Mavi Nil’de, 17 Haziran’da görünüşte “arazi anlaşmazlığı” sebebiyle iki aşiret arasında kanlı çatışmalar çıktı. 80 kişi hayatını kaybederken 160’ı aşkın yaralı oldu. Bu olay, Komünist Partisi tarafından “devrimin yeni bir aşamaya girdiğinin göstergesi” olarak nitelendi.
KP Merkez Komitesi imzasıyla yayımladığı bildiride ve resmi sözcü ElFadıl aracılığıyla yaptığı açıklamada, “karşı-devrimci güçlerin ırksal ve aşiretler arası anlaşmazlıkları kışkırttığı, bu güçlerin ateşle oynadıkları” vurgusunu yaptı.
Bildiride “Cuba anlaşması [3 Ekim 2020’de ordu ile silahlı örgütlerin oluşturduğu “Devrimci Cephe” arasında imzalandı bu anlaşma.], İhvancıların yolunu izleyerek, devlet yetkesi ve askeri mafya rejimi ile işbirliği içerisinde, karşı-devrimci güçlerin etki ve yetkilerini kuvvetlendirdi. KP, karşı-devrimci kuvvetler ve devlet güçleri tarafından kışkırtılan ve yönlendirilen, toplumu bölmeyi, parçalamayı amaçlayan bu çatışmalarda masumların öldürülmesini kınıyor. Askeri mafya rejimini alaşağı ederek, devrimin amaçlarına (köklü değişimin yolunu açacak tam demokratik sivil iktidar) ulaşmak için birleşik mücadele çağrısı yapıyor.
“Güney Mavi Nil’deki savaşı durdurun!
Irkçılığa ve aşiret kavgasına hayır!
Barışa ve barış içinde birlikte yaşamaya evet!
Devrimi İlerletmek İçin Mücadeleye Devam!” dedi.
Sözcü ElFadıl ise “Bu çatışma ve katliamların arkasında karşı-devrimci güçler var, özellikle Cuba Barış anlaşması sonrası örgütlenen silahlı hareketler, bölgesel ve küresel güçlerle bağlantılı bir şekilde Sudan halkının birliğini ve topraklarını bölmek için hareke geçti.” dedi.
Özcesi KP, söz konusu çatışma ardından alarm zillerini çalmaya başladı. Hem de yayımlanan bir değerlendirme yazısında “Devrim, Direniş Komiteleri arasında çatışmalar yoluyla içeriden sabotaj aşamasına girdi” tespiti yapacak kadar!..
Sudan’da Aralık 2018 gösterileriyle başlayan devrim, görece kısa sürede eski rejimin kilit ismi ElBeşir’in alaşağı edilmesini getirdi. “Müesses nizam”, en tepedeki sembol ismi vererek kendini kurtarmaya çalıştı. Ama olmadı. Devrim sokaklardan geri çekilmedi. Bunun üzerine Nisan ayında ordu bir darbe yaptı. Fakat bu darbe, iktidarı tek başına ele almaya muktedir değildi, olamazdı. Darbe, asıl olarak ipleri tümden devrim güçlerinin eline bırakmamak içindi. ElBurhan-Hemedi ikilisinin elinde ordu, ki bu aslında tamı tamına burjuva düzenin kendisiydi, iktidara ortak oldu. Sivil-asker ortak bir “Egemen(lik) Konsey(i)” kuruldu. Devrimin sonraki üç yılına damgasını vuracak olan “hareketli denge” böyle oluştu.
Karşı-devrim, bir ordu olarak örgütlenmesine rağmen, devrim güçlerini sokakta ezip dağıtabilecek güçte değildi; devrim ise, silahlı bir güçten yoksundu, “bedeli kan olan sivil itaatsizlikle silahlan”mıştı ama bu “silah”, orduyu ve bir bütün olarak burjuva düzeni havaya uçuracak güçte değildi.
Bir ordu olarak örgütlenmiş karşı devrim, devrimin darbesi altında pek çok ödünler vermek zorunda kaldı. ElBeşir şahsında en tepe ismini feda etti, düzenin temel gücü olan “Ulusal Kongre Partisi” görünürde tasfiye oldu, devletin güvenlik aygıtlarında tasfiyeler yapıldı... ezcümle, bizim sosyal reformistlerimizin rüyalarında bile göremeyeceği, her biri “bir dizi devrim” gerektiren köklü reform ve tavizler bu devrim sürecinin ürünleri olarak ortaya çıktı. Fakat devrim, “devrimci güçler ittifakı” olarak iktidarı ele geçiremedi. Burjuva düzenin elinden kaçırdığı kadarını kıyısından tutabildi, o kadar!
Devrim, tekil bir eylem değildir. İç içe geçmiş bir süreçtir. Bu sürecin siyasal derinliği, hiç kuşkusuz, işçi sınıfının (ve müttefiklerinin) örgütlülük, hazırlık ve bilinç durumlarına bağlıdır. Devrimin ilk atılımları, o ilk ayaklanmanın güç ve enerjisi ne kadar büyükse, işçi sınıfı ve müttefiklerinin ayağını basacağı zemin de o kadar geniş ve sağlam olur. Sudan devriminde bu ilk atılım, ElBeşir ve yakın çevresini bir çırpıda iktidardan indirmeyi başarsa da, kurulu düzenin asıl güçlerini aşacak bir güç ve yoğunluğa sahip değildi.
