İran yerel basınına dayandırılan haberler geçti belli başlı haber ajansları. Buna göre İrşad adı verilen “Ahlak Polisi”, sessiz sedasız lağvedilmişti.
Bu haberler doğru mu? Çok çeşitli kaynaklardan sosyal medyaya düşen haberlere bakılırsa, durum tartışmalı. Haberin aldatmaca olduğunu ileri süren çok sayıda paylaşım var, doğru olduğunu söyleyenler de. Başsavcı Muntazeri’nin belirsiz açıklamaları da kesin bir şey söylemeyi mümkün kılmıyor. Ama, tüm bunlara rağmen, İrşad’ın dağıtıldığı haberinin bir şekilde yayılmış olması, konuyu ele almak için yeter sebeptir.
İran’da aylardır süren ayaklanma ve gösteriler, İrşad’ın gözaltına aldığı Mahsa Amini’nin hayatını kaybetmesi sebebiyle başlamıştı. İrşad’ın işkencesi, tutuşmaya hazır bozkıra düşen kıvılcım, patlamaya hazır ayaklanma için bir “genel bahane” rolü oynadı. Ayaklanma sürekli daha geniş bir alana yayıldı, işçi ve emekçileri kendi girdabına aldı; işçi grevleri ile daha güçlü hale geldi, derinleşti.
Tüm bunların sonucunda Molla rejiminden bir geri adım, taviz belirtisi ortaya çıkmış oldu. Bu olay, bir kez daha reform ve devrim ilişkisine yakından bakmayı, burjuvazinin taviz politikasının ne anlama geldiği üzerine durmayı gerekli kılıyor.
Bilinen bir gerçekliktir. Burjuvazi bir yöntemden başka bir yönteme sırf canı istedi diye geçmez. Burada bir keyfiyet yoktur. Bir zorunluluk ilişkisi vardır. Sınıflar savaşımında değişen güçler dengesi burjuva sınıfı yöntem değişikliğine zorladığı için gündeme gelir bu değişiklikler.
Bu açıdan, herhangi bir kapitalist ülkede azgın saldırı ve devlet terörü, en azından geri plana çekiliyor ve çeşitli ödünler eşliğinde kimi reformlar gündeme geliyorsa, bu, her şeyden önce, burjuva sınıfın çıplak baskı ve zor ile durumu kurtaramadığını gösterir. Baskı ve zor ile doğrudan sonuç alamayan sermaye düzeni, zorunlu ödünler ve kısmi reformlar ile durumu kurtarmaya, zaman kazanmaya, birleşmiş haldeki hasım kuvvetleri bölmeye yönelir. Bu “ilk kazanımlar”, düzen karşıtı güçler cephesinde hemen her seferinde ikircikli tutum gösteren kesimlerin hareketten kopması için uygun şartlar yaratır. Sudan bu konuda tipik bir örnektir.
Lenin, genç kuşak devrimciler için geçen yüzyılın başında gerçekleşen 1905 devrim deneyiminin sonuçlarını çıkartırken, bu evrensel gerçekliği şu şekilde ifade ediyordu:
“Bütün reformcular gibi, bizim 1905 reformcuları da, reformların ve özellikle reform vaatlerinin sadece tek bir amaca hizmet ettiği; halkın huzursuzluğunu yatıştırma, devrimci sınıfı, mücadelesini bırakmaya ya da en azından gevşetmeye zorlama amacını güttüğü tarihsel durumların ortaya çıkacağını anlayamadılar.”(abç)
Daha öncesi bir yana, şu son on yıldaki tüm devrimci ayaklanmalar süreci bile başlı başına bu tarihsel olguyu defalarca kanıtlamış durumda. “Arap Baharı” olarak adlandırılan Kuzey Afrika devrimleri açısından bu durum hep karşımıza çıktı. Mevcut burjuva düzenler, kanla, baskı ve katliamla önünü alamadıkları ayaklanma ve devrimleri, tavizler (ödünler) politikasıyla güçten düşürmeye, devrim güçlerini bölmeye çalıştılar. Bunların kiminde başarılı oldular (son örnek, Sudan’dır), kiminde ise yıkılıp gitmekten kurtulamadılar (Tunus ve Mısır gibi).
Burjuvazinin ödün (taviz) politikası, iki ucu keskin bir politikadır. Amaçlandığı gibi devrim kuvvetleri arasında en kararsız/uzlaşmacı unsurları ana gövdeden ayırabildiği gibi, tersine, burjuva düzenin aslında görünenden çok daha güçsüz olduğu şeklinde bir düşünce de oluşturabilir. Bentte açılan bir küçük delik, barajda, barajın yıkımıyla sonuçlanacak küçük bir çatlak etkisi oluşturabilir. Ve bu şekilde devrimci güçler daha hücumcu, daha azimli hale gelebilir. Bu, tamamen devrime öncülük eden güçlerin politikalarına, tarihsel birikime, verili ülkedeki kültürel şekillenişe, devrimci güçlerin bütün bir geçmiş savaşım boyunca biriktirdiklerine, ve tabii tüm bunların üzerine binen dış koşullara bağlıdır.
Konunun bir diğer yönü, devrimci Marksizmin reform meselesine nasıl baktığı konusudur. Reform ve devrim ilişkisi her zaman devrimci komünizmle uzlaşmacı sosyal reformizm arasında tartışma konusu olmuştur. Bu ikisi arasındaki doğru bağı kurmak ya da kuramamak, devrimci komünizm ile sosyal reformizmi ayırmanın turnosol kağıdıdır.
Dünya işçi sınıfı hareketinin tarihi boyunca, reformlar uğruna mücadeleyi güncel mücadelenin temeli haline getiren güçlü bir eğilim hep olageldi. Proletaryanın evrensel tarihsel devrimci görevleri ile çıkarları yerine günübirlik çıkarları, kısmi kazanımları, hadi Engels’in o güzel sözünü kullanalım, “bir tas çorba” mücadelesini temel alan, onu öne çıkaran hatırı sayılır bir kesim, bir büyük damar vardı. Kimi Bernstein’ın “hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey” formülünde ifadesini bulan revizyonist akımlar şeklinde; kimi ekonomizm şeklinde, kimi kapitalist toplumlarda hükümetlere katılarak durumu iyileştirmeyi savunan “bakanlıkçılık” şeklinde... ama özünde hepsi, tarihsel görev ve çıkarlar yerine günübirlik geçici çıkarlar peşinde koşma şeklinde çıktı sahneye. Hala da çıkıp duruyorlar. Hem de her adımda, her coğrafyada!..
Devrimci Marksistler, her dönem bu reformist akımla alabildiğine sert polemikler yürütmek, ona karşı mücadele etmek zorunda kaldılar. Rosa’nın “Sosyal Reform mu Devrim mi” broşürü gayet iyi bilinir. Lenin ve Bolşevikler ise, oluşum dönemleri dahil, tüm devrim tarihi boyunca çeşitli görünümler altındaki bu akımla amansız bir mücadele yürüttüler. En sonu Lenin, emperyalist savaşın tüm Avrupa’da devrimci durumu ortaya çıkardığı şartlarda, Avrupa Marksist hareketinin büyük kısmının devrimden köşe bucak kaçması, burjuvazi ile uzlaşma saflarına doluşması, ahmakça bir sosyal reform savunusuna girişmesi karşısında, Kautsky üzerinden tüm reformist Avrupa Marksizmini mahkum eder:
“Sorun pasifistlerin, Kautskycilerin ortaya koyduğu gibi değildir: ya reformist politik kampanya, ya da reformlardan vazgeçme. Sorunun bu biçimde konuluşu burjuvacadır. Gerçekte sorun şudur: ya devrimci mücadele, ki tam başarı elde edilemediği durumda bunun yan ürünü reformlar olacaktır (bunu bütün dünyadaki reformların tüm tarihi kanıtlıyor), ya da reformlar üzerine boş gevezelik ve reform vaatleri dışında hiçbir şey.”
Lenin, bu bakış açısında öylesine ısrarcı, öylesine sağlam bir duruş sergilemektedir ki, örneğin Bolşevik ajitatör ve propagandistlere, “yarım saatlik bir konuşmada beş dakikayı reformlara, 25 dakikayı yaklaşmakta olan devrimin propagandasına ayırın” demekten geri durmaz. Kendini kısmi kazanımlar peşinde koşturmaya adayan, her tür “kazanım” için “olsa fena mı olur” diye karşımıza dikilen uzlaşmacı alıkları bir düşünün, bir de konuya böylesine keskin yaklaşan Lenin’i!..
Evrensel sınıf savaşımı tarihinin her coğrafyada, her dönem defalarca kanıtladığı gerçek, Lenin’in özlü bir şekilde ortaya koyduğu gibi, reformların ancak henüz başarıya ulaşamamış devrimin yan ürünleri olarak ortaya çıktığı, ve ortaya çıktığı her defasında da, gerçek amacın devrimin gelişmesi önüne “esnek bariyerler” dikmek olduğudur.
İran’da sürüp giden ayaklanmalar sonucunda İrşad’ın dağıtılması (doğru olsun olmasın, şimdilik önemi yok), bu evrensel hakikati bir kez daha kanıtlamaktan başka bir şey yapmıyor.