31 Mayıs 2013’te, sabaha karşı Gezi Parkı’nda çadırlarında uyuyan insanlara yapılan hoyrat saldırı, tüm toplumu boydan boya geçen bir elektrik akımı gibi “yeter artık” duygusunu tetiklemişti.
Biriken toplumsal öfkeyi patlatacak bir genel bahane, akacağı bir kanal gerekiyordu. O gece sabaha karşı yapılan vahşi saldırı tam olarak buna yol açtı. O vahşi ve hoyrat görüntüler gün içinde bir süper iletkene dönmüş toplum arasında hızla yayıldı. Öğleden sonra ilk gösteri ve çatışmalar, ardından tüm ülkeye yayılan ayaklanma...
Tarih tekerrür etmez. Olaylar kendilerini yinelemez. Buna kuşku yok. Ama bugünkü durumu anlamak ve anlatmak için o günü anımsamakta fayda var.
Dinci faşist iktidara yönelik biriken muazzam öfke, bu faşist çetenin nobran tutumlarıyla artık kınına sığmaz durumdaydı. Seçim sonuçları, bu öfkenin düzeyini herkese bir kez daha gösterdi. Onca hile hurdaya, yalan dolana, baskı ve tehdide rağmen dinci faşist iktidar açısından kapkara bir tablo çıktı ortaya. Öte yandan, geniş emekçi kesimler ve Kürt halkı açısından bir güven duygusunu geliştirdi. Parlamenter budalalığın anladığı tarzda seçimlerle bir şeylerin değiştirilebileceği anlamında değil, dinci faşist iktidarın güçsüz olduğunu, muazzam bir dağınıklık yaşadığını görme anlamında bir güven duygusuydu bu. Hasmının bu zayıf ve dağınık durumu, emekçi yığınlar arasında kendine güven duygusunun daha da pekişmesini getirdi. Biriken öfkenin patlamasını kolaylaştıracak önemli etkenlerden biridir bu.
Genel bahane olmaya aday olaylar, seçim sabahı art arda patlak verdi aslında. “Taşıma seçmen” meselesi, bunun gerçekten halkın gözüne soka soka, büyük bir nobranlık ile yapılması, daha seçim sırasında küçük patlamalara neden oldu. Seçim akşamı ise, bütün hilelere rağmen dinci faşist iktidarın muazzam başarısızlığı, Kürt halkını ve geniş emekçi kesimleri uyaran önemli bir göstergeydi artık. Bu yüzdendir ki seçim gecesi, Bitlis, Şırnak, Hakkari ve Urfa’nın ilçeleri için homurtular eylemlere dönüşmeye başlamıştı. Bu gergin ortamda dinci faşist iktidar ve faşist devlet, Gezi ayaklanmasının başlangıcını hatırlatır tarzda Van’da seçimi kazanan Abdullah Zeydan’ın seçilme hakkını kaldırarak, mazbatayı AKP’li adaya verdi. Dalga geçer gibi! Zeydan’dan 30 puan fark yiyen AKP’li adaya, hem de şehir belediyesi ile birlikte bütün ilçelerin de Dem Parti tarafından kazanıldığı Van’da, belediye başkanlığını verdi!
İşte bu nokta, Gezi Parkı’nda o gece çadırların yakıldığı noktadır. Tüm toplumda şimşek hızıyla yayılan öfkeyi patlama noktasına taşıyan olaydır. Van’da Zeydan ve yoldaşlarının başlattıkları protesto eylemi, yankısını derhal İstanbul’da, İzmir’de, Kürdistan’ın pek çok kentinde buldu. Van tekil örnek değil. Şırnak, Bitlis, Hakkari, Çukurca, Hilvan... bariz seçim hilelerinin olduğu yerler, art arda sokaklara aktı. Kürt halkı için bu, açık bir onuruna sahip çıkma eylemiydi. Devlete meydan okuma, onunla inatlaşma, iradesini ortaya koyma eylemi... Nasıl ki Gezi’de mesele “üç beş ağaç” değildi idiyse, burada da mesele mazbata veya belediyenin çalınması değil. Bunlar, toplumsal-tarihsel birikimin yarattığı ayaklanmacı ruh halinin patlaması için “genel bahane” rolünü oynayacak raslansal olay ve gelişmelerdir.
İlk görüntüler, olayların büyümesinin muhtemel olduğu yönündedir. Hakkari’de dinci faşist iktidarın beslemeleri uzun namlulu silahlarla halka doğrudan ateş ediyor. Van’ın sokakları alev alev. İstanbul’da Beykoz’da, Arnavutköy’de eylemler var. Amed’de protestolar ses çıkarma eylemleri şeklinde başladı. Adana sokaklarında gösteriler yapılıyor. Kürdistan illeri peş peşe harekete geçiyor. Eylemler Türkiye metropollerinde de yankısını bulmaya başlıyor. Benzetme uygunsa 31 Mayıs’tan 1 Haziran’a ilerliyoruz.
Bu aşamada dinci faşist iktidara yapılan aklı selim çağrıları boşunadır.
Birincisi, devlet ve iktidar, ne yaptığını bilmezlikten bu tür adımları atmış değiller.
İkincisi, bu aşamada gösterileri yatıştırmak adına geri adım atacak olurlarsa, barajda daha fazla gedik açılacağından endişeliler. Ve işin aslı, bu, tam da böyle bir etki yaratacaktır. O nedenle, ancak çok büyük bir devrimci patlama tehlikesi karşısında geri adım atmaya, o mutat ifadeyle söylersek, “aklı selim davranmaya” karar verebilir.
Bu yüzdendir ki, “kısmi bir başarı” için bile, devrimci kitle eylemlerini her yere yaymak ve taşınabilecek en ileri noktaya taşımak gerekiyor.
Barış, uzlaşı, diyalog, hukuk... bu türden açıklama ve çağrılar, dinci faşizmi cesaretlendirmekten, onun kaba saldırganlığını kışkırtmaktan başka bir sonuç vermez. Ancak örgütlü devrimci şiddet, yığınların devrimci eylemi bu güruhu sindirebilir, geri adım attırabilir. Unutulmasın. Faşizmin anladığı tek dil, devrimci şiddettir.
Bu şartlar altında sözler sokakta, mücadelenin içinde söylenecektir. Her yerde bizzat eylem halindeki emekçilerin arasında olmak, onların öfkesine bilinçli bir ifade kazandırmak mevcut anın temel görevidir. Pratiğin dışında söz söylemek, emekçilerde hor görüyle karşılanan bir ahkam kesmekten öte anlam taşımaz.
İlk kıvılcım bozkırın kimi yerlerini tutuşturmaya başladı. Devamının gelmesi kuvvetle muhtemel. Bu daha başlangıç!
Sinan KALELİ