Sudan burjuvazisi ve emperyalist dünya, vermeye mecbur kaldıkları tavizleri vererek önce devrimin bu güçlü darbesini yumuşattılar; sonra “devrimin bu ilk başarısı” ardından ilk bölünme, “geçici yol arkadaşları” ile ilk ayrışma gündeme geldi. Dünün devrimci güçlerinin bir kısmı hızla düzen saflarına yöneldiler.
Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin bir kısmı “devrimci kazanımları korumak” adına düzen güçleri ile birlikte hareket etti. Askerlerin daha ağır bastığı “Egemenlik Konseyi”nde yer aldılar ve onun tarafından atanan “teknokrat hükümet”in icraatlarının sorumluluğunu taşıdılar. Sudan KP bu dönemde oluşturulan “Egemenlik Konseyi” dışında kalarak işçi ve emekçiler arasındaki faaliyetlerine hız verdi. Sokaklar devrimciydi, hiç durulmadı. Yoksul emekçi kitleler devrimin temel görev ve şiarlarına sahip çıktı. Devrimi geri çekilmekten alıkoyan, düzen güçlerinin zafer kazanmasına engel olan buydu.
25 Ekim 2021’de ElBurhan önderliğinde ordu yeni bir darbe yaparak “Egemenlik Konseyi”nin sivil üyelerini ve başbakan Hamduk dahil “teknokrat hükümet” üyelerinin bir kısmını tutukladı. Karşı-devrim böylece “bitirici darbeyi” vurduğunu düşünüyordu. Hesapları yine tutmadı.
Komünist Partisi tüm gücüyle darbenin karşısındaydı. Onun öncülük ettiği devrim güçleri sokaklara çıktı. Yoksul kitleler içinde “Direniş Komiteleri” doğdu ve yayıldı. Kitlelerin nabzını bu komiteler tuttular. Ordu ve Cancavitlerin katliamlarına rağmen darbe karşıtı gösteriler hız kesmedi. Darbe, devrimi bastırmak şöyle dursun, ateşe dökülen benzin etkisi yaratmıştı. Emperyalistler devreye girerek “uzlaşma” yolunu açtılar. Başbakan ve sivil kabine serbest bırakıldı. Başbakan Hamduk, darbecilerle uzlaşarak yeni hükümet kurdu. Sudan KP bunu “darbeyi meşrulaştırmak” olarak niteledi ve Hamduk’u işbirlikçilikle suçlayarak istifasını istedi. Kitleler bu fikri destekledi. Hamduk istifa ederek siyaset sahnesinden tamamen çekildi.
Dokuz aydır protesto gösterileri hız kesmiyor. Dönem dönem “milyonluk protestolar” düzenleniyor. Devrimin bir türlü hafiflemeyen bu baskısı altında emperyalistler ve Sudan burjuvazisi, “düzeni kurtarmak” için manevra üstüne manevra yapıyorlar. Mavi Nil eyaletindeki “aşiret çatışması” ve “eski devrimcilerin” ortaya sürdükleri “siyasal yol haritaları” tam da böylesi manevralar.
Devrimin “geçici yol arkadaşlarının” düzen saflarına geçişi, her devrimin olağan seyridir. Devrime yol açan sebepler ortada durdukça ve devrimin öznesi olan kitlelerin birikmiş enerjisi tükenmedikçe, bu yol ayrımları devrimi genel olarak zayıflatmaz. Özellikle de devrimci kitlelerin istem ve özlemlerinin sözcülüğünü yapacak örgütlü bir güç (örneğimizde Sudan KP) öncülüğünde bu kitlelerin sağlam kitle örgütleri (örneğimizde Direniş Komiteleri ve başta Sudan Meslek Odaları Birliği olmak üzere geniş mesleki yapılar) varsa. Ama durum, özellikle bizzat bu devrimci kitlelerin çeşitli ayrımlar üzerinden iç parçalanmasına varırsa, işin rengi değişir. Bu yüzdendir ki hemen her devrim döneminde burjuva güçler, dinsel, ulusal, etnik, cinsel, bilumum kimlik farklılıkları kaşıyarak süreci hızla bir kanlı boğazlaşmaya çevirmeye çalışır. Toplumun sınıfsal kutuplaşmasını parçalayacak her tür “yan unsur”, emperyalist güçler ve işbirlikçi burjuvalar tarafından büyük bir gayretkeşlikle devreye sokulur. Tabandaki bu kapışmaya koşut olarak da “devrimin siyasal bileşenleri” arasındaki ayrımlar körüklenir.
Sudan devrimi işte bu tehlikeli patikaya varmış görünüyor. Bir yandan Özgürlük ve Değişim Güçleri arasında ayrışmalar derinleşiyor (ki 2019 Mayıs’ından beri bu güçler arasında ayrışmalar oluyor. KP, uzun dönem burada yalnız kaldı.), diğer yandan devrimin bizzat kalbinde, Direniş Komiteleri arasında ayrım ve çatışmalar filiz veriyor.
Devrimi doğuran koşullar ortadan kalkmadı. Tersine derinleşti. Nesnel durum devrim güçlerinin lehine. Ama bu her şey demek değil. Devrimin bundan sonraki seyri, örgütlü güçlerin tabandaki bu bölme/parçalama girişimlerini ne düzeyde bertaraf edebildiklerine bağlı olacak.