Günlerdir kıvranıyorum... Yazamıyorum... Önsöz baskıya hazır ama ben bir türlü yazamıyorum... Ne yazacağımı bilmiyorum...
İMF üzerine mi yazsam diyorum, alıyorum kâğıdı kalemi elime; “Geldiler ve gittiler... Her gittikleri ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de yoğun protestolarla karşılandılar. Giderken arkalarında bir tek gerçek bıraktılar: YIKIM... Ve şöyle seslendiler İstanbul’dan tüm dünyaya: “Sermaye olarak bizler, merkezileşme doğrultusunda hareket ederek, dünyanın büyük çoğunluğunu yaşam araçlarından uzaklaştıracak, kedimizi büyütmeye devam edeceğiz. Açlığı, yoksulluğu, sefaleti tüm dünyaya yayacağız, 90 milyon insanı yaşamdan kovacak, işsiz bırakacak ve 50 bin çocuğu öldüreceğiz. Başka çaremiz yok. Ancak bu şekilde ayakta kalabileceğiz.”
Biz de şu gerçeği çok iyi biliyoruz; kapitalizm tarih sahnesine çıktığı andan itibaren hiçbir zaman sorumlu davranış içinde olmamıştır. Onun doğası büyümek ve merkezileşmek olduğundan, geçtiği her yerde yıkım yaratmıştır. Ne dün ne bugün “sorumlu küreselleşme” diye bir süreç yaşanmıştır ne de yarın böyle bir süreç yaşanacaktır. Bu tam bir yalandır. İnsanlığın tarihsel yürüyüşü önünde artık engel olan tarihin burjuva biçimi vadesini doldurmuştur. Gelişmenin tek yolu kapitalizmin yıkılmasıdır. İnsanlık adına kim ki bir şeyler yapmak istiyor, kapitalizmi yıkmaya yönelmelidir. Eğer bugün Marx’ın “yakın geleceğin zorunlu biçimi olarak ortaya koyduğu komünizmin zorunluluğu kavranmaz, bu zorunluluk bilince çıkarılmaz, bu zorunluluk doğrultusunda hareket edilmezse, hiç kimse, kapitalizmin yarattığı yıkımların tüm sonuçlarından kendini kurtaramayacaktır.
Duruyor kalem... İlerlemiyor satırlar... Bir başka konuya geçiyorum... 11. İstanbul Bienali... İnsan Neyle Yaşar... Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sından alınmış bir şarkı...
“İnsan neyle yaşar/Sayın baylar, bize hep ders verirsiniz:/Aman, günah, ayıp, kötü, yanlış.”/Aç karnına kuru öğüt çekilmez./Önce doyur beni, ondan sonra konuş./Sende göbek, bizde ahlak nedense./ Şimdi bizi iyice dinle bak;/İster şöyle düşün, istersen böyle:/Önce ekmek gelir, arkadan ahlak./Artık vermek gerek, unutmayın sakın./Tüm nimetlerden, payını yoksulların./İnsan neyle yaşar?/İnsan neyle yaşar: Ezip hiç durmadan./Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanları./Yaşayabilmek için hemen unutmalı,/İnsanlığı unutmalı insan./Katı gerçek budur, kaçınılmaz/Kötülük yapmadan yaşanamaz./Efendiler bize ahlaksız dersiniz/Kötü kadın, utanmaz fahişe/Aç karnına suçlanmak hiç çekilmez/Önce doyur beni ondan sonra söyle/Sende şehvet, bizde edep nedense/Şimdi bizi iyice dinle bak;/İster şöyle düşün, istersen böyle:/Önce ekmek gelir, arkadan ahlak./Artık vermek gerek, unutmayın sakın./Tüm nimetlerden, payını yoksulların./İnsan neyle yaşar?/İnsan neyle yaşar: Ezip hiç durmadan,/Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanları./Yaşayabilmek için hemen unutmalı,/İnsanlığını unutmalı insan./Katı gerçek budur, kaçınılmaz./Kötülük yapmadan yaşanamaz.”
Tekellerin bol logolarıyla süslenmiş afişlerle her yerde karşımıza çıkıyor bu soru... Kışkırtıyor bizi... İnsanın, en yaşamsal ihtiyaçlarının, tekellerin kasalarına kilitlendiği bugün, utanmadan bu soruyu soruyorlar... Reklam kuşağından yansıyor bize aradıkları cevaplar: Yemekle... Suyla... Havayla... Sevgiyle... Tutkuyla... Aşkla... Sanatla... Müzikle... Ahlakla... Gururla... Erdemle... Heyecanla... Parayla... Azimle... Korkuyla... İnançla... Sevinçle... Bilgiyle... İnsan Neyle Yaşar, siz oturun düşüne durun, biz biliyoruz, insan açlıkla, sefaletle yaşamaz. Tek değerin alıp satmak olduğu kapitalist düzeninizde ekmeğe, suya, havaya ihtiyaç duyarak yaşamaz... Kentlerin kıyılarında gecekondulara hapsettiğiniz, orada yaşamaya mahkûm ettiğiniz insanlar, televizyon ekranlarından akıttığınız lağımlarınızla, sanatsız, müziksiz, kitapsız yaşamayacaktır. Bunu bilir bunu söyleriz...
Bu ve buna benzer birçok konuyla ilgili yazmak gerekiyor... Ama olmuyor bir türlü... Satırlar ilerlemiyor... Bir noktadan sonra duruyor kalem... Hiç bu kadar zorlanmamıştım yazı yazma konusunda. Neden? Nedir kalemimin ilerlemesine engel olan? Nedir bu tutukluğun nedeni?
Düşündüm... Düşündüm...
Sonunda buldum. Bugün de ve bu zamanda değil düşüncelerim... Farklı bir zamanda farklı bir yoğunluğun içinde beynim... Oradan çıkıp gelemiyorum bu ana ve zamana... 19 Aralık ve sonrası yaşanan destansı ölüm yürüyüşünün yaşandığı günlerde, yıllardayım. Her yanım mektuplarla dolu... Özlemle, sevdayla, umutla yazılmış satırlarla çevrili... O destansı günleri bırakıp gelemiyorum bugüne... Gelmek istemiyor o anda ve zamanda yaşamak istiyorum. Ne zaman ki kitap yayına hazır olacak her halde ben ancak o zaman bugüne gelebileceğim. En iyisi size Daima adlı kitabın serüveninden bahsetmek…