirmeden açıklamasını yaptı:

“Zorlama, tehditler, sindirme ve askeri faaliyetler Doğu Akdeniz'deki gerilimleri çözmeyecek. Türkiye'yi bu hesaplanmış provokasyonu sona erdirmeye ve Yunanistan ile istikşafi görüşmelere derhal başlamaya çağırıyoruz.”

ABD’ye göre Türkiye’nin yeni Navtex ilanı ve “Oruç Reis”i D.Akdeniz’e geri göndermesi “hesaplanmış bir provokasyon”dur. Türkiye’nin eyleminin gerçek içeriğini ABD bilmeyecek de kim bilecek?

Bütün bunlardan ne çıkar? Hiçbir şey. Çok geçmeden Türkiye’nin “Oruç Reis” filan ne varsa toplayıp Yunanistan’la “istikşafi” görüşmelere başladığını göreceğiz. Başta da söyledik, dinci faşist iktidar henüz tüm düşünme yeteneğini ve dengesini yitirmiş değil